Fortune Yuvarlak Masa: 2019 nasıl olacak?

    0
    97

    2019 yılı hem Türkiye hem de dünya ekonomileri için zor bir yıl olacak. Ekonomik büyümenin yavaşladığı bu dönemde şirketlerin rotasını yurtdışına çevirdiği görülüyor.

    Geçtiğimiz yıl ağustos ayındaki kur dalgalanmaları ekonomideki tabloyu da değiştirdi. Özellikle özel sektörün borçluluğu ve yükselen enflasyon ekonominin en önemli gündem maddelerinden biri oldu. Diğer yandan, ABD başta olmak üzere İngiltere’de Brexit ve Avrupa ülkelerindeki sorunlar 2019 yılında da izlenmeye devam edecek gibi görünüyor. Four Seasons Hotel Bosphorus’ta iş dünyasının önemli temsilcileriyle biraraya gelerek sektörlerine ilişkin gelişmeleri konuştuk. Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, Ant Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Okay, Globalturk Capital Yönetici Ortağı Barış Öney, Carrefoursa Genel Müdürü Kutay Kartallıoğlu ve İş Bankası Genel Müdür Yardımcı Yalçın Sezen sorularımızı yanıtladı.

    Emre bey, 2019 yılında ekonomiye ilişkin öngörüleriniz nedir?

    EMRE ALKİN: 2018 yılının dördüncü çeyreği ve 2019’un birinci çeyreğinde negatif büyüme bekleniyor. Tabi bilançoların küçülmesi ve insanların harcama ve yatırım önceliklerini değerlendirmesinin etkisi var. Bir de finansman tarafına baktığımızda özel sektörün 244 milyar dolarlık borcu yavaş yavaş 200 milyar dolara indi. Döviz düştükçe döviz alıp borçlar kapatılıyor. Bu iyi bir şey ama aynı zamanda üçüncü çeyrek büyüme rakamlarına baktığımızda ciddi bir stok erimesi var. Demek ki ithalat yapmıyoruz. Bu stok erimesinin ve hükümetin ortaya koyduğu vergi indirimlerinin talebe yansıyan taraflarını olumlu şekilde gördük ama üretim talebine yansıyan taraflarını göremedik. Nitekim kasım ayı kapasite kullanım oranları 73’e kadar geriledi. İhracatta yüzde 80’in üzerinde kapasite kullanımı var. Bu mevcut kapasite ile iç ve dış talebi yetişmeye çalışıyorlar anlamına geliyor. İç talepte zaten bir hareket yok, dış talep canlı fakat ciddi bir sorun var. İthalatı kestiğimiz için konteynır gelmiyor Türkiye’ye, konteynır gelmediği içinde ihracatçı konteynıra mal koyamıyor. 2019 yılına ilişkin beklentileri de seçim öncesi ve seçim sonrası olmak üzere iki ayırmak lazım. Yerel seçimlerden sonra büyüme modelinin bir kere daha masaya yatırılacağını tahmin ediyorum. Çünkü bu kozmetik düzeltmelerle bir yere gidemeyeceğiz. Ancak yeni ekonomik planda zaten hükümetin hem büyüme oranlarına, hem işsizliğe, hem de enflasyona eskisine göre daha gerçekçi bir bakış açısı getirdiğini görüyorum. Eskisi gibi yüzde 7 büyüme tahminleri yok daha düşük büyümelere razı olacağız. Diyorum ki koşan atı tımar etmek zaten mümkün değildi, hazır at durmuşken hafif bir tamirata başlasak iyi olur. 15 Temmuz’da alçakça saldırıya maruz kaldı Türkiye, buradan toparlanmak için ciddi bir büyüme hızı elde edildi. Fakat bizim büyümeden kalkınmaya modeline geçmemiz lazım.

    2019 için olumsuz bir tablo var ama özel sektörün biraz inisiyatif alması lazım. Özel sektörün önemli bir kısmı 60 yıldır devletten hep teşvik istemiş, bugün teşvik görmemiş herhangi bir sektör bulmak zor. Ancak, teşvik modelinin de gözden geçirilmesi lazım. Çünkü mevzuatı çok karışık o kadar çok teşvik var ki kimse kullanamaz hale geldi. Devletin de bunu ele alması lazım. Özel sektörün yine Türkiye’yi olumsuz pozisyonundan çıkaracağını düşünüyorum. Türkiye’yi doğru bir yere götürecek olan adalet, özgürlük ve eğitim konusu konusundaki yapısal reformların hayata geçirilmesi lazım. 2019 bunun için ciddi bir fırsat.

     

    Mehmet bey gayrimenkul sektöründe kur ve faizlerdeki yükseliş etkisiyle sektörde talep daraldı. Şu andaki durumu değerlendirir misiniz?

    MEHMET OKAY: Hem yurtiçinde hem yurtdışında çalışan bir firma olarak iki tarafı da değerlendirmek istiyorum Yıllardan beri sektörde yurtdışında da iş yapalım, orası iyiyken yurtiçini destekleyelim diyorduk. Ya da yurtiçinde işler iyiyken diğer tarafı destekleyelim gibi… Yurtdışında biraz işi olanlar sektörde daha iyi durumda. Sadece yurtiçine çalışanlar maalesef arz talep dengesinin bozulmasından etkileniyor. Şu anda ciddi bir konut stoğu birikti. Tabi satışların düşmesinde birkaç tane faktör var. Malum arsa fiyatlarının yüksekliği, bunun konut fiyatlarına yansıması, enflasyonun etkisiyle alım gücünün azalması… Türkler için gayrimenkul her zaman bir yatırım aracıdır. Ancak bugün geldiğimiz noktada rekabet ve nakite sıkışanlar nedeniyle ucuza satışlar sonucunda şimdi aidat sorunları ortaya çıktı. Sektör olarak nerede yanlış yaptık? Gayrimenkul işine kontrolsüz bir şekilde çok farklı sektörlerden kişiler girdi. ABD’den örnek vermek istiyorum. Biz uluslararası iş yapan 250 müteahhit içinde 70-80’inci sıralardayız. ABD’de iş yapmak istediğimizde ‘gel, şu sıradasın’ demedi. ‘ABD’li bir firmayla yüzde 50 ortak olarak iş yap, rüştünü ıspatla’ dedi. Dolayısıyla Türkiye’de sektör, iyi para kazanılması nedeniyle cazip görüldü. Arsası olan sanayiciler projeler yaptı. Türkiye’de herkes bu rüzgara kapıldı. Ancak, dünyada böyle bir durum yok. Bir de sektörle ilgili açıklanan veriler çok gerçeği yansıtmıyor. Bazı moral verici haberler doğru ama bazı haberlerde yanıltıcı oluyor. Örneğin, birisi evini satmış, başkası almış. İstatistiklere şu kadar konut satıldı diye giriyor. Ama bunlar ekonomiye katma değer sağlamıyor. Bunları görenler biraz frene bastı ama görmeyenler maalesef gaza bastı. Rusya ile uçak krizi sonrasında gönderilmeyen 30 firma arasındaydık. İşlerimize devam ettik. Ama tek pazarda kalmak iyi değil diyerek Ruslarla birlikte Londra’da taahhüt işleri yapmaya başladı. Metrekaresi 50 bin pound’a satılan evler evler yaptık. Mermerinden tutun her türlü malzemeyi Türkiye’den gönderdik. Londra’da eski binalar ama yıkıp yeniden yaptırmıyorlar renovasyon ediliyor, korunuyor. Fakat dikkatimi çeken şey Türkiye’de, metrekaresi 50 bin pounda satılan bir yer görsek hemen yanında yeni imarla, kentsel dönüşüme başlıyoruz. Şu an İngiltere’de fiyatlar çok yüksek, ama kiralık ev bulamıyorsunuz. Buna rağmen binalar yıkılıp daha yükseği yapılmıyor, şehir korunuyor ve ihtiyaca göre imar veriliyor. Devletin burada müdahaleci edici olması, ihtiyaca göre imar izni vermesi lazım. Biz inşaatçılar arsa bulduk mu hemen proje geliştiriyoruz, kontrolsüz bir büyüme yaşanıyor. Şimdi Emlak Bankası varlığa dayalı menkul kıymet üretecek. Bu tür gelişmeler lokomotif dediğimiz sektörü harekete geçirebilir ama zaman alacak tabi. 

    Kutay bey perakende sektörü açısından nasıl bir yıl olacak? Gıda enflasyonu düşmüyor. İndirimlerin etkisi oldu mu?

    KUTAY KARTALLIOĞLU: Nihai tüketici alışveriş yaparken enflasyonu algılıyor. Dolayısıyla sanki enflasyonu marketler çıkarıyor gibi bir algı oluşuyor. Büyük market zincirleri halka açık. Dolayısıyla ne kadar kar edip etmediği bilançosunda görülüyor. Aslında arka tarafta müthiş bir üretici enflasyonu var. Bizim gibi büyük zincirlerin sattığı hızlı tüketim malları ve tarım ürünlerinin birçok girdisi ithal. Dolayısıyla döviz dalgalanmasında mevcut stoklarıyla üretim yaptılar. Yeni üretim için ara mal ve hammadde ithalatı yaptılar. Ayrıca, enerji zamları da maliyetlerini artırdı. Bizim tedarik ettiğimiz mal gruplarında inanılmaz fiyat artışları yaşandı. Bizim gibi perakendeciler zamlı ürün satmamak için üreticilerle mücadele ediyor. Yani biz tüketici ile aynı taraftayız. Hammadde girdisinden dolayı fiyat artışı yapması gereken ama perakendeciye de bunu kolay kolay kabul ettiremeyen bir üretici kitlesi var.  Hükümetin başlattığı 50 temel üründe yüzde 10 indirim kampanyasını destekledik. Hatta Carrefoursa olarak bugün biz yaklaşık 260 üründe yüzde 10 indirim yapıyoruz. Yerli üretimi destekliyoruz. Ürün başına ortalama fiyat parametresi ile etkiliyor tabi ama sepet başına bir azalma var. Örneğin, daha önce 1 kilo alınan ürün şimdi yarım kilo alınıyor. Ya da daha önce et alınırken şimdi tavuk alınıyor. Pirinç yerine makarna alınıyor gibi. Bu da ortalama sepeti baskılıyor. Son 5 yıldır enflasyonun 2-3 puan altında sepet toplamında fiyat artışı yapıyoruz. Sektör bu farkı verimlilik artışıyla, operasyonuyla kapatıyor. Biz enflasyonu ciromuzda göremiyoruz. Burası istihdam deposu bir sektör. 10 bin çalışanımız bulunuyor. 1 Ocak’ta zamlar geldiğinde sektörü oldukça zor bir sınav bekliyor. 

    Barış bey birkaç yıl öncesine kadar özel sermaye fonları Türkiye’ye ilgi gösteriyordu. Şu anda durum nedir? 2019 yılında nasıl olmasını bekliyorsunuz?

    BARIŞ ÖNEY: Maalesef 5 veya 7 yıllık yatırımlar olan özel sermaye fon girişleri yavaşladı. Türkiye’ye yoğun ilgi gösteren bu fonlar bugüne kadar 300-350 civarında şirkete yatırım yaptılar. Şirketler daha hızlı büyüsün diye 10-15 milyon doların üzerinden yatırım yapan fonlar bunlar. Bugüne kadar yatırım yaptıkları ülkelerde parayı döviz bazında 5 yılda üçe-dörde katlayabildiler. Bunu Avrupa’da bile yapabildiler. Şimdi Türkiye ve yükselen pazarlar dediğimiz Çin, Hindistan, Güney Amerika, Doğu Avrupa ve Rusya’da da bu getirileri elde etmek istiyorlar. Ancak, Gezi Parkı olaylarından bu yana yaşadığımız sıkıntılı süreçte bu yatırımcılara cazip bir yatırım ortamı sunamadık. Fonların 2013-2014 yıllarında yatırım yaptığı şirketler TL bazında 3-4 misli büyüseler dahi şirket değerleri döviz bazında aynı kaldı.  Hem devalüasyon hem faizlerdeki bu getiriyi elde etmelerine müsaade etmedi. Bu fonlar yatırım yaptıkları şirketlerden 5 veya 7 yıl sonra çıkış yapıyorlar. Türkiye’de geçen yıl özel sermaye fonlarının yatırım yaptığı şirketlerden kilometre taşı olabilecek dört halka arzla çıkış oldu: Mavi, Dominos Pizza, Medikal Park ve Doğtaş. Aslında Türkiye burada büyük bir sınav verdi. En kötü zamanında bile şirketlere çıkış olanağı sağladı. Bu imkanlar bugün de var. Bazı özel sermaye fonları, büyük çokuluslu şirketler yatırım yapmaya devam ediyorlar, görüşmeler sürüyor. Ama süreler uzuyor. Eskiden belki bu süre 6-9 ayda biterken, şimdi 2-3 senelere senelere uzayan süreçler var bir türlü karar veremiyorlar.

    Fiyat nedeniyle mi sonuçlanmıyor?

    ÖNEY: Fiyatın çok önemi yok, şimdi çok uygun bir ortam var diyoruz. Şimdi seçim nedeniyle mart sonuna kadar başka bir Türkiye var, mart sonundan sonra başka bir Türkiye var. Yabancı yatırımcı doğal olarak dengenin nerede oluşacağını görmek için bekliyor. Dünya ülkelerinde de sıkıntılar var. ABD, İngiltere, İtalya, İspanya, Fransa… Türkiye’de son birkaç yıldır bir algı sorunu var. Bu nedenle yapısal sorunlara öncelik vermeliyiz. Yabancı yatırımcı bunlardan etkileniyor çünkü. Şu anda Türkiye gelecek hazırda bekleyen 2 milyar dolarlık bir fon var. Maalesef bu beklemeler yüzünden gelemiyor. Ama günün sonunda gelecek.

    Yalçın bey son yıllarda bankaların teknoloji yatırımlarına ağırlık verdiklerini görüyoruz. Dijitalleşme sektörü nasıl değiştiriyor?

    YALÇIN SEZEN: Mobilin hayatımıza girmesiyle hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. Dijitalleşmeden etkilenen sektörlerin başında da bankacılık geliyor. Bankalar hem teknolojiye hem de bunun getirdiği yeniliklere yatırım yapmak zorunda. Müşteri beklentileri değişiyor. Dijital dönüşüm çalışmalarına baktığımız zaman banka içinde yaptığınız teknik iyileştirmelerin yanı sıra müşteri tarafında yaptığımız çalışmalar var. Son yıllarda mobil bankacılıkta hızlı bir gelişim var. Son 3 yıldır, her yıl 1 milyonun üzerinde yeni mobil bankacılık müşterisi kazanıyoruz. Şu anda 6.5 milyonu aşkın mobili kullanan müşterimiz var. Bugün bankacılık işlemlerinin yüzde 50’sinden fazlası mobilden yapılıyor. Müşteri şubeye otoritenin zorunlu kıldığı, müşteriyi tanıma zorunluluğu olan işlemler için geliyor. Müşterinin beklentileri değiştiği gibi şubelerin de rolü değişiyor. Bankacılık anlamında tavsiye alma, etkileşimde bulunma gibi şubelerinde hâlâ hayatımızda yeri var. Yani tamamen yüzde 100 mobil bankacılık değil. Toplam işlemlerimiz içinde mobilin payı yüzde 50, dijitalin payı yüzde 90’larda. Yüzde 10’luk bölüm hâlâ şubelerde. Otoritenin izin verdiği yeni bir takım alanlarla şubelerin önümüzdeki dönemde rolü biraz daha daralacak. Ama şubeler hayatımızda kalmaya devam edecek. Bu ortamda şubelerin de dijitalleştiğini görüyoruz. Bu kâğıtsız bankacılık, işlemlerin daha otomasyonlu hale gelmesi anlamına geliyor. İmzaların tablette alınması, kâğıt üretilmemesi otomatikman şubede yapılan işlemlerin ana sistemde doğrudan girdi olarak bulunması, bu şubelerin dijitalleşmesi kapsamında karşılaştığımız olay. Yine bahsettiğim gibi etkileşim şekli de değişiyor. Şubeye havale geldi mi diye sormaya gidilmiyor. Artık bilgi sormak için şubeye gitmeye gerek yok. Dijitalleşen dünyada şube tarafında ölçeklerin de küçüldüğünü görüyoruz. Eskiden iki-üç katlı büyük şubeler vardı. Şimdi görece olarak metrekare olarak küçükler. Önümüzdeki dönem şubelerde çalışan sayısı tarafında bir azalma olduğunu göreceğiz. 

    Mobil bankacılığı ağırlıklı olarak gençler kullanıyor tabi…

    SEZEN: İş Mobil’i kullanan en yaşlı müşterimiz 96 yaşında. Güven sorunu yok yani İş Cep’i 2007 yılında çıkardık. 2012-2013 yılından sonra mobille daha fazla haşır neşir olmamızın etkisiyle mobil bankacılığın da daha fazla kullanmaya başladığını görüyoruz.

    Emre bey dijitalleşme ne tür risk ve fırsatlar barındırıyor?

    ALKİN: Dijitalleşme nesiller arası çatışmayı bir nebze ortadan kaldırması açısından şu ana kadar düşündüğümüz bazı riskleri ortadan kaldırıyor. Dijitalleşmenin kaçınılmaz olduğunu kabul edip avantajlı taraflarına bakmamız lazım. 2027 yılında Amerika’da freelance çalışanların sayısının bordrolu çalışan sayısını geçeceği konusunda istatistikler var. Türkiye’de ise 2030’dan sonra serbest çalışanların bordrolu çalışanların sayısının üzerine çıkma ihtimali var. Bunu kabul etmemiz lazım. Fakat bazı sektörler ölecek. Bu sektörler öleceklerini şu an kabul etmiyorlar. Bunu kabul etmedikleri için de devletten sürekli teşvik istiyorlar.

    Hangisi sektörlerin ölmesi öngörülüyor?

    ALKİN: Tekstilin bazı sektörleri, derinin bazı tarafları ve ayakkabı sektörü bunların başında geliyor. Bunlar enflasyona da ciddi katkıda bulunan sektörler. Ayakkabı, çanta, giyim gibi… Tabii burada kilogram değeri 25 doların üzerinde üretim yapanları kastetmiyorum. Onlar tamamen dijitale geçmişler hibrit bile değiller. Neredeyse Z jenerasyonuna hitap eden ama dört jenerasyonun beraber çalıştığı bir kurumdayım. Herkese şu soruyu soruyorum: Bir yerden alışveriş yaparken kasadaki sırayı gördüğünüzde ne yaparsınız? Herkes anında kaçarım diyor. Dolayısıyla işin nereye gideceği belli. Sadece sektörlerin değil bazı mesleklerin de yok olacağını şimdiden görmek lazım. Bu dijital dönüşüm kaçınılmaz. Bundan korkmayalım. Bunun avantajlı tarafı ne? Sonuçta bolluk toplumuna geçişte insanların yaratıcı zekasını kullanması için gerekli ortamı yaratılması gerekiyor. Sabahtan akşama 3 saatini yolda, 7- 8 saatini de işte geçiren, arada öğle yemeğiyle nefes alan bir insanın yaratıcı zekasını ortaya koymasına imkan yok. Yaratıcı zeka bol özgürlük ve kişilerin birbirleriyle eşit şartlarda rekabet ettiği, eğitimin yüksek olduğu yerlerde iş yapar. Amerika’daki şirketlerin yüzde 61’i hibrit çalışıyor hâlâ. Yüzde 20’sinin biraz üzerinde dijital var. Hiç dijital olmayanlar da var. Sonuçta bunlar da kalacak ama geleceğin şirketleri, geleceğin ülkeleri eğer ayakta kalmak istiyorlarsa dijitalleşme yolunda hızla ilerlemeliler. Bunun için ne lazım? Türkiye’ye 11 milyon kilometre fiber optik kablo lazım. Neredeyiz? 400 bin kilometrede. Bunun maliyeti Osmangazi Köprüsü’nün üçte biri kadardır. Soruya dönersek, harcama ve yatırım önceliklerimizi doğru tespit edip, bunların finansman metodları üzerinde ciddi çalışmalıyız. Bu ancak bir kalkınma modeli ile olur. Büyüme modeliyle olmaz. Özel sektörün ve eğitim dünyasının gelecekteki Türkiye için bazı meşakkatlere katlanması gerekiyor. Yüksek eğitimli ve yüksek ahlaklı, dijital altyapısı güçlü, özgür düşünen ve adaletli ortamda yaşayan bir nesille Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine eriştirebiliriz. Dijitallik kaçınılmaz. Biz gençlerle çok övünüyoruz. Ama gençlerin isteklerinden haberimiz yok. Patronlar, gençler bizimle çalışmak istemiyor diyor. Çalışmaz, çünkü artık firmalar hiyerarşilerle yönetilmiyor. İşe kaçta geldin, kaçta gittin gibi kişiyi kontrol eden değil, işi kontrol eden sistemler artık işi büyütüyor. Biz halen babadan kalma hiyerarşiyle üretme saplantısındayız. Şirket yönetmek artık orkestra şefliği gibi… Ekibin kalitesini yükselten, ahenk içinde çalışan yöneticiler lazım. O yüzden herkesin işini çok iyi yapması lazım.

    Kutay bey CarrefourSA olarak sizin ne tür teknoloji yatırımlarınız bulunuyor? E-ticaret sektörünüzü nasıl etkiliyor?

    E-ticaret bizim sektörümüzü de inanılmaz etkiliyor. Bu da tedarik zincirinden tutun hızlı kasa sistemleri, e-ticarete kadar perakende sektörü dijitalleşme içerisinde. Bu sektörümüzde yeni birşey değil. 8-10 yıldır olan ve gittikçe yaygınlaşan bir durum. Dijitalleşmeyen bir perakende zinciri yakın bir zamanda kalmayacak. E-ticaret ise bütün perakende formlarında tehdit ve fırsatları içerisinde barındırıyor. Yarın öbür gün birkaç mağaza ile faaliyet gösteren ve cirosunun yüzde 95’ini e-ticaretten sağlayan bir şirket formu da mümkün. Ama bugün kârlı değil. Şu anda e-ticaretin satışlarımız içindeki payı yüzde 2’ler seviyesinde. Ama bunun her yıl katlanarak arttığını görüyoruz. Örneğin, Fırsat Cuması kapsamında 23 Kasım saat 00.00 itibarıyla carrefoursa.com’un günlük trafiği, bir yıl önce düzenlenen Fırsat Cuması’na oranla 8 katına, anlık trafiği ise 12 katına çıktı. İlk 1.5 saatte, 2017 Fırsat Cuması’nda gerçekleşen toplam satış geride bırakıldı. Biz yatırımlarımız sayesinde tüm müşteri ihtiyaçlarına cevap verebildik. Demek ki yaptığımız yatırımlar meyvesini gösteriyor. Sadece e-ticaret değil fiziki mağazalarda da dijitalleşme hamleleri var. Şu anda dijital etikete geçiş yapıyoruz. Örneğin, Fulya mağazamızda binlerce etiket otomatik olarak güncelleniyor. Bunun mağazada yarattığı verimlilik inanılmaz. O işlerle uğraşacak personel müşteriyle ilgilenebiliyor. Kişiselleştirilmiş alışveriş deneyimi için robotlar çalıştırıyoruz Artık raporlama yapan değil, o sistemi tasarlayan çalışan kıymetli. Dijitalleşme bu hayatın bir parçası. Biz toplam yatırımlarımızın üçte birini e-ticaret ve dijitalleşmeye yapıyoruz. 

    Yalçın bey e-ticaretin gelişiminde ödeme sistemlerindeki gelişmenin de payı var. Yapay zeka, Blockchain gibi araçlarla bankacılık nasıl evriliyor? Pepper’i İş Bankası’nın dijital dönüşüm faaliyetleri içinde nasıl konumlandırıyorsunuz?

    SEZEN: Dünyada e-ticaretin gelişimine baktığımız zaman dolar bazında yıllar itibariyle yüzde 25’lik bir artış görürüz. 2016 yılında 1.8 trilyon dolar, 2017 yılında ise 2.3 trilyon dolarlık bir e-ticaret hacmi var. Türkiye’de 2017 yılında e-ticaret hacmi 42.2 milyar TL oldu. 2018 yılında ise 50 milyar TL öngörülüyor. Gelişmiş ülkelerde e-ticaretin toplam perakendedeki payı yüzde 9.8, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4.8 oranında. Türkiye’de ise bu oran yüzde 4.1 seviyesinde. Burada çok büyük bir potansiyel var. Daha gidilecek yol var. Kara Cuma, Şahane Cuma, Çin ekolü 11.11 gibi kampanyaların yansımasını ülkemizde de görüyoruz. 11.11’in 2.3 trilyon dolarlık dünya ticaretinin içindeki hacme baktığımızda yüzde 30’nun Amazon ve Alibaba’nın satışlarının oluştuğu görülüyor. Bunların arkasında dijitalleşme var. Kendi tarafımızdan bakarsak ödeme sistemlerindeki gelişmeler de bunları etkiliyor. Sektörümüzde teknoloji yatırımlarını yapay zeka ve robotik uygulamalar olarak ele alabiliriz. Bundan 10 sene önce yapay zeka programlarını kullanmıyorduk. Bugün çok fazla veri üretimi var. Makine öğrenmesinden, doğal dil işlemeye kadar yapay zekanın birçok alt kollarını oluşturan gelişmeler var. Bu veriyi işleyecek algoritmalar oluşturuluyor. Bunların ticarileştirilmesi gerekiyor. Bunları yaparken değer zinciri üretemeyenlerin aradan çekilmesi gibi etkiler de olacak tabi. Bunlar maliyet avantajları da getiriyor. Diğer yandan mesleklerin de değiştiğini görüyoruz. Yapay zekanın bir yansıması olarak robotik uygulamalar hayatımıza giriyor. Bunu iki başlık altında adlandırırsak, birincisi tam yapay zeka sınıfına girmeyen, ne öğretirseniz onu otomatikman uygulayan sistemler. Bunlar operasyon süreçlerini sadeleştiriyor. Diğeri de robot pepper gibi robotlar. Şu anda İstanbul şubemiz için konumlandırdık. Önümüzdeki dönemde 15 şubemizde daha olacak. Şu anda şubelerde yönlendirme yapıyor. Daha çok sempati yaratıyor. Üzerinde daha çok yatırım yaptığımız alan ise yapay zeka. Bunu nasıl kullanırız, arkada nasıl algoritmalar çalıştırırız gibi… Bunların getireceği yenilikleri çözecek olan tabi ki insan. Bunlar nasıl yönetilmeli? Veri nasıl kontrol altına alınmalı? Önümüzdeki dönemde üzerinde konuşulması gereken yeni etik kurallar masa üzerinde duruyor.

    Barış bey Türkiye’ye gelecek 2 milyar dolarlık fon bekliyor dediniz. Hangi sektörlerle ilgileniyorlar. Son dönemde teknoloji yatırımlarına ağırlık veren şirketlerin fon bulmaları daha mı kolay olur?

    ÖNEY: Şirketlerimiz teknolojiyi kullanarak daha verimli hale gelmeye, daha hızlı büyümeye çalışıyorlar. Fonlar hızlı büyüme gerçekleştirebilecek sektörlerle ilgileniyorlar. Bunlar da teknolojiyi kullanamadan zaten gerçekleştirilemeyeceği için onlara bakıyorlar. Şu anda teknoloji konuşuyoruz, yapay zeka, robotlar aslında bunların şirketleri daha iyi bir noktaya getirmek için bir araç olduğunu unutmamak lazım.

    Türkiye’ye yatırım nereden geliyor derseniz, bize yatırımlar hâlâ Avrupa’dan ABD’den geliyor. Yüzde 70-80’i buralardan. Körfez ve Asya’dan da geliyor. Ama oran yüzde 10’lardadır. Sektörler olarak bakarsak para sana sanayi, hizmetler, tüketim şirketlerine ve sağlığa geliyor. Şu anda Türkiye’ye son 10 yılda 50 milyar doların üzerinde yatırım yapılmış.  Fonların, stratejik yani çok uluslu şirketlerden yatırımları farklı. Çokuluslu şirketler bir şirketin yüzde 40-60’ını satın alıyor, bünyesine katıyor. Yani şirket bir iştirak oluyor. Özel sermaye fonları ise yatırım yaptıkları şirketi büyütüp, uluslararası hale getirebiliyorlar. 

    Buraya yatırıma gelen çokuluslu şirketler iyi bir insan kaynağına da sahip oluyor. Türk yöneticileri faaliyet gösterdikleri diğer ülkelere transfer ediyorlar. Çok az ülkede böyle bir etkileşim var. Türkiye’de müthiş bir güç var. Özel sermaye fonları yatırım yaparken sosyal kalkınmaya da dikkat ediyorlar. Bir üretim yapmak, hizmet vermek yetmiyor. Şirketin ne kadar sosyal etki yarattığı, ne kadar iyi yönetildiği, çevresine ne kadar faydası olduğuna da bakıyorlar. Bu gelişmeye de dikkat etmek gerekiyor.

    Mehmet bey yurtdışında ve yurtiçinde 3.2 milyar dolarlık projeleriniz var. Yurtdışındaki işlerinizden bahseder misiniz?

    OKAY: 1990’lı yılların başında Rusya ile çalışmaya başladık. Rusların farklı bir bakış açıları var. Herşeyin büyüğü olsun istiyorlar, en iyi mimarlarla çalışarak projeler geliştirdik. Dünyayı ve teknolojiyi takip ediyorlar. Eğitimli, insan kaynağı yüksek bir toplum o yüzden Türkiye için çok kaybedilmeyecek bir pazar. Son dönemlerde orada öğrendiklerimizi buraya da taşıdık. Ruslar evlerinin dekorasyonun farklı olmasını istiyorlar. Çok seçiciler. Aynı şekilde Türkiye’deki yatırım projelerimizde müşterilerimize farklı seçenekler sunuyoruz. Rezidans tarzı binalar da yapılmaya başlandı. Rusya’da en son ikinci büyük havalimanı olan Domodedova Havalimanı’nın 2’nci terminal binasını inşa ettik. Prestijli bir proje oldu bizim için. Diğer yandan, Avrupa’nın en yüksek binalarını yapıyoruz. Şu an 20 tane devam eden şantiyemiz var. İngiltere’de üç proje tamamladık.  Amerika’da New York ve Miami’de 500 milyon dolarlık işlerimiz var. Bir de turizm işindeyiz. Yatırım ortamında her şey güven ve istikrarla ilgili. Güven ve istikrar olduktan sonra bu ülkenin önü çok açık. Geçtiğimiz birkaç yılda yaşanan terör olaylarından önce hem turizm canlıydı hem de yabancılar Türkiye’den konut alıyordu. Fransızlar, Hollandalılar, İngilizler Güney’de gayrimenkuller alıyordu ama son yıllarda çoğu bunları sattı. Şimdi 250 bin dolarlık konut alana vatandaşlık veriliyor ama daha çok Suriyeli ve Iraklılardan ilgi var. Özetle istikrar ve güven sağlandıktan sonra Türkiye her zaman çok cazip olacak turizmden yatırıma kadar. Dinamik bir ülkeyiz. Kısa sürede 2001 ve  2008 krizinde olduğu gibi bu dönemi de çok kolay aşacağımıza inanıyoruz.

    Emre bey, geçmiş tecrübelerden yola çıkarak Türkiye’nin yeni başarı hikayesi ne olabilir?

    ALKİN: Türkiye’yi 2030 sonrasına güvenli bir şekilde ulaştıracak olan tek gerçek en başta belirttiğim adalet, eğitim ve özgürlük saç ayakları. Ahlaklı, çarpıcı, sıra dışı, marifetli işler yapan bireyler yetiştirmek başka bir şekilde mümkün değil. Türkler pratik çözüm üreten insanlardır. Başka özellikleri de sevgi doludurlar. Kötü insan kaynağı bir firmayı, bir elmanın içine girmiş kurt gibi çürütür. Bir kanser hücresi gibi yayılır bir anda. Bunun çok önemli olduğunu inanıyorum. Türk insanının Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini hatırlamasıyla şahlanacağı bir yere gidebilir. Ama bunu oportünizmle yapamayacağız. Siyasetimiz proaktif değil, duruma göre vazife çıkaran bir yerde. Dünya siyaseti fırtınalı, sürekli yön değiştiren hale geldi. Karanlığın en derin olduğu yerde aydınlık yakındır. Bence Türk siyaseti de iktidarıyla muhalefetiyle bir dönüşüm içerisinde. Ve iş dünyası da bu dönüşümü bir şekilde saygılı bir mesafeden seyrediyor. Türkiye, insanlarıyla yükselecek. İyi bir ahlak, doğru bir eğitim, adaletli bir sistem ve bolca özgürlük. Türkiye bunlarla müthiş bir yere gelir. Patronların lider olması, bir orkestra şefi gibi davranması, beraber çalıştıkları insanın yönetim kalitesini yükseltmesi, ciddi bir dijital altyapıyla, kişiyi değil işi kontrol eden sistemlerle yollarına devam etmeliler. Atatürk’ün dediğini unutmayalım; “Bir işi nasıl başaracağımı düşünmem. Önündeki engelleri kaldırırım, kendiliğinden olur.” Dolayısıyla çok fazla efor sarf ederek işleri düzeltmeye kalkmayalım. Bir fıkra vardır: Lazın biri hastaneye gitmiş, parmağıyla buram ağrıyor, oram ağrıyor diye gösteriyor. Emar çekmişler adamın başparmağı kırıkmış. Bazen sorun çok basit bir yerdedir, sorunu kurcalayarak akut hale getirmemek lazım. Biraz aklı kullanarak, yapay zekanın gelişiyle boş vaktimizin olacağını düşünerek, bu boş vaktimizi doğru yerlerde kullanmalıyız.

    Barış bey bahsettiğiniz yatırımların gelmesi için nasıl bir ortam olmalı?

    ÖNEY: Birincisi Türkiye’nin huzurlu bir ortama kavuşması lazım. İş dünyamız huzursuzluk yüzünden bir türlü motive olamıyor. Zaten makroekonomik durum, yüksek enflasyon ve faizlerle mücadele ediyoruz. Şimdi yine seçim ortamı var. Seçimden sonra daha huzur bulacağımız bir ortam olacak diye umuyoruz. Türk iş dünyası şu anda günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim en büyük avantajlarımızın başında bu belirsiz ortamla mücadele edebilme kapasitemiz geliyor. Avrupalı edemiyor. Biz yıllardır bir şekilde benimsedik, buna ‘kurumsal kumanda olduk’ diyorum. Her ortamda yaşayabilen profesyonellere ve patronlara sahibiz. Bu büyük bir avantaj. Bir de Türkiye’de hâlâ sektörel konsolidasyonları yapamadık. Bu Türk iş dünyasının büyümeyi hep organik görmesinden kaynaklanıyor. Şirketler kendi kendine yüzde 10 – 20 büyüyor. Bir şirket satın aldığında payını ikiye, üçe katlıyor. Ama bize bir şirket satın alarak büyüme kültürü yok. Böyle bir girişimcilik yok, bunun oluşması lazım.

    Şu anda fiyatların düşmesi bunun için bir fırsat diyebilir miyiz?

    ÖNEY: Olabilir tabii ki buna çok uygun ortam var. Bizim firmalarımız küçük. Fonlar 50-100 milyon dolarlık cirosu olan şirketlere yatırımlar yapmak istiyor. Bizim şirketlerimizin cirosu 10 milyon dolar. Oysa üç-beş tanesi birleşse ya da birilerini satın alsa yatırım yapılabilecek noktaya gelecek. Yatırımları daha rahat çekebileceğiz. Bir ara birleşmelere teşvikler getirildi ama sonuç alınamadı. Türk iş dünyasının başka şirketleri satın alarak büyümeyi kendine hedef seçmesi lazım. Bu kötü bir şey değil, çünkü şirketlerimiz büyüyecek. Türk şirketlerinin ilk 200-300’ünü çıkartırsanız diğerleri KOBİ seviyesinde. Türkiye’nin 500’üncü şirketinin cirosu 30-40 milyon dolar.Yurtdışında şirket satın alarak global markalar oluşturmalıyız. Avrupa’da satılık markalar var. Ama Türkiye’deki devalüasyon, huzursuz ortam buna izin vermiyor. Diğer taraftan bu sıkıntıların iyi bir tarafı da Türk iş dünyasının globalleşmesi olacak. Birçok şirket yurtdışından iş almak için uğraşıyor. Günün sonunda çokuluslu hale gelecekler. Bu krizde iyi şirketler bunu yapacak

    Kutay bey geçtiğimiz ay İstanbul Fulya’daki hipermarketi yenilediniz. Sektörde metrekareler küçülürken siz hipermarket yatırımınızı yenilediniz. Sektörünüzde bu anlamda trend nedir?

    KARTALLIOĞLU: Aslında bütün dünyada ‘yakınlık’ dediğimiz market tipine doğru bir yönelme var. İnsanlar her şeyi daha hızlı, daha kolay satın almak istiyorlar. Bu trend hiçbir zaman değişmiyor. Kolay olsun daha çok çeşit olsun. Carrefoursa dünyada hipermarketin mucidi. Bu formata olan inancımızı hiç bir zaman kaybetmedik. Perakendeciler aslında bir gıda dağıtım şirketi. Bunu büyük metrekare ya da küçük metrekare mağazalarla ya da e-ticaretle mi yapmamızın bir önemi yok. Önemli olan her bölgede, her müşteri profiline uygun hizmet verebilmek Caddelerde ‘yakınlık marketleri’ dediğimiz yeni format mağazalarımız var. Müşterilerin araç park etmeden hızlı bir şekilde 2-3 parça alışveriş veriş ihtiyacını karşılayan mağazalar. Bunları açmaya devam ediyoruz. Diğer yandan e-ticaret de bizim için önemli. Hipermarketler şehrin ortasındaki önemli e-ticaret hub’ları oldu. Örneğin, Fulya’daki mağazamızın çok önemli bir e-ticaret ağı var, geniş bir bölgeye hizmet veriyor. İstanbul’daki mağazalarımızdan e-ticaret siparişlerini yüzde 99 karşılayabiliyoruz. Türkiye genelinde de şu anda beş büyük ilimizde e-ticaret aktivitemiz var. 2019 yılında bunu 15’e çıkartacağız. Ayrıca gıda dışı reyonlar için Türkiye genelinde depolarımız aracılığıyla ulusal e-ticaret hizmeti verebiliyoruz. Ütüden televizyona kadar Türkiye çapında tüm ürünleri gönderiyoruz. 

    Hipermarketlerimizi bir yaşam alanı haline çevirmeye çalışıyoruz. Toplam 10 milyon TL yatırımla Tepe Nautilus, Forum İstanbul, Maltepe Park, Marmara Forum, Marmara Park, Adana ve İzmir’deki hipermarketlerinde “Lezzet Arası” restoranlarını hizmete açtık. Bizim için önemli bir hizmet oldu. Başlı başına bir işkolu olma yolunda ilerliyor.

    Yalçın bey Türkiye’nin içinden geçtiği bu sıkıntılı dönemi atlatabilmek için inovasyon ile kurumsal şirketleri fonlama açısından nasıl bir denge kurmak gerekiyor?

    SEZEN: Bankanın kuruluş misyonunda işletmeleri, şirketleri desteklemek var. İnovasyon bir işletmenin beklentileri, hedefleri doğrultusunda ürün ve hizmetlerini geliştirmesi ya da dışarıdan bunu alması. Günümüzde start-up’lar ve fintech’lerle bunları görüyoruz. Biz banka olarak fintech’lerle ilgileniyoruz. Üç yıldan bu yana bir girişimcilik programı oluşturduk. Fikirler değerlendiriliyor, 6 aylık dönemlerde eğitimler yapılıyor ve girişimcilerimizi mezun ediyoruz. Bu girişimleri büyütmek için birlikte çalışmalar yapıyoruz, müşterilerimize yönlendiriyoruz. Girişimcilik dünyasına baktığımızda bunların beklentisi bizden daha çok yatırım almak. Banka olarak iştirak etmek kolay bir süreç değil bizler açısından. Onun yerine girişim sermayesi fonları oluşturuyoruz. İlk fonu sonuçlandırıyoruz. Şimdi bütün dünyada trend olan unicorn’lar neden Türkiye’den de çıkmasın? Yemeksepeti’den bu yana bu büyüklükte bir değer üretemedik. Bizler bu ekosisteme ne kadar katkı sağlayabilirsek, bunun ülkeye bir katkısı sağlayacağını düşünüyoruz.

    Mehmet bey gayrimenkul sektörün hareketlenebilmesi için neler yapılmalı?

    OKAY: Güven ve istikrar ortamı sağlanmalı. İnsanlar yatırım için beklemedeler. Gayrimenkulde fiyatlar düşecek beklentisi var. Türk insanının en doğru yatırım enstrümanı gene konut diyorum. Bu dönemde neleri yanlış yaptık ona bakalım. Sektöre çok oyuncunun girmesi, bilinçsiz oyuncunun girmesi, fizibiliteleri doğru yapmamaları ve kalitesiz yapmaları gibi sebeplerle arz talep dengesizliği oluştu. Şimdi stokların eritilmesi için çalışmalar var. Vatandaşların alıma geçmesi için güven ortamının yaratılması ve bankacılık sektörünün faiz indirimi ile gerekli desteği sağlaması gerekiyor. Faizler düştüğünde yatırımlar gayrimenkule yönlenecektir. Emek yoğun bir sektörüz. Bu sektörün korunması gerekiyor. (Ayfer Yıldız/ Fortune Türkiye)