Paris’in lüks otellerine “Oryantal” hayat öpücüğü

0
110

Dünyanın en çok turist çeken şehri unvanına sahip olan Paris,  her kıta ve kültürden, sosyoekonomik kökenden insanın hayranlık beslediği bir yer olma özelliğini yüzyıllar boyunca korumayı başardı.
 
Lüks markalara düşkün zengin, Montmartre’ın sokak ressamlarına özenen bohem sanatçı, Sacré Coeur kilisesinde evlenmeyi düşleyen genç kız, Victor Hugo’nun “Notre Dame’ın Kamburu” eserine konu olan Notre Dame’ı gezerken Quasimodo ve Esmeralda’yı düşünen turist ya da Jean-Paul Sartre’ın başı çektiği varoluşçuların mekanı olan Cafe Les Deux Magots’da kahvesini, konyağını yudumlayan entelektüel dünya meraklısı… bütün bu farklı beklentileri olan kesimleri aynı anda kucaklayabilen kendine has bir yer Paris.
 
Kuşkusuz Paris temalı kitaplar, filmler, müzikler de bu ilgiyi besleyen unsurlar.
 
Bunların en son örneklerinden biri de, Amerikalı ünlü yönetmen Woody Allen’ın 2011 yılında çektiği “Gece yarısı Paris’te” filmi. Edebiyat tutkunu genç bir Amerikalı’nın bugünün Parisi’nden “Belle Epoque” dönemine, sanatın, edebiyatın en şaşaalı günlerinin yaşandığı Paris’e kadar uzanan geçmiş arasında gidip gelen fantastik serüvenini anlatan film, kenti bütün güzelliğiyle, yaşanmışlıklarıyla gözler önüne seren bir şölendi.   
 
Paris’in simgesi, her zaman önünde uzun turist kuyruklarının yer aldığı Eyfel Kulesi olsa da, Paris’i Paris yapan tek bir şey yoktur çünkü şehir lüks ve aristokrat görkemle bohem sanatçı hayatı, edebiyatı, kültürü, tarihi, gastronomiyi dengeli bir biçimde bir potada eritebilmiştir ve hâlâ bir numara olmasını sağlayan da bu özelliğidir.
 
Rakamlara göre, Fransa yılda ortalama 80 milyon turist çekerken, bunun ortalama 27 milyonu da Paris’i ziyaret ediyor. 
 
Ancak turizm sektörünü ayakta tutabilmek için aynı zamanda geçmişten kalan mirası da layıkıyla korumayı dolayısıyla da buna ciddi bir maddi kaynak ayırmayı gerektiriyor.  İşte bu noktada da, parası bol, Paris’e de hayranlık duyan Körfez şeyhleri, zenginlerinin devreye girdiği görülüyor.
 
Fransa’da, en tepedeki kesime hizmet veren, oda fiyatları binlerce euro’larla ifade edilen -örneğin, Plaza Athénée’de kral dairesinin günlük fiyatı 26.000 euro! 450 metrekarelik daire kurşun geçirmez kapılara sahip-saray kategorisinde on üç otel var ve bunlardan altısı da Paris’te yer alıyor: Bunlar George-V, Bristol, Plaza Athénée, Meurice, Park Hyatt Vendome ve Raffles Royal Monceau; otellerin saray kategorisinde değerlendirilebilmeleri için istisnai ve mükemmel bir konfor ve hizmetin sunulduğu en az 100 odalı, 5 yıldız kategorisinde yerler olmaları gerekiyor.
 
Paris’teki saray-otellerden George-V’in (yeni adıyla Four Seasons George-V)  sahibi Suudi kralının yeğeni  Al Walid. Al Walid’in daha küçük bir prensken büyükbabasıyla geldiği Paris’teki “egzotik” tatillere bayıldığı biliniyor. Daha sonra, 1999 yılında oteli satın almasında bu hayranlığının rol oynadığı aşikar; Al Walid oteli satın aldıktan sonra işletmeciliğini de Kanadalı grup Four Seasons Hotel’e devretmiş.
 
Vendome meydanında yer alan ünlü Ritz otelinin sahibinin, özellikle Prenses Diana ve arkadaşı Dodi Al Fayed’in Paris’te bir araba kazasında hayatını kaybetmesinin ardından magazine yansıyan haberlerle de, Dodi’nin babası, Mısırlı milyarder Muhammed Al Fayed’e ait olduğunu herkes öğrenmiş oldu.  Otelin tarihi, Hemingway gibi ünlü barları, zamanında Coco Chanel’in de kaldığı devasa odaları Ritz mitine katkıda bulunmuştu. Ancak 2012 yılında restorasyona alınan Ritz eski cazibesini kaybetmiş durumda. Otelin bu yıl yeniden açılması beklenirken, açılış tarihi 2015’e ertelendi. Muhammed El Fayed’in de ekonomik kriz, rekabette zorlanma gibi nedenlerle oteli elden çıkarmak istediği biliniyor.
 
Restorasyondan geçen ve kapılarını bu ayın başında açan Plaza Athénée Brunei Sultanı Hassanal Bolkiah’ın kurduğu Dorchester grubuna ait; yine saray kategorisindeki Meurice’in sahibi de Brunei Sultanı.
 
Öte yandan, 2010 yılında lüks Le Crillon’u almak için 250 milyon euro ödemeyi ancak Suudi bir prens göze alabilirdi. Concorde meydanındaki otelin sahibi olan, Suudi kralının dokuzuncu eşinden oğlu prens Mitab’ın otelin restorasyonu için de oda başına yaklaşık 2 milyon euro’luk bir harcama yaptığı belirtiliyor.
 
Saray kategorisindeki otellerden yalnızca Bristol ve Park Hyatt Vendome “Batı sermayesi”ne ait. Woody Allen’ın “Geceyarısı Paris’te” filminin çekimi için mekan olarak seçtiği, Rolling Stones’un üç üyesinin de bir ay boyunca kaldığı Bristol, Dr. Oetker markasının da sahibi olan Alman milyarder Rudolf Oetker’e ait. Saray olmamasına rağmen lüksü ve muhteşem konumuyla saray kategorisine girmeyi başaran Park Hyatt Vendome ise Amerikalı otel zinciri Hyatt grubunun. Hyatt otelinde geçen ilginç bir hikâye de var. Buna göre, 27 Temmuz 2010’da, Diane adlı Gineli genç bir kat görevlisi kadın otelin bir suitinde banyoyu temizlediği sırada, suitte kalan Katarlı bir prensin tacizine uğrar. Katarlı prens para karşılığında tacizi sürdürmeyi teklif eder ancak hizmetli bunu kabul etmez. Bunun üzerine Katarlı prens “Park Hyatt zincirinin Fransa’daki otellerinde istenmeyen kişi” ilan edilir ve prens de bir daha gelmez. Bu olay, IMF’nin eski başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın New York’taki Sofitel otelinde yine Gineli oda hizmetçisini taciz ettiği yönündeki suçlamaların ardından patlak veren skandala benzetiliyor.
 
Ancak Fransa’daki yatırımlarda son zamanların asıl yıldızı, Katar. Katar emirinin eşi Sheikha Moza ve kızının Fransa’ya hayran olması Katar’ın Fransa’nın lüks sektörüne yatırımlarında ne kadar etkili olduğu bilinmez ama özellikle eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde Katarlı yatırımcılara tanınan imtiyazların önemli bir rol oynadığı bir gerçek. 2008 yılında Katar’a tanınan imtiyazları- Katarlı yatırımcılar fiyatı artan gayri menkuller için vergi ödemiyorlar; ayrıca Katarlı birisi Fransa’daki ikameti sırasında ilk beş yıl serveti üzerinden vergi ödemiyor- sayesinde, ülkeye bol miktarda akan para sadece otelleri değil spor, moda, medya ve emlak sektörünü de ihya etmiş durumda.  Katarlı fon Katara Hospitality’ye ait, 250 milyon euro’ya satılan saray-otel kategorisindeki Raffles Royal Monceau’nun yanı sıra  Cannes’daki Hotel Martinez, Nice’teki Palais de la Méditerranée, Cannes’daki iki casino Barrière -Croisette et les Princes, yine Cannes’daki Hotel Majestic , Gray d’Albion ve Carlton Katarlılar’a ait. Paris’in ünlü Champs Elsysées caddesindeki gayri menkullerde tam 35 bin metrekare Katarlı zenginlerin elinde.
 
Katar’ın yanı sıra Kuveyt, Dubai ya da Abu Dabi fonlarını da unutmamak gerekiyor. Her ne kadar Katar’ın adı çok telaffuz edilse de, Abu Dhabi Investment Authority 900 milyar dolarlık varlığıyla,  fon büyüklüğünde Katar’ı geride bırakır nitelikte.
 
Katar’ın adının çok fazla telaffuz edilmesinin bir nedeni de, son zamanlarda Ortadoğu’daki kaosta radikal İslamcı örgütlere destek verdiği haberleriyle ilgili. Katar her ne kadar yatırımlarıyla Fransa’nın yüzünü güldürse de,  yabancılar konusunda Anglo -Saksonlar kadar liberal olmayan Fransızların bir kesimi buna tepkili.  Katar’ın Fransa’yı satın aldığı, kültürel ve tarihi mirasın Arapların eline geçtiği, hükümetin turizme yeteri kadar destek sağlamayıp, yabancıların satın almalarına göz yumduğu eleştirileri var.
 
Şu bir gerçek ki, Almanya kadar etkili endüstriyel bir güç olmayan Fransa için turizm ekonominin bel kemiği.   Turizm Fransa’nın GSYİH’sinin yüzde 7’sini, istihdamın ise yüzde 5’ini oluşturuyor. Paris  tek başına, sektörde 8 milyar euro’luk bir ciro,  doğrudan ya da dolaylı 300 bin kişiye iş olanağı sağlıyor. Kentte 1 ila 5 yıldız arasında sıralanan bin kadar otelin 242’si 4 yıldızlı, 46’sı ise 5 yıldızlı ve lüks otelcilik de niş bir pazar. Ama tabii ki altın yumurtlayan tavuk niteliğinde bir pazar. Paris’teki gayri menkul danışmanlık hizmetleri şirketi Jones Lang LaSalle Hotels’in yöneticilerinden Gwenola Donet, lüks otellerde oda başına 2,5 çalışan gerektiğine dikkat çekiyor.”Ayrıca bu oteller yenileniyor, büyütülüyor. Bu da sayısız sektörde yeni istihdam alanları yaratıyor” diyor. “Fransa’ya yabancı yatırım gelmesi bizleri ancak memnun eder. Ayrıca oteller de taşınabilir varlıklar değiller.” Donet’nin bu sözleri aslında, küresel dünyanın yeni işleyiş düzenini de yansıtıyor.