Dünyanın kurgusu değişiyor

0
646

Her devrimin yıkıcı sonuçları oldu ama en yıkıcı olanın son devrim olacağını şimdiden söylemek mümkün mü?

Endüstri 4.0 terimi ilk defa 2011 yılında Almanya Hannover Fuarı’nda kullanıldı. Ekim 2012’de ise Bosch Grubu ve SAP’nin eski CEO’su Henning Kagermann bir çalışma grubu oluşturarak hazırladıkları Dördüncü Sanayi Devrimi öneri dosyasını, Alman Federal Hükümeti’ne sundu. 2013 yılında Alman Hükümeti kendi Endüstri 4.0 dönüşüm yol haritasını hazırlamaya başladı. Bosch da aynı yıl, kendi yol haritasını hazırlamak üzere çalışma başlattı. İlk etapta Bosch, Endüstri 4.0 çalışma grubunda yer aldı ve ona liderlik etmesiyle öncü bir rol üstlendi.
Endüstri 4.0 terim olarak dördüncü sanayi devrimi anlamına geliyor. İlk sanayi devrimi su ve buhar gücü ile üretim mekanizmasının üzerine kuruluyken, onu ikinci sanayi devrimi olan elektrik enerjisi yardımı izledi. Daha sonrasında ise üçüncü sanayi devrimi olan dijital devrim gerçekleşerek elektronik kullanımı arttı. Toplumların ekonomik üretim modelleri tarihinde son durağı, dördüncü sanayi devrimi yani Endüstri 4.0 olarak tanımlanıyor. Endüstri 4.0, dijital dönüşüm dinamiklerinden yola çıkarak geleceğin akıllı üretim ekonomisini doğuruyor. Geleceğin dünyasında küresel rekabette önde olmak isteyen işletmeler organizasyonu, üretim ve dağıtım süreçlerinde çalışacak akıllı robotlar, Ar-Ge, satış pazarlama ve yönetim süreçlerinde kullanılacak yapay zeka sistemleri ile bunların dış dünyayla bilgi alışverişlerini sağlayacak internet nesneleri ve tüm bu akıllı sistemlerin hep birlikte uyumla çalışmasını sağlayacak becerilere sahip tasarımcı, yazılımcı ve uygulayıcı uzmanlardan oluşan bir ekip ile başarmak zorunda. Artan bir şekilde daha fazla kişi tarafından tartışılan ve “Dördüncü Endüstri Devrimi” olarak nitelenen bu kurgu dünya ile rekabette Türkiye için hayati önemde.

2020 yılında yaklaşık 50 milyar cihazın birbiriyle iletişim halinde olacağı tahmin ediliyor. Akıllı üretim sistemlerinin, akıllı şehir, ev, lojistik, şebeke, cihaz unsurlarının sosyal ağlar ve e-ticaret ağlarıyla birleşmesi sonucu veriler, hizmetler, nesneler ve bireylerin internet ortamını kullanarak kuracağı ekosistemdeki ağın önümüzdeki çeyrek asırda küresel ticaret hacminin yaklaşık yüzde 46’sını etkileyeceği öngörülüyor. 2019 yılında sanayide 3 milyon ünite robot kullanılması bekleniyor. Özellikle robotik alanındaki gelişmelerin üretim sektöründe akıllı üretim sistemlerinin oluşumunu tetiklediği belirtiliyor. Akıllı üretim sistemleri ile müşteri tercihlerine ve ihtiyaçlarına daha fazla ve hızlı cevap veren özelleşmiş, akıllı üretim, iyileştirilmiş üretim kalitesi, daha az hata ile üretim, daha az israf, yerelleşen imalat süreçleri, yenilik süreçlerinin hızlanması ve daha az kaynak kullanımı hedefleniyor. Başta akıllı fabrikalar olmak üzere üretim sanayindeki değer zincirlerinin duruma özel çözümler, esneklik, verimlilik ve maliyet açısından optimize edilmesini ifade eden “dördüncü” sanayi devrimi olarak tanımlanan Sanayi 4.0’ın da temelini oluşturuyor.Dördüncü sanayi devrimi, hayatımızın her alanını etkileyecek ama sonuçları önceki devrimlerden çok farklı olmayacak denilebilir: Boşa çıkan insan işgücü, artan verimlilik ve iş yapmanın yeni, akıllıca yöntemleri.

Türkiye’de gerçekten 4. Sanayi Devrimi’ne hazır bir sektör olup olmadığını Dünya Ekonomik Forumu’nun Teknolojiden Sorumlu İcra Kurulu Üyesi ve DEF’in San Francisco’daki 4. Sanayi Devrimi Merkezi’nin başındaki Murat Sönmez görüşlerini paylaştığı bir röportajda (Hürriyet Gazetesi-2018)  şöyle diyor: “Türkiye’yi bir yana bırakın dünyada henüz kimse 4.Sanayi Devrimi’ne hazır değil. Zira henüz ne olacağını kimse bilmiyor. Teknoloji iş dünyasının çok önünde gelişiyor.  İş dünyası bu yapboza değişik açılardan bakıyor. Örneğin sürücüsüz bir aracın şehre etkisini ne olacak? İnsanlara etkisi nedir henüz bilmiyoruz. Hazır değiliz çünkü hep birlikte geleceğe yönelik etkisini ölçüp öyle ilerlemek zorundayız.” Sönmez’in Türkiye’de özel sektöre tavsiyesi ise, “Eğitim ve becerileri geliştirmek işin başı.  Şirket içindeki bilgi ve deneyimlerle, Ar-Ge ile yetinmeyin. Dünyada hızla gelişen teknolojileri izleyin. Ancak en önemli nokta şu: Sektörün teknolojik gelişmelerle topluma, insanlara etkisi ne olacak? İnsanlara etkisinden geriye giderek “akıllı ve etik” teknolojiyi daha hızlı uygulayabilirsiniz” oluyor.

Öte yandan, Avrupa Birliği 2020 yılında sanayinin gayri safi yurt içi hasıladaki payının mevcut durumdaki yüzde 15 seviyesinden yüzde 20’ye taşıma hedefini benimsemiş durumda. Avrupa Komisyonu, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin endüstride üretim, lojistik ve tüketim modellerini nasıl dönüştürdüğünü araştırıyor. Hazırlanan aksiyon planı; dijitalleşme, siber-fiziksel sistemler, nesnelerin interneti, büyük veri, bulut bilişim, robotik sistemler ve yapay zeka üzerine Avrupa’nın belirleyeceği stratejiyi kapsıyor. Sanayinin dijital dönüşümünü destekleyen Avrupa Birliği’nde bölgesel ve ulusal çapta yarışacak pek çok girişim bulunuyor. Avrupa Komisyonu bu girişimleri üst düzeye taşıyacak en uygun stratejiyi geliştiriyor.

Türkiye açısından Endüstri 4.0 yaklaşımı, üretim ekonomisinde rekabet gücü, sürdürülebilirlik, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmek anlamına geliyor. Türkiye’deki üretim sektörlerinin verimlilik artışının yüzde 4-7 arasında olacağı tahmin ediliyor. Endüstri 4.0 çevresinde oluşacak ekonomi yoluyla kazanılacak rekabet avantajının, sanayi üretiminde yıllık yaklaşık yüzde 3’e kadar ulaşabilecek bir artışı sağlaması bekleniyor. Endüstri 4.0 teknolojilerinin üretim sürecine dahil edilmesi için önümüzdeki 10 yıllık süreçte yılda üreticilerin gelirlerinin yaklaşık yüzde 1-1,5’ine karşılık gelen yaklaşık 10-15 milyar TL yatırım yapılması gerektiği tahmin ediliyor.

Endüstri 4.0 ile ilgili sanayi ve teknoloji şirketlerinin ve iş liderlerinin görüşlerini sizlerle paylaşıyoruz.

KLAUS SCHWAB

İŞ DÜNYASI BİR SONRAKİ ENDÜSTRİ DEVRİMİNİ ŞEKİLLENDİRMEK İÇİN HIZLANMALI. PEKİ NEDEN?

GERİDE BIRAKTIĞIMIZ YIL, çok sayıda gelişme yeni teknolojilerin hem umut verici hem de aynı zamanda tehditkâr bir biçimde dünyamızı nasıl hızlı ve derinlemesine değiştirebileceğini ortaya koydu.

Birkaç örnek vermek gerekirse, geçen aylarda Alphabet’in Waymo birimi Amerika’nın ilk ticari sürücüsüz taksi hizmetini lanse etti; Çin’in Xinhua News haber ajansı dünyanın ilk yapay zekalı haber spikerini devreye soktu; Lockheed Martin ise F-35 jetlerinin parçalarını 3 boyutlu baskı teknolojisiyle üretmeye başladı.

Aynı zamanda, sosyal medya şirketleri de mercek altına alındı; bunun nedeni, kötü aktörlerin seçimleri manipüle etmek ve şiddeti tetiklemek amacıyla platformlarını kullanmalarıydı. Tüketiciyle birebir sesli iletişim kuran şirketler arasında dünyanın önde gelen isimlerinden bazıları yüz milyonlarca müşteriyi etkileyen veri ihlaline maruz kaldı. Ve de yeni teknolojiler dünyanın en zengin insanlarının her zamankinden daha zengin olmalarına katkıda bulunurken, eşitsizlik arttı ve olumsuz etkilenen “prekarya” ekonomik ve sosyal güvencesizliğin altında ezildiğinden, elitlere sırtını döndü.

Bu olaylar bize karşı karşıya kaldığımız değişimlerin her zamanki gibi iş dünyasının çok ötesine uzandığını gösteriyor. Nitekim bunlar Dördüncü Endüstri Devrimi’ni temsil ediyor.

Bu devrim dünyayı 19’uncu ve 20’inci yüzyıldaki Endüstri Devrimi’ne benzer şekilde dönüştürüyor. O dönemin ileri teknolojileri buhar teknolojisi, elektrik, tren ve otomobildi. 1960’lardan itibaren, üçüncü bir devirme tanık olduk; bu kez devrimin merkezinde bilgisayar/bilişim vardı.

Amerika’da Yaldızlı Çağ’a götüren ilk iki devrimden, gerçek anlamda dönüştürücü teknolojilerin bir dizi makine veya araç gereçten ibaret olmadığını, çok daha fazlası olduğunu biliyoruz. Bunlar toplumun özünü değiştirebilecek çok güçlü aktörler.

İnsan geriye dönüp baktığında bu dönüştürücü dönemleri yumuşak evrimsel yolculuklar olarak görüp, bunların getirdiği kaba ve hatta şiddetli yıkımları yok sayabilir. Oysa her devrim ilerlemenin yanı sıra acı ve kargaşayı da beraberinde getirdi; nitekim Dördüncü Devrim de aynısını yapacak. Yarattığı değişimler global düzeyde ve çok hızlı hareket ediyor; bunlar hükümetleri, sivil toplumu ve nüfusun çok büyük bir bölümünü etkileyecek.

2019 yılına girerken, bu Dördüncü Endüstri Devrimi’ni daha aktif bir şekilde şekillendirmemiz iş dünyasının lehine olacak ve büyük yarar sağlayacaktır. Bu süreci yönetemediğimiz takdirde teknolojiler bizi şekillendirecek ve yapay zekanın ve kötücül “yalnız kurtlar”ın çağında, zarar riski her zamankinden daha fazla. Buna karşı koyabilmek için dört aşamalı bir eylem planı öneriyorum.

Birincisi, şirketler teknolojiyle ilgili yeni normlar oluşturabilmek için proaktif bir biçimde işbirliği yapmalıdır. İster müşteri verilerinin saklanmasıyla ilgili anlaşmalar, ister şehir caddelerinde sürücüsüz arabaları doğru bir şekilde kullanabilme, genetik yapıyla oynama ya da fikri mülkiyet hakkı söz konusu olsun, iş dünyasının diğer paydaşlarla işbirliği yapması gerekiyor. Özgürlük ve otonomi ilkeleri bu normlara destek sağlayabilir: Kullanıcılar verilerine sahip olmalı ve örneğin, hiçbir kısıtlama olmadan bunları paylaşabilmeli ve de yapay zeka, reklam hedefleme özel hayatla ilgili birtakım sınırları ihlal etmemelidir.    

Harekete geçemeyen şirketler kendilerini ayaktan vurma riskiyle karşı karşıyadırlar. Hükümetler ve sivil toplum şimdiden Dördüncü Endüstri Devrimi’ne geç zamanların Vahşi Batısı muamelesi yapan bir iş dünyası davranışını hiçbir şekilde kabul etmeyeceklerini ortaya koyuyorlar. Şirketler kendi içlerinde hassas bir düzenlemeye gitmezlerse hükümetlerin bu konuda daha fazla mevzuatı gündeme getirmesini bekleyebilirsiniz. Bu da demek oluyor ki, devlet yetkililerinin ve özel olarak bireylerin üstlendikleri önemli roller var. Örneğin, yalnızca yasa koyucular yeni teknolojilerin sunduğu zenginliğin adil bir şekilde yeniden bölüşümünü sağlayacak yasal düzenlemeleri yürürlüğe sokabilir. İşçiler ve diğer çalışanların bir araya gelip, bazı işleri yürürlükten kaldıran teknolojiyi uygulamakla, bunların yerini alan yeni becerilerin öğrenilmesine yatırım yapmak arasında bir denge sağlamaları gerekiyor.

Hükümetlerin ve uluslararası organizasyonların aynı zamanda içinde yaşadığımız dünyayı şekillendiren Birleşmiş Milletler ve Bretton Woods’un çerçevesini de yeniden kurgulamaları gerekiyor. Uluslararası kurallara dayalı düzenin büyük bir bölümünün sil baştan düzenlenmeye ihtiyacı var. Ocak ayı sonunda, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısında bu önemli bir konu olacak.

İşbirliği şirketlerin rekabet, yenilenme ve evrilme gereksinimini ortadan kaldırmıyor. Nitekim, ikinci eylem aşaması şu olmalı: Şimdi artık tüm iş dünyası liderlerinin daha fazla ve daha hızlı deneyimlemelerinin zamanı gelmiş bulunuyor. Şirketler makine öğrenimi ve 3 boyutlu baskı gibi yeni araçların yardımıyla, gerçek zamanda toplanmış verileri ve geri bildirimleri kullanabildikleri için yeni ürün ve teknolojileri sürekli olarak test edip, uyarlayabilecek devasa bir olanağa sahipler.

Üçüncüsü, şirketlerin teknoloji odaklı risklere yanıt verecek uygun stratejileri benimsemeleri gerekiyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Riskler Raporu, örneğin defalarca, geniş çaplı siber saldırıların hem olası hem de etkili olduğunu gösterdi ama şirketlerin çoğu bunlarla baş edebilecek kadar donanımlı değil. Şirketler 2019 yılında bu tür riskleri etraflıca ve yapısal bir şekilde ele almazlarsa pişman olabilirler.

Son olarak, iş dünyası liderleri faal oldukları daha geniş çaplı alanı ve eylemlerinin kaçınılmaz olarak yol açabileceği sonuçları anlamak için daha fazlasını yapmalılar ve stratejilerini de buna göre gözden geçirmeliler. İş dünyası artık çevreye verilen zararlar ve sosyal huzursuzluk gibi dış sorunlar yokmuş ya da kendi sorumluluğu değilmiş gibi davranamaz.

Tüm bunlardan yola çıkarak, Dördüncü Endüstri Devrimi’nin sadece sektörlerimizi değil toplumu ve her yerde insanların hayatlarını da etkileyeceğini anlamalıyız. Hadi gelin 2019’da her beraber bu alanda yeni bir şafak sökmesini sağlayalım. Hadi gelin, yeni bir dönem için bu bizim ortak yeminimiz olsun.

Klaus Schwab Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve başkanıdır.

AYŞE ÖZTUNA BOZOKLAR

Odgers Berndtson Türkiye, Yönetici Ortak

Dört kuşağın doğru temsilcilerini birlikte çalıştırabilen liderler yarının başaranı olacak

Teknolojideki gelişmelerin hemen her iş kolundaki etkilerinin muazzam boyutlara ulaştığı ve yapay zekanın çalışma alanlarına etkisinin giderek arttığı bir ortamda, 2018 yılında gerçekleşen her toplantı, sohbet ve iletişim doğal olarak bizi yeni dönemin gerektirdiği yenilikçi iş modellerinin nasıl olması gerektiğini değerlendirmeye götürdü. Global olarak üst düzey yönetici araştırma ve değerlendirme çalışmaları alanında lider Odgers Berndtson olarak tüm çalışmalarımızı doğru potansiyelin doğru işlere yönlendirilmesinin önemine dayandırıyoruz. Zira toplumsal olarak ve insani boyutlarda dönüştürücü etkileri çok kritik bir dönemden de geçiyoruz; bugünden iş yapış şekillerimizin, iş modellerimizin tamamen değişeceğini öngörebiliyoruz. Yeni dönemde bilişsel zekasının yanı sıra duygusal zekasını da her boyutta devreye alabilen, farkındalığı yüksek, temel insani değerlere bağlı ve değişimi doğru anlayıp bunun gerektirdiği adımları atabilen insanların iş gücünde de özel yaşamlarında da fark yaratan bir deneyim yaşayacağını göreceğiz.

Doğru, derinlikli kişiye ve kuruma özel yaklaşımlarla devreye alınacak her çabanın önümüzdeki dönemde başarı için belirleyici olacağı muhakkak. Bu doğrultuda son dönemde gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda kendi adıma yıllardır üzerinde ısrarla durduğumuz doğru insan kaynağının doğru işe kanalize edilmesinin ne kadar önemli olduğunu ve bununla ne kadar haklı bir meseleyi dert edindiğimizi bir kez daha deneyimlemiş oldum.

İnsan yaşamında son 20 yılda, son üç yüz yılda olan değişimden çok daha fazla değişim yaşandı. Bu değişime ne kadar hazırdık, devamına, geleceğe ne kadar hazırız, bunu doğru anlamamız ve değerlendirmemiz gerekiyor. Bu değerlendirmeyi doğru paydaşlarla ortak akıl yaratarak ve bilinçli bir kurgu ile yapmanın önemi de oldukça yüksek.

Global arenada “yetenek açığı” yüzde 45 olarak değerlendiriliyor ve bu zamana kadarki en yüksek seviyesine ulaştı. Bunun yanında yanlış istihdamın etrafında kaybedilen gelirin milyarlarca dolara ulaştığı belirtiliyor. Oysa organizasyonlar olarak çalışanı, yeteneği merkeze koyduğumuzda ve ana işimizi bu doğrultuda şekillendirip, mevcut yeteneklerimizi ve potansiyelimizi stratejik kararlarımızın vazgeçilmez bir boyutu olarak değerlendirebildiğimizde gelecekteki muhtemel kayıpları da minimuma indirgeme şansını elde etmiş oluyoruz.

Pek çok kurumun çok farklı boyutlarında zorlandıkları dijital transformasyon kritik bir yol ayrımında. Dönüşüm süreçlerinin ve sonuçlarının insani boyutları ile ele alınmasının önemini daha da vurgulayan bir diğer boyut ise bugün insanın insanı yönetirken pek çok zorlukla karşılaştığı günümüz iş hayatında, robotların da bu ekiplere dahil olduğu organizasyonları yönetmenin yöneticilik ile ilgili deneyimi daha da karmaşık hale getireceğidir.

Hemen her şeyin yüksek hızda seyrettiği, beklentilerin karmaşıklaştığı iş dünyasında çalışanlar özellikle de yeni nesil yetenekler her şeyden önce mana arayışında. İnsani ve sahici olana özellikle iade-i itibar söz konusu. Bu yüzden zaman yönetiminin ötesinde “hakkını vererek çalışmak”, farklı farklı paydaşlarla doğru işbirliklerini oluşturmak, iyi uygulamaları devreye almak gibi yaklaşımların hepsini içselleştirerek ancak “üssel” (exponential) büyüme fırsatlarını oluşturarak sürdürülebilir rekabet avantajı mümkün olabilecek.

Şirketler ve bireyler tarafından teknolojinin sunduğu fırsatların doğru değerlendirilmesi ile açığa çıkacak zamanın en verimli şekilde kullanılmasının, ve bu eforun planlanmasına ilişkin hemen harekete geçilmesinin fark yaratacağını da söyleyebiliriz. Teknolojik gelişmeler sayesinde artık bireylerin kendi kariyerleri için kurumların ise çalışanlarına sundukları deneyim ve başarılarının sürdürülebilir kılınması için daha da fazla sorumluluk alınması zorunlu hale geliyor. Yeni iş yapış şekilleri ve yenilikçi iş modellerinin üretilmesini mümkün hale getiren; durumsal olarak “pause” (es verilebilecek) yapabileceğimiz, gözden geçirme ve sağlıklı karar verme için şeffaf bilgi paylaşamına dayalı, olumlu bir tutum ile seçenek ve fırsat yaratabilen, farklı şirketlerden ve iş kollarından da öğrenebilen bir bakış açısı olacak.

Teknolojinin organizasyon içinde sadece bir iş birimi, departman olarak var olduğu modeller, dijitalleşme ile birlikte şirketin stratejisine, tüm iş kollarına, iş yapış şekillerine ve tüm süreçlerine etki eden ve merkeze alındığı modellere dönüşüyor. Bu dönüşümü yaratabilen şirketlerin önümüzdeki dönemde fark yaratacağını ve başarılı olabileceğini görüyoruz. Ama yine vurgulamakta fayda var: Gelecek, teknolojiyi, yeteneği ve ana işini yeni bir yaklaşım ve bakış açısı ile entegre bir şekilde ele alabilen ve üç boyutta da derinlemesine analizler yaparak yarınını planlayanların olacak.

Özetle en doğru yetenekleri organizasyonunuza katmak ve onlara iyi bir deneyim yaşatmak sürdürülebilir rekabet avantajını sağlayabilecek en stratejik mesele haline geldi. En iyi yetenekleri işe almak istiyorsak bunu hem süreçler hem deneyim olarak gözden geçirmemizin, kurumumuza ve amaçlarımıza göre özelleştirmemizin ve dijital deneyimle uyumlaştırmamızın tam zamanı. Uygulama derinliğini ve manasını da gözetebildiğimiz, her aşama, her prosedürde insani değerleri ve bu manayı değerlendirerek süreçlerimizi ve paydaşlarımızı dijitalleştirebildiğimiz, sahici ve güzel deneyim yaşatabildiğimiz ölçüde hem bugünün zorluklarını aşacağız hem de gelecekte başarılı olacağız.

Yapay zekalar ile toplantı yapacağımız günler çok yakın. Burada “insanlığın dili vs yapay zekanın anlama kapasitesinin” yarattığı bariyerleri aşmak nasıl mümkün olacak, nasıl ekip olunacak, yeni dönemin en kıymetli kavramı işbirliği nasıl inşa edilecek? Bütün bunlar kurumların daha iyi hazırlanması gereken stratejik meseleler.

Sürekli değişen bu belirsizlik ortamında sürdürülebilir rekabet avantajı için kritik noktalar;

-Günümüzde geleneksel sınırları aşmak için teknolojiden yararlanarak benzersiz iş fikirleri ile çok uluslu şirketler kurulmasında da kilit roller üstlenebilen milenyum / z kuşağını, doğru süreçlerin içine, yeteneklerini ve nasıl katkıda bulunacaklarını değerlendirerek, dahil eden şirketler zorlukların üstesinden daha kolay gelebilecek ve daha iyi performans sergileyebilecekler.

-CEO ve Yönetim Kurulu, içinde farklı deneyim ve profilleri barındıran, özellikle milenyum kuşağından “Danışma Kurulu Üyeleri” ile birlikte çalışarak, onlardan nasıl yeni ürün ve değer önerileri geliştirebileceklerine ilişkin geri bildirimler ve destekler alabilirlerse bambaşka, dönüştürücü bir performans ortaya koyabilirler. Başarılı şirket uygulamalarına baktığımızda; doğru değerlendirip doğru bir şekilde görevlendirdikleri Z kuşağından “Danışma Kurulu Üyeleri”nin, karar verme süreçlerine etkin bir şekilde dahil edildiklerinde, bu ekip çalışmasıyla yaratılan ortak akıl ile toplam kurumsal performansın daha da ileri gittiğini görebiliyoruz. Bu yaklaşımların ancak Yönetim ve İcra Kurulu seviyesinde benimsenmesi ve sahiplenilmesi ile devreye alındığında iyi sonuçlar verebileceğini unutmamamız gerekiyor. Ve pek çok kurumun gerekli olan bu zihniyet değişimini gerçekleştirmekte zorlandıklarını görmekteyiz.

-Daha önce hiç olmadığı kadar liderleri zorlayan bu ortamda; ekiplerinde doğru beceriler olsa bile, onları sürekli bilinçli bir şekilde geliştirmeleri, farklı profillerle desteklemeleri, farklı çalışma modelleri ile ezber bozan yaklaşımları devreye alarak adaptasyon ve yaratıcı çözümler geliştirme becerilerini kullanmaları kritik önem taşımaktadır. Z / Milenyum kuşağının, doğru bir ekosistem içerisinde gelişimlerine ivme kazandırırken, şirketin geleceğini şekillendiren stratejilerin hayata geçirilmesi esnasında kritik deneyim edinmelerini sağlayan kurumlar yüksek performans gösterecekler. Dünyada bugün farklı sektörlerde önemli şirketlerin bu tür oluşumları / iş yapış şekillerini devreye alarak fark yarattıklarını görmekteyiz.

Özetle, bugün gelinen noktada bütün bu zorluklarla bir liderin veya bir kurumun tek başına başa çıkması ve bu zorlukları fırsata dönüştürmesi imkansız! Birbirlerine empati ile yaklaşan, öncelikli problemleri belirleyip sahici çözümler üzerinde 4 kuşağın da doğru temsilcilerini hem kurum içinde hem kurum dışında kurdukları yapılarla birlikte çalıştırabilen liderler ve organizasyonlar yarının başaranı olacaklar.

………

Kurumların, markaların farklılaşmak, hız kazanmak, adaptasyon gücünü artırmak için eski alışkanlıklarından vazgeçmesi şart, özellikle de Yönetim ve İcra Kurulu düzeyinde. Yönetim Kurulunuz ne kadar “diverse” (çeşitlilik içeren – farklı deneyim ve bakış açılarından beslenen), helikopter bakış açısına, yüksek duygusal zekaya, gelişmiş adaptasyon becerisine sahipse ve hatta bunun ötesinde değişimin gerektirdiği sorumluluğu üstlenerek liderliğini ortaya koyabiliyorsa; yeni dünya düzeninde o kadar şansınız var, o kadar öndesiniz demektir.

Ne kadar tekrar etsek azdır; sadece Türkiye’de değil tüm dünyada iş dünyası hızla değişiyor. Dolayısıyla yeni iş modellerinin hayata geçirilmesinin de hızla yapılması gerekiyor. Yapıların bu ortama uyumu ve paydaşlar için değer yaratma yeteneği büyük oranda gerçekçi risk yönetimi ve karar alma süreçlerinin kalitesine bağlı. Stratejik yaklaşım, risk yönetimi ve karar mekanizmalarının değişik açılardan sorgulanması, yönetim / icra kurullarının oluşumu, geliştirilmