Fıtrat

    0
    31

    Son dönemde çok fazla duyup tekrar etmeye alıştığımız sözcüklerden biri fıtrat ama düşünce sistemimizde hammadde olacak kadar üzerinde düşündüğümüzü sanmıyorum. Bizim fıtratımızda bu şekilde hammadde alıp katma değerli bir şey yaratmaya dayanan yaklaşımlar yok. Bizimki daha çok tekrar ve taklit etmeye dayanan bir yaratılış. Yaratılışı fıtratın Türkçe karşılığı olarak kullandığımı söylememe gerek yok sanırım. Türkiye’nin biraz daha bilime dayalı olduğu dönemde yani bilimin yön verdiği toplumları taklit etmeye çalıştığımızda bunun yerine doğa sözcüğünü kullanıyorduk. “Onun doğası şöyledir” ya da “Onun doğası böyledir” diyorduk. Bizimki gibi, çok farklı kültürlerin ortasında yer alan bir ülkede karşısındakinin doğasını bilmek, ayakta kalmak için olmazsa olmaz bir koşuldu. Kiminle dost kiminle düşman olmak gerektiğini anlamak ve kimi zamanda kaçınılmaz olarak yiyeceğiniz kazığı öngörmek için insanın ve grupların doğasını bilmek zorundaydık.

    Kültürel birikimimiz ile karşımızdakinin doğasını anlamak için gerekenler arasındaki mesafe açıldıkça yabancı dilde sözcükler işin içine girmeye başladı. Karakteristiği dedik; özelliklerin tamamını anlayamayıp ancak küçük bir bölümü kavrayabildiğimizde “karakteristik özelliğidir” demeyi öğrendik. İngilizce, Fransızca ve Almanca taklitlerin ardından Arapça taklitlere başladığımızda fıtrata geri döndük. 20 kişiyi öldüren birinin toplum kurbanı olduğunu -başka bir toplumsal yapı içinde fıtratı farklı olurdu diye- savunan eski entelektüellik yerini bunun 10 katından fazlasının ölümünü işin fıtratı ile bağlayabilen yeni entelektüelliğe bırakırken bizim toplum olarak fıtratımız değişmedi. Hep söylediklerimizle yaptıklarımız arasında bir uçuruma sahiptik ve bu koruma alanına bayılıyorduk. Bu şekilde kandırmak ve kandırılmak hepimiz için konfor alanını yarattı; uçurumun diğer yanında olmak kadar güvenli bir şey yoktu.

    Bir arkadaşım sevgililerinden ayrıldığında İngilizce ağlardı. 10’lu yaşların ortasında itiraf edemesem de bu benim için büyük bir ıstıraptı. Çocukken yurtdışında okumuş olan bu arkadaşımın salya sümük ağlarken İngilizce konuşmasının iki nedeni vardı. Birincisi, ekipte Kadıköy Anadolu’da okuyan tek kişi olarak doğru düzgün İngilizce bilen bir ben vardım. İkinci olarak da, ertesi gün herkes ayıldığında onunla dalga geçmeyecek tek kişi bendim. İşin cilasını kazıyınca başka bir şey daha ortaya çıkmıştı. Arkadaşım, bu ayrılığa bir anlam katarak değerini artırmak için, kendisi için her şeyin en değerli olduğu dönemin diline dönüyordu: çocukluğuna… (O zaman bu sadece sekiz 10 yıllık bir geri dönüştü; bugün 40 yılın üzerinde geri gitmek gerekiyor.)

    Çocuklar, her şeyin farkına varırlar ve bizim düşünmediğimiz bir noktada olabilirler. Aralık ayının başında Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu’nun ev sahipliğinde Feriye Lokantası’nda düzenlenen toplantıda 8-12 yaş arası çocukları hedef alan dijital zeka kavramı (DQ) toplantısında benim aklımdan bunların geçmesi biraz da çocukların bu özelliğinden kaynaklanıyordu. Aklıma gelenler sadece bundan ibaret değildi ama ana ekseninde bizden önce 8-12 yaşındaki çocuklara bir şey sorulmamış olması vardı.

