İnsan odaklı inovasyonun öncelikleri olduğunu söyleyen Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak, bu önceliğin kapsamını evde bakım hizmetleri, girişimsel radyoloji, hasta başı monitör, tanısal görüntüleme, sağlık bilgi sistemleri ve alanları olarak çiziyor. Bunları sayarken diş fırçasını da unutmamak gerekiyor.
KEREM ÖZDEMİR
Sağlığın yeni normalinde pandemi karşısında ayakta kalabilmek, uzaktan sağlık hizmetleri sistemini kurabilmek, kronik hastalıklarla yaşayabilme yollarını geliştirmek ile ağız ve diş sağlığını koruyarak vücudun kritik organlarında buna bağlı olarak ortaya çıkacak rahatsızlıkları engellemek yakın önem düzeylerine sahip konular. Bunun nedeni, eskiden kullandığımız “sağlık ve sıhhat” teriminin yeniden birlikte telaffuz edilmeye başlaması. İster “wellness” ister “sıhhat” diyelim, ikinci bölüm yaşam kalitesini korumak ya da yükseltmekten hayatta kalmaya kadar farklı düzeylerde etki yaratacak bir önem düzeyine sahip. Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak’ın “Hayatı daha iyi hale getirerek sağlık sistemlerini sürdürülebilir kılmaya çalışıyoruz” ifadesi bütün bu bileşenlerin bir arada yönetilebilmesi için gereken zemine işaret ediyor. Bir reklam sloganı kadar etkili olmasına karşın konu sağlık olunca, bu ifadeler işin samimiyetle tanımlanmasına dönüşüyor.
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olduktan sonra profesyonel iş hayatına 1998’de GlaxoSmithKline’da ürün yöneticisi olarak başlayan Karabatak, saydığı farklı alanlarda yeterli deneyim kazanacak kadar uzun süredir sektörün içinde. GlaxoSmithKline’dan sonra Pfizer Türkiye’ye İş Birim Yöneticisi olarak geçiş yaptığı Pfizer’da kurumsal strateji müdürlüğü, Orta Asya ve Kafkaslar (CauCAR) bölge direktörlüğü ve 10 ülkeyi kapsayan Güney Doğu Avrupa Bölgesi liderliği görevlerini üstlenen Karabatak, Şubat 2016’da katıldığı Philips’te Türkiye CEO’su olarak görev yapmaya devam ediyor.
Bu sürece bakıldığında Karabatak’ın iş hayatına başladığı dönemle bugün arasında hem sektörün hem de kendisinin çok ciddi bir dönüşümden geçtiğini görmek zor değil. Philips’in yakın dönemde Türkiye’de satışına başladığı diş fırçası Philips Sonicare değişimin boyutunu gösteriyor. Diş etlerine nazik davranırken diş plağını yok etmeye yardımcı olan ve dişlerde derinlemesine temizlik sağlayan Philips Sonicare Diamond Clean, diş temizliği ve diş sağlığını birlikte ele alıyor. Sonic teknolojisi sayesinde dakikada gerçekleştirilen 62 bin fırça hareketi, manuel fırçalarla bir ayda yapılan işi, iki dakikada yapmak anlamını taşıyor.
Sonic hareket ile diş eti çizgisi de dahil olmak üzere ulaşılması zor alanlarda bile sıvıyı dişler arasına nazikçe yönlendiren Philips Sonicare Diamond Clean diş fırçası, temizleme, beyazlatma, hassas bakım, derin temizlik ve hassas diş etlerine sahip kişiler için özel olarak tasarlanan diş eti bakımı dahil olmak üzere beş farklı bakım modu sunuyor. Karabatak iş hayatına başladığında bu kadar seçeneğin belirlenebileceği kontrol paneli ve desteklenen özellikler ancak elektrik süpürgesi –daha doğrusu o zamanın elektrik süpürgesi- büyüklüğünde cihazlarda sunulabiliyordu. Bugün bu teknolojiinin sıkıştırıldığı boyut, “ilk uzay gemisinde cep telefonundaki kadar bilgi işlem gücü yoktu” yorumunu hatırlatıyor. Gerçekten Diamond Clean’in özellikleri diş fırçasından çok yeni nesil kablosuz kulaklıklar olan earpod’ları andırıyor. Bunun bir boyutunu tasarımdaki şıklık oluştururken diğer yanında mobil cihazlarda kritik olan şarj konusu yer alıyor. Cam şarj bardağı ve USB’li seyahat çantası ile birlikte sunulan Philips Sonicare Diamond Clean’in tanıtımında yer alan “Tam şarj ile üç haftaya kadar kullanılabilen Diamond Clean elektrikli diş fırçası, seyahat sırasında tercihe göre USB ile dizüstü bilgisayardan veya prizden şarj olabiliyor” ifadesi cep telefonu aksesuarlarında kullanılan ifadelerle birebir örtüşüyor.
