Refah olmadan kârlılık ne işe yarar?

0
33

Dünyanın en “nakit zengini” şirketi Apple’ın bono ihraç edeceği hiç dikkatinizi çekti mi? Apple’ın nakit “serveti” 170 milyar dolarlardayken neden bono çıkarır? Keza 90 milyar dolar nakde sahip Microsoft neden bono ihraç eder? Aslında yanıt basit: Yurt dışındaki kârlarını vergi nedeniyle ABD’ye getirmeyen şirketler, kendi hisselerini almak için ihtiyaç duydukları fonu bono ihraçlarından karşılıyorlar. Hatta Apple işi daha da abartıp İsviçre Frangı cinsinden ihraç etti. Hazır faizler bu kadar düşükken, Nestlé bonoları ve İsviçre Merkez Bankası “eksi faiz” verirken, neden olmasın? Ucuz fonlama için iyi fikir!
 
Peki, ABD şirketleri neden kendi hisselerini alır? Şirketler kendi hisse senetlerini alınca ne oluyor? ABD’de şirketler hisse senetlerini aldıklarında, bunu “gayrimenkul cüzdanında” mı, yoksa “sermaye” hesabı altında mı muhasebeleştiriyorlar diye merak ettim.
 
Bu iki seçenek, muhasebe açısından birbirinden oldukça farklı sonuçlar doğuruyor. İlk seçenekte şirketler ileride nakde ihtiyaç duyduklarında satabilirler, bu durumda hisseler halen daha “tedavülde” demektir. İkinci alternatifte ise şirket sermayesinden bu hisseleri düşüyor/siliyorlar. Bu durumda bu hisseler yeniden piyasaya dönmeyecek demektir. Her iki alternatifte de hayatiyetini sürdüren hisseler için temettü açısından önemli bir fark yok; en azından matematiksel olarak. Şirket kendi hisse senetlerini “menkul kıymet cüzdanında” tutarsa, yine kendine temettü ödüyor, dağıtılabilir kâr artıyor ve hayatiyetini sürdüren hisselere dağıtılacak kâr, dolaylı olsa da aynı kalıyor.
 
Güncel uygulamada, şirketler satın aldıkları hisseleri sermaye hesaplarının altında “negative stock” (eksi sermaye) olarak gösterip, sermayeden düşüyorlar. Bu konudaki sorularıma en yalın yanıtları University of Massachusetts Lowell’da çalışmalarını sürdüren Mustafa Erdem Sakınç’tan aldım. Bu durumda dağıtılabilir kâr, tedavüldeki hisselere bölündüğünden dolayı, şirketin “temettü verimi” hızla yükseliyor, bu da hisse senedinin yükselişini beraberinde getiriyor.
 
Özellikle profesyonel yöneticiler, 1982 yılında değişen yasaları, kendi performanslarını (ve tabii ki “bonus” olarak aldıkları hisselerin değerlerini) yükseltmek için, özellikle son yıllarda artan oranlarda kullandıkları görülüyor. Sadece Apple, Microsoft mu? Exxon’un, Wal Mart’ın, Caterpillar’ın vs. yıllara yayılmış hisse geri alım planları var ve bunları uyguluyorlar.
 
“Eğer şirketin profesyonelleri, piyasadaki tüm hisseleri şirket olarak satın alırsa ne olacak?” soruma henüz daha yanıt alabilmiş değilim. Bu durum, Thomas Piketty’nin “süper yöneticilerin yükselişi” savını aklıma getirdi. Düşünsenize, Apple’ın yöneticileri olarak piyasadaki tüm hisseleri almışsınız, son olarak da “çılgın bir fiyatla” Steve Wozniak’ın hisselerini almışsınız. Artık tüm Apple Tim Cook’a ve “dostlarına” mı çalışacak? Yoksa her yıl on milyarlarca dolar kâr eden Apple, bir “çalışanlar kooperatifi” mi olacak?
 
Şirketlerin kendi hisselerini almaları bir yandan “düşmeyen borsa sendromu” yaratırken (tedavüldeki hisse senedi azalıp, temettü verimi arttıkça hisse senetlerinin fiyatı yükseliyor) diğer yandan da bu performansın genele yayılmadığına dair tartışmalar artıyor. Sakınç’ın da aralarında bulunduğu akademisyenler bu tarz alımların “refahın toplumun geniş kesimlerine yayılımını” engellediği sonucuna varmışlar. Şirketler, ellerindeki nakit ile yeni yatırımlara yönelip, “çarpan etkisi” yaratarak refahın genele yayılması yönünde çaba göstermek yerine, hissedarların ve üst düzey yöneticilerin kazançlarını arttırmayı tercih ediyorlar.
 
Şirketler yeni yatırımlara yöneldiklerinde bir yandan kendi çalışanlarının verimliliklerini artırırken -ki artan verimlilikten sağlanan fayda paylaşılabiliyor- diğer yandan da yeni iş imkanı yaratarak genel refahın artmasına katkı sağlayabiliyorlar. Ancak 2008’deki küresel kriz ile başlayan dönemde ABD’deki şirketler yeni yatırım yapmak yerine, gittikçe artan miktarda nakit üzerinde “oturmaya” başlayınca, profesyonellerin de desteğiyle, hisse performansı öne çıkmış durumda.
 
Bu durum özellikle “sorumlu kapitalizmin” öne çıkmaya başladığı yeni dönemde daha da çok tartışılmaya aday.