    Ben üniversitede matematikten bütünlemeye kaldığımda matematik profesörü olan rahmetli amcam beni çağırmış ve ders vererek bana yardımcı olmaya çalışmıştı. Ancak mesele benim o matematikten anlamamam değildi; zaten ortaokul lisede bize öğretilen bir şey yeniden karşımıza -hem de hiç bilmeyenlere öğretecek seviyede- çıkınca konsantre olamamıştım. Sorular bana o kadar garip geliyordu ki…

    Aynı durum bugünkü çocuklarla da ilgili olarak karşımıza çıkacak gibi görünüyor. Turkcell, Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde mükemmel bir programı uygulamaya koymak için seferber olmuş. Bu hem şirket hem ülke için çok önemli bir çaba ancak bu mükemmellik belki de en önemli sorun. Önce bunun nedenini açıklayayım.

    Dünyada inovasyonun kalbinin attığı yer olan Silikon Vadisi’ne şimdiye kadar yaptığım tek ziyarette aldığım en önemli derslerden biri şuydu: bir prototip yapıyorsan mükemmel yapma. Bunu SAP Labs’de anlatan Stanford Üniversitesi’nin profesörlerinden biriydi. Hayatta dikkat etmeyeceğimiz kadar basit olan nokta şuydu: Mükemmel prototip yaparsan herkes karşısındakini nihai ürün gibi düşünüp “iyi olmuş ama” diye başlayan eleştiriler yapar ancak mükemmel olmayan bir prototipi geliştirmek için büyük bir dikkat ve çaba gösterir.

    Dediğim gibi DQ Üniversitesi Kurucusu ve CEO’su Yuhyun Park tarafından geliştirilen DQ kavramı, mükemmel bir sistemin temelini oluşturuyor ama dijital çağ mükemmellikler üzerine değil platformlar ve etkileşimler üzerine kuruluyor. Dolayısıyla “8-12 yaş aralığındaki çocukların dünyanın riskleriyle baş edebilmeleri ve gereklerine uyum sağlamalarını olanaklı kılan teknik, zihinsel ve sosyal yetkinlikler bütünüdür” diye tanımlanan sistem kendi içinde tamamlanmış ve mükemmel bir sistem olarak ciddi  bir risk barındırıyor.

    Son olarak Netflix’in Türkiye’de çekilmiş dizisi Muhafız’ın ilk sezonunu izlemek bile siz ne kadar mükemmel bir sistem kursanız bile sorunlarla karşılaşabileceğinizi anlatmaya yetti. Biraz daha teknik bir benzetme yapmak gerekirse, hayat bir satranç oyunu değil, bir tavla karşılaşması ve sürekli zar atılıyor.

    DQ Enstitüsü’nün modeli bize bu dünyada yolunu bulacak kardeşlerimize yardımcı olmak için dediğim gibi mükemmel bir araç sunuyor. Dünyadaki benzerleri ile karşılaştırıp bizim çocukların hangi düzeyde olduğunu görmek ve kendi içinde gelişimini ölçmek açısından müthiş bir sistemin geliştirildiği görülüyor. Yine Türkiye’de bugün bilgisayar ustası gençlerin arka planında önemli yer tutan internet cafe’ler konusunda geçmişte sergilenen “buralar terörist yuvası-internet cafe’ler kapatılsın” tavrına göre çok daha ileri bir noktada olduğu için de çocuklara çok daha faydalı olacağı görülüyor.

    Ancak bunun, müşterisi olan 8-12 yaş grubu çocuklar tarafından benimsenmesi, şekillendirilmesi ve bu şekilde o çocuklara sunulması gerekiyor. Bunu en iyi şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının bilmesi gerekiyor. Tasarım odaklı düşünme (design thinking) ve servis olarak sunma kavramları günümüzün dünyasını şekillendirirken çocuklara kullanacakları şeyi tasarlatma ve onlara bunu servis olarak sunma kadar başarıya açık hangi yöntem bulunabilir?