Son kullanıcı tarafı her zaman ve her sektörde bu tür bir ilgi çekici yüz olabiliyor ancak sağlık söz konusu olduğunda asıl çarpıcı sonuçları ortaya çıkaran, strateji ve iş modeli oluyor. Karabatak bu konudaki yaklaşımlarını, “Health Continuum-Sağlık Döngüsü yaklaşımını benimsiyoruz. Bu yaklaşım sayesinde sağlıklı yaşamdan başlayarak önlem alma, teşhis, tedavi ve evde bakıma kadar birçok alanda inovatif çözümler sunuyoruz. İnsanların kendi sağlıklarını kontrol altına almaları için onları teşvik ediyoruz. Değer odaklı sağlık sistemine geçişin hızlanmasıyla birlikte büyük miktarda veri kullanımıyla kitle sağlığı yönetiminin yeniden şekillendirilmesi ve optimize edilmesi için çalışıyoruz. Kurum olarak hedefimiz insanların sağlıklı yaşam sürdürmeleri ve sağlık hizmeti sağlayıcılarının daha iyi personel, hasta deneyimi ve daha düşük maliyetle geliştirilmiş sağlık sonuçları olarak dörtlü hedefe ulaşmalarına imkân veren yapay zeka teknolojileri geliştirmek” şeklinde konuşuyor.
Son cümle, 2030’da 15,7 trilyon dolara ulaşacak bir ekonomi yaratacak yapay zekaya atıfta bulunması kadar insan ve deneyim odağını içermesi ile sağlıklı bir dönüşüm reçetesi ortaya çıkarması ile de dikkat çekici. Nüanslar da aynı derecede önem taşıyor.
“Yapay zekanın, giderek artan bir şekilde nüfus sağlığı yönetiminin kişiselleştirilmiş ve proaktif bakım sunmasını sağlayacağına ve yetersiz kalan sağlık hizmetleri sistemindeki yükü hafifleteceğine inanıyoruz” diyen Karabatak, “Yapay zekanın diğer teknolojilerle birlikte bu vizyonun gerçeğe dönüşmesine yardımcı olabileceğini düşünüyoruz. Ancak teknolojiyi bir başlangıç noktası olarak almak suretiyle değil. Sağlık uzmanının ve hasta veya tüketicinin ihtiyaçlarının her zaman ön planda olması gerektiğine inanıyoruz. Teknoloji, bunların ihtiyaçlarına uygun hale getirilmeli, yeteneklerini geliştirmeli ve daha iyi sonuçlar elde etmelerine yardımcı olmalıdır. Bu yüzden adaptif zekanın gücüne inanıyoruz” diye devam ediyor.
Karabatak bu sözleri sadece teorik bir kehanet olarak ortaya koymuyor; senaryo örneklerinin oluşturulduğu bir zeminde harekete geçmek için koşullar hazır ve ortaya çıkacak ekonomik fayda konusunda da bir öngörü oluşturulmuş durumda. Karabatak, “Yapay zekanın doktorların, tüm popülasyonlar için öngörülü bakım sağlamak üzere sağlık bilgilerindeki korelasyonları ve kalıpları ortaya çıkarmasına olanak sağlayacağına inanıyoruz -örneğin, belirli bir şehirdeki insan gruplarının hastalık geliştirebileceği zamanı kestirerek. Bu, doktorların koruyucu önlem faaliyetlerde bulunmalarını, sağlık riskini azaltmalarını ve gereksiz masraflardan tasarruf etmelerini sağlayacaktır. Sağlık uzmanlarının gereksinimlerine uyum sağlayan ve iş akışları ile bağlantılı kesintisiz bakım için entegre çözümler geliştirmeyi hedefliyoruz. Bu değere dayalı bakıma dönüşüm, dijital inovasyonun ve bağlı teknolojilerin avantajları ile hızlandırılıyor” şeklinde konuşuyor.
Karabatak, yapay zeka ve büyük veriyle yepyeni bir boyut kazanacak donanım ve yazılım gücünün, varoluşumuzun tüm yönleri üstünde büyük etki yapacağını düşünüyor. “Otomasyon ve robotiğin; ekonominin yanı sıra, sağlık, ticaret ve sanat gibi alanlardaki etkinliği çok kuvvetli bir şekilde hissedilecek. Bilhassa sağlık hizmetleri için gerekli olan insana özgü o dokunuşun yok edilmeden, insan yeteneklerinin artırılacağını görüyorum. Bununla birlikte, yaşam süresinin uzaması faktörüyle, karşımıza çıkacak hastalık çeşitleri de artış gösterecek. Değişen ve gelişen dünyada, yeni durumlarla mücadele etmek için sağlık sistemimizde de ciddi bir reform olması gerekecektir diye düşünüyorum” diyen Karabatak, “Bu reform kapsamında sağlık hizmetleri kişiselleşecek ve hastanelerden ziyade uzaktan 7 gün 24 saat hizmet verebilecek dijital olarak bağlı bir insan ve konum ağı vasıtasıyla sağlanacak. Sağlık hizmetleri ayrıca önlem alma ve erken teşhis ile başlayıp, tedavi ve evde bakım ile biten kesintisiz bir deneyim olarak da sağlanacaktır. Büyük veri olanaklarından yararlanarak masrafları kapsayacak şekilde sağlık hizmetini standartlaştıracak” şeklinde konuşuyor.
2030 hedeflerinin ve öngörülerinin ele alındığı günümüzde yapay zeka ya da adaptif zeka ile desteklenecek bir sağlık sisteminin ortaya çıkaracağı sonuçlar da dikkat çekiyor. Karabatak, “2033’te bir dünya hayal edelim. Dünya ekonomisi, tarihinin bn en büyük ve en hızlı dönüşümünü yaşıyor. 2033’te, dünya nüfusunun artışını sürdürmesi ve 8.3 milyar civarına ulaşması bekleniyor. Bununla birlikte, nüfus yoğunluğu bu söz konusu gelişmekte olan ekonomik olguya kayacak. İnsan hayatında, yaşam süresinin ortalama 84 yaşa çıkması, dünya nüfusundaki artışın önemli nedenlerinden biri olurken; öte yandan da daha küçük bir çalışan kesim ve daha yaşlı bir nüfus yapısına yol açacağı da öngörülen detaylar arasında yer alıyor” diyor. Bu dünyada sağlık hizmetlerinin sosyal güvenlik ile birlikte düşünüldüğü ve değerin farklı noktalara kaydığı dengeler ile karşı karşıya kalacağımızı söylemek mümkün.
Karabatak, “Böyle bir durumda yanıt aranması gereken soru, altyapı, emeklilik ve sosyal güvence gibi temel sistemlerin nasıl yapılandırılacağı olmalıdır diye düşünüyorum. Bunlara ek olarak, istisnasız her alanda gerçekleşen dijitalleşmeyle birlikte sürücüsüz araçlar, büyük veri, sanal gerçeklik, bağlı cihazlar ve nesnelerin interneti gibi kavramlar da dünyamızı temelden değiştirecek. 2033 yılında bu trendlerin oldukça yaygınlaşacağını düşündüğümüzde, birbirine bağlı yüzlerce cihaz nedeniyle veri her yerde ve kolayca ulaşılabilir olacağından, artık gizlilik için para ödeyeceğimiz bir döneme gittiğimizi söyleyebilirim” diyor.
Bu, çok ciddi bir inovasyon ihtiyacı anlamına geliyor. Bu nedenle sağlık bakımının giderek kişiselleştiği bu dönemde anlamlı ve sürdürülebilir inovasyonlar yaparak dünyayı daha sağlıklı hale getirmeyi vurgulayan Philips, 2030 yılına kadar her yıl 3 milyar kişinin hayatını iyileştirmeyi hedefliyor.
Bu değerlendirme ve hedeflemenin nitel ve nicel boyutu, inovasyon konusunu dikkatle değerlendirmeyi ve farklı alanlara yöneltmeyi gerektiriyor.
Sağlık sektöründe bir sonraki büyük gelişme olması beklenen tele-sağlık konusunda elde edilen sonuç, ilerlemeyi değerlendirmeyi kolaylaştırıyor. Karabatak, “Çevrimiçi tarama, takip ve izleme imkânı sunan tele-sağlık ürünümüzle hekimlere ve sağlık kuruluşlarına, artan hasta akışını yönetmelerinde yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bu şekilde, hekimlere ve hastanelere gereksiz ziyaretleri önlemeyi amaçlarken, hastaların uzaktan takibine de yardımcı oluyoruz. Hastalar otomatik izleme anketleriyle sağlık durumlarına göre risk gruplarına ayrılıyor. Yüksek risk puanına sahip hastalar daha fazla bilgi için çağrı merkezi tarafından aranıyor. Çağrı Merkezi, bakımın gerekli olduğunu tespit ederse, hastayı, hastaneye sevk edebilecek hekimlere yönlendiriliyor. Özellikle dijital sağlık teknolojisinin kırsal alanlarda veya hareket kabiliyeti kısıtlı olan alanlarda yaşayan, kronik hastalığı olan hastaların kullanması bir cankurtaran etkisi yaratabiliyor. Bu gibi özellikle kronik hastalığı olan kişilerin hekimleri tarafından süreçlerinin evden izlenmeleri büyük önem taşıyor” diyor. Bu örnek, sağlıktaki inovasyonun boyutunu gözler önüne seriyor.