BP’den İkili Sınama Çözümleri

    0
    90

    Dünya üzerinde harcanan enerji miktarı artarken uluslararası anlaşmalar karbondioksit salımının düşürülmesini öngörüyor. İnsanların gelir seviyelerinin yükselmesi enerji tüketimini yükseltirken verimlilik arayışı daha önemli hale geliyor. BP, günümüzde fosil kaynakları çıkarmada yapay zeka kullanmaya kadar farklı yaklaşımlarla Ar-Ge’sini bu alana yöneltiyor. KEREM ÖZDEMİR

    Dünya üzerinde bir sorunumuz var. Bu sorun bir sınamaya dönüşüyor. Bu sınama da şu: Ekonomiler daha güçlü hale geliyor. Dünya ekonomisi büyüyor. Yoksul insanlar daha iyi yaşam standartlarına kavuşuyor. Aydınlanma ve ısınma olanaklarının yaygınlaşması; orta sınıfın üst sınıfa yaklaşması gibi gelişmeler çok büyük miktarda enerji tüketilmesine neden oluyor. Dünyanın kalkınmak için enerjiye ihtiyacı var. Enerji farklı kaynaklardan gelebilir: petrol, doğalgaz, rüzgar, yenilenebilir kaynaklar, kömür vb.

    Diğer yandan çevre konusunda büyük ve önemli bir gündem bulunuyor. Paris İklim Anlaşması’na karbondioksit salımını üçte bir oranında düşürüleceği yazılmış durumda. 2030 yılı ele alındığında dünyanın daha fazla enerjiye ihtiyacı olacağını görülüyor ve bu miktar ekonomik büyümeye bağlı olarak şu şekilde hesaplanıyor. Dünyanın ekonomik hasılası her yıl yüzde 3 ila 3,5 oranında artıyor. Bu, yüzde 2 ila 2,5 oranında daha fazla enerjiye sahip olmanız gerektiği anlamına geliyor. 20 yıl bazında düşünüldüğüne, enerji ihtiyacının yüzde 30 ila 40 artacağı görülüyor.

    BP bu konuda öncülük eden enerji şirketlerinden biri. BP Türkiye Akaryakıt Ülke Müdürü Martin Thomsen, “Paris Anlaşması’nın bize emisyonu düşürme konusunda söylediği ile birleştirildiğinde bu, bir ikilem oluşturuyor. Daha fazla enerjiye ihtiyacımız var ama bunu daha az karbondioksit salarak üretmemiz gerekiyor. Biz buna ikili sınama adını veriyoruz.

    İkilinin anlamı, iki şeyin farklı yönlerde hareket etmesine işaret eden bir niteleme. BP bu konuda öncülük eden enerji şirketlerinden biri” diyor. Bu öncülük BP Türkiye’nin kendisini artık geleneksel bir petrol ve doğalgaz şirketi yerine ısınma, aydınlanma ve ulaşım olanakları sunan bir enerji şirketi olarak tanımlamalarına da yansıyor.

    Petrol ve doğalgazdan, ısı, ışık ve mobiliteye geçen BP, bu ikili sınama karşısında önemli bir rol oyama niyetini taşıyor ve bunu gerçekleştirmek için yeni yöntemler geliştiriyor. Thomsen, bu sınama ile yüzleşirken RIC adını verdikleri bir strateji geliştirdiklerini söylüyor. RIC harfleri sırasıyla karbondioksit emisyonunu düşürmeye (Reduce), akaryakıt kalitesini iyileştirmeye (Improve) ve yeni ürünler ortaya çıkarmaya (Create) dayanıyor.

    Karbondioksit salımının azaltılması konusu, petrol ve doğalgazın çıkarılması sırasında uygulanan yeni süreçler ile karbondioksit salımının düşürülmesini de kapsıyor. Üretim sahalarında üç dört metreye çıkan alevlerin engellenmesi de dahil olmak üzere çeşitli adımlar gündemde yer alıyor. Aynı zamanda karbondioksitin depolanması için de yöntemler geliştiriliyor. Bu yeraltında ya da mağaralarda yapılmaya çalışılıyor. Rafinerilerde bio-elemanların kullanılması ile fosil elemanların oranının düşürülmesi, bu arayışın bir diğer boyutunu oluşturuyor. Thomsen, çok kısa bir süre önce bunu Almanya’da yapmaya başladık diyor. Bu daha çok işin kısma boyutu ile ilgili bölüm.

    Kısaltmanın ikinci harfi I iyileştirme (improve) sözcüğünün kısaltması. Ürünlerin iyileştirilmesi konusu da aynı derecede önem taşıyor. Thomsen, “Bunu yaparken büyük Ar-Ge merkezlerimizi kullanıyoruz. Bunlardan biri, Almanya’da Bochum’da ve diğeri de İngiltere’de Londra yakınlarında bulunuyor. Buralarda Ar-Ge’ye yılda 80 milyon dolar civarında harcama yapıyoruz. Bu bölüm, üç açıdan olabilecek en iyi ürünü ortaya çıkarmaya çalışıyor” diyor.

    “Bunlardan ilki ürünün üretilmesi sırasında daha düşük düzeyde karbondioksit harcanması ve ürün –örneğin bir akaryakıt- tüketildiğinde bunun müşterilerimiz için daha verimli olması” şeklinde konuşan Thomsen, “Bunu petrokimyasallarda ve yağlarda daha açık görebilirsiniz. Yağlar büyük miktarda teknoloji kullanıyor. Biz petrol satmıyoruz; petrol mühendisliği satıyoruz. Petrol aracılığıyla mühendislik satıyoruz. Yakıtlar tarafında yeni nesil yakıtlar geliştirmekten hoşlanıyoruz” diyor. BP, bunlara üst düzey ya da primli yakıtlar adını veriyor. Çevreye ve müşteriye sağlanmaya çalışılan katkıların başında, yakıta teknolojiyi ekleyerek daha düşük emisyon sağlamak geliyor. Yakıt yanma çemberinde ya da piston yuvasında yandığında arkasında pislik bırakıyor ve bunun bir kısmı egzosttan atılırken kalan kısmı içeriye yapışıyor. Thomsen, “Bizim uğraştığımız en önemli meselelerden biri bu. Normal akaryakıta eklediğimiz katkı maddeleri ile –bunların üretiminde özel üreticiler ile çalışıyoruz- bu alanda etki yaratıyoruz. Piyasaya sürdüğümüz akaryakıtların her neslinin ortaya çıkarılması üçdört yıl alıyor” diyor. Bunun tüketici tarafına yansıması verimlilik şeklinde oluyor: kilometre başına harcanan akaryakıt miktarı düşüyor. Aynı zamanda kirlilik de azalıyor. Bu konuda büyük çıkarmasını Aktif Teknoloji adını verdiği teknoloji ile 2015’te İspanya’da gerçekleştiren BP, bunu daha sonra İspanya’dan bütün dünyaya yayıyor.

    THOMSEN, “Bu Ar-Ge’nin çalışmasının bir sonucu. Buradaki başarı, OEM’ler, katkı maddesi üreticileri ve Almanya’daki Ar-Ge merkezimizin çalışması sonucu ortaya çıktı. Bizim için akaryakıtın teknolojisi ve kalitesi çok önemli” şeklinde konuşuyor.  Değişen koşullar, başarı kavramının da yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. 20 yıl sonra otomobil sahipliği diye bir kavram ortadan kalkmış olacak. Araç paylaşımı, elektrikli araçlar ve otonom sürüş egemenliği ele geçirmiş olacak. Bugünler geldiğinde olası bir dolaşma ya da gezinme senaryosu, cep telefonunu ele alıp bir otonom araç çağırma, bu otonom aracın diğer kişileri de toplaması ve kimsenin otomobili sürmediği bir ortamda insanların sohbet ederek gidecekleri yere götürülmesi

    olacak. Thomsen, “Biz bunun bir devrim değil, evrim olacağını düşünüyoruz. Ben kişisel olarak şu anda bir balonun içinde olduğumuzu düşünüyorum. Bu geçmişteki intenet balonuna benziyor. Bu yorumu yapmama neden olan çeşitli nedenler var. İlk olarak, OEM’ler buna tam olarak hazır değil. Batarya teknolojisi beklendiği şekilde gelişmiyor; bugünkü hız beklendiği kadar yüksek değil. Ve şu anda bu sistemi besleyecek elektrik şebekesi mevcut değil” şeklinde konuşuyor.

    Bu şebekeyi oluşturmak çok kolay bir iş değil. Bu sadece bir şebeke teknolojisi sorunu değil, aynı zamanda regülasyonların da buna göre şekillendirilmesi gerekiyor. Telekomünikasyonda 5G geçişi ile ilgili yaşananlar, bu alanda yaşanacaklar hakkında da bir fikir veriyor. Tabii bir de bu adımlar atılırken oluşacak faturayı kimin ödeyeceği sorusu var.

    Batarya tarafında teknoloji ilerliyor ancak BP’nin bu konudaki yaklaşımının temelinde, yine dijitalleşmenin etkisi ile dinamizm kazanan hayatın yarattığı yeni gerçekler yatıyor. Thomsen, “Biz kimsenin aracını şarj etmek için bir buçuk saat bekleyebileceğinizi düşünmüyoruz çünkü sizin ulaşım şablonunuz bundan daha hızlı. Bu nedenle biz, elektrikli araçların çok hızlı şarj edilmesi gerektiğini düşünüyoruz” diyor.

    Geleneksel içten yanmalı bir araçta depoyu doldurmak üç-dört dakika alıyor. Ödeme ile birlikte bu süre yedi sekiz dakikaya çıkıyor. Thomsen, “Bu dünyadan gelen insanlar bile araçlarını şarj etmek için bir buçuk saat bekleyemez. Bu yüzden batarya teknolojisine ve hızlı şarja büyük önem veriyoruz. OEM’ler bu konuda önemli adımlar atıyor. BP’nin bu konudaki yol haritası ise şöyle ilerliyor: İngiltere’de 6 bin 500 noktası ile yaygın elektrikli araç şarj ağı Chargemaster’ı satın alan BP, dünyanın en önemli hızlı şarj teknolojisi şirketi StoreDot’a da yatırım yaptı. BP’nin yatırımı elektrikli araçların şarj süresinin 10 ila 15 dakika arasında olması gerektiği düşüncesinden kaynaklanıyor” ifadelerini kullanıyor. StoreDot’ın geliştirdiği teknolojinin bu süreyi beş dakikaya kadar düşürebileceği öngörülüyor. Son olarak Renault ile oluşturulana benzer ortak girişimler bütün bu zinciri bir araya getirmeyi hedefliyor.

    Bütün bu adımlar, BP’nin performans anlayışı ile yakından ilgili. Thomsen, “Bizim işimiz kalite ve servis ile ilgili. Bu nedenle Ar-Ge’yi kullanarak olabilecek en iyi ürünleri ortaya çıkarıyoruz. Bu nedenle elektrikli araçlarda da eğrinin üzerinde kalmayı hedefliyoruz ve perakende noktalarımızda mağazalar, kahve gibi sunumları önemsiyoruz. Ben buna enerji diyorum. Çünkü benim çocuklarım ne yaptığımı bilmiyor ve eşim için ne yaptığımın önemi yok. Ben akaryakıt değil enerji sunuyorum. Bu enerji, benzin, motorin ya da elektrik otomobil için elektrik olabileceği gibi iyi bir çerez, çay, kahve, 10-15 dakika konaklayabileceğiniz rahatlatıcı bir ortam olabilir. Bu nedenle ben kendimi, insanların enerji tedarikçisi olarak tanımlıyorum” dedikten sonra “Bir akaryakıt tankeri gördüğümde, bu insanların hareket etmesine ve ulaşımına yönelik enerji diyorum. Ürünlerimizin kalitesi ve servisimiz nedeniyle insanların kendilerine değer verildiğini hissetmeleri ise bizim işimizin küçük sırrı çünkü memnun kalırlarsa yeniden gelirler ve rakibe gitmezler. İşin güzelliği de burada” diye ekliyor.

    Elektrikli otomobiller yaygınlaşırken yeniden oluşan dengeleri ele almak gerekiyor. BP, şu anda otomobil pazarında elektrikli otomobil parkının yüzde 1 olan payının 2040’ta yüzde 15’e ulaşacağını öngörüyor. Ancak işin içine farklı bir metriğin katılması ile buradaki hesap daha ilgi çekici hale geliyor: gidilen toplam kilometre içinde elektrikli araçların payı. Thomsen, “Biz bunun yüzde 15’in üzerinde ve yüzde 20 ile 25 arasında olacağını düşünüyoruz. Çünkü kullandığımız otonom araç 7 gün 24 saat çalışıyor olacak. Bu, günümüzde otomobilinizi sabah 7:00-akşam 8:00 kullandığınız sistemden farklı” diyor.

    Bu dünyada herkesin rolünü açık bir biçimde tanımlaması gerekiyor. Uzmanlıklarının ulaşım konusunda olduğunu söyleyen Thomsen, ulaşım konusunda kaliteli ürünlerle katkı sağlamaya odaklandıklarını ve en önemli kozlarını dağıtım ağları olduğunu ifade ediyor. Bu net tanımlama içinde akıllı şehir yazılımları ile trafik yoğunluğu hesaplamak gibi unsurlar yer almıyor. BP, bu sürece katkıda bulunmak için gerekli araçlara ve yetenek kümlerine sahip olmadıklarını söylerken fosil yakıtların çıkarılmasında yapay zeka kullanmak gibi adımları bundan ayrı tutuyor. 5 bin metreye inene kadar ortaya çıkarılabilecek fosil yakıt kaynağının ne olduğunun bilinmediği arama oyununda bu noktaya gelindikten sonra doğalgaz ile karşılaşılması durumunda başka türlü sondaj yapılmasına petrol durumunda ise daha farklı bir şablona geçilmesi gerekiyor. Bu zorlu bir oyun ve buradaki maliyetin ve sonuç almanın zorluğu, Ar-Ge’nin farklı boyutlar kazanmasına yol açıyor. Fosil yakıtların çıkarılması sürecinde toplanan verinin inanılmaz derecede büyük olması ve bu verinin daha önceden işlenemiyor durumda bulunması, yapay zeka macerasının heyecanını artırıyor. Thomsen buradaki stratejilerini “Biz ulaşımda güçlü bir oyuncu olmayı hedefliyoruz ama bunun için trafik sıkışıklığını hesaplayacak yazılım işine girme niyetimiz yok. Bizim rolümüzün, sunduklarımız ile yeni ulaşım konseptini daha iyi işler hale getirmek olduğunu düşünüyoruz” sözleriyle kalın bir biçimde çiziyor.

    Asıl odaklanmaya yani daha geniş bir ağ üzerinden müşterilere kaliteli servis sunmaya dönüldüğünde Türkiye’de yapılacak çok işlerinin olduğunu ifade eden Thomsen, “İngiltere’de insanlar alışverişlerini bizim istasyonlarımızda yapıyor çünkü orada bizim Marks&Spencer süpermarketleriyle bir anlaşmamız bulunuyor. Türkiye henüz bu kadar olgunlaşmış değil” şeklinde konuşuyor.

    Türkiye gibi kendisinin de evrim geçirmek zorunda kalacağını söyleyen Thomsen, “Bir şey doğru: Petrol ve doğalgaz gelecekte de önem taşımayı sürdürecek. Dünya gelecek 25 ila 30 yılda petrol ve doğalgazdan vazgeçmeyecek. Bizim tahminimiz enerjinin yaklaşık yüzde 50’sinin hala petrol ve doğalgazdan geliyor olacağı şeklinde. Benim BP’deki işimde gelecek 10 yılda yaşanacak değişime uyum sağlamak için bir evrim geçirmem gerekecek. Bu dünyada perakende istasyonlarına en iyi sunumu getirmek de önem taşımayı sürdürecek” diyor.