    Çocuklar dediğim gibi bizden farklı değil. Üstelik yaşadıkları dünyayı bizden iyi biliyorlar. Ben sokakta en yakası açılmadık küfürlerin antolojisini öğrenmişken annem veli toplantılarından, öğretmenlerimin benim ne kadar terbiyeli olduğumu söylemesinden koltukları kabarmış olarak dönüyordu. Çocuklar, ailelerinin bile tam bilmediği bir dünyada yaşar.

    ABD’de dinleme fırsatı bulduğum yapay zeka dehası Malcolm Gladwell, ABD okullarını ölçmek için oluşturulmuş bu tür bir ölçüm sisteminin ne kadar yanlış sonuçlar verdiğini anlatmıştı. Öğretmenlerin ve okulun başarısı merkezi bir notlama sistemi ile belirlenmesine dayanan bu derecelendirme sistemi standart öğrenciler ve standart öğretmenler ile doğru sonuç veriyordu. Ancak bunun dışına çıkıldığında, sistem sadece anomali görüyordu çünkü eğitim işi, doğru öğretmen ile doğru öğrenciyi eşlemenin dışında bir formüle sahip değil. Siz zengin beyaz öğrencileri iyi eğitebilecek bir öğretmeni hispaniklere verdiğinizde öğrenci, öğretmen, okul ve bütün sistemde başarısızlık göstergesi yanıyordu. Bu sistemin iyileştirilmesi, öğrenci ve öğretmenleri tanıyan okul müdürünün doğru görevlendirmeleri yapması ile mümkündü. Yani insani sorunları insanlar çözmekle… Bu sistemde, 8-12 yaş arası çocukları internetin tehditlerinden koruyup kollama hedefinden uzaklaşıp bu çocuklara onlarla birlikte internette etkin olacakları özellikleri kazandırmaya odaklandığı anda başarılı olacaktır. Bundan şüphem yok.

    Hatta sistem şimdiden sorunlarımızı bize gösterme noktasında çok önemli bir rolü oynamış durumda. Sosyal medya kullanımında bizim çocuklar dünya ortalamasına göre çok pasif bir konumda. Sosyal medya kullanımında yüzde 94 ile yüzde 87’lik küresel ortalamayı geride bırakıyormuş gibi görünseler de, aktif sosyal medya kulanımında yüzde 41’lik küresel ortalamanın 9 puan gerisinde yer alıyorlar. Aktif sosyal medya kullanımı, sosyal medyayı video ve fotoğraf çekmek/yayınlamak/göndermek, çevrimiçi profil oluşturmak, çevrimiçi yorumlar yayınlamak, fiziksel ve sanal ürünleri çevrimiçi satın almak ya da satmak eylemlerini daha sık yapmaya işaret ediyor. Hani “gelecekte meslekler değişecek ve bunların ne olduğunu biz de bilmiyoruz” diyoruz ya; bizim çocuklar işte o dünyada kendilerine rekabet avantajı sağlayacak konularda gerideler. Sistem bize bunu göstererek dikkat çekiyor.

    Araştırma cep telefonu olan çocukların risklere daha açık olduğunu gösteriyor. O zaman çocukların elinden cep telefonlarını alın ve bu sorun çözülsün. Ama 2020’de 390 milyon çocuk risk altında olacak deniyor yani çocukların cep telefonundan izole edilerek güvenli bir dünya kurmaları o kadar kabul edilebilir değil. Bir de Allah aşkına söyleyin cep telefonu kullanmayı lisede öğrenmiş bir çocuğu kim işe alır?

    Büyük veri istatistiği ve dijital medya alanlarında uzmanlığı olan Yuhyun Park’ın bunun üzerine iki çocuğunu bu tehditlerden uzak tutma niyetini koyarak geliştirdiği sistem çok iyi bir araç.

    William Shakespeare tarzında bitirirsem: Çocukları internetten korumak mı; yoksa onları yaşamak istedikleri dünyayı kurmak için internetin olanakları ile donatmak mı? İşte mesele bu.

    Yukarıdaki satırlar benim ihsas-ı reyimdir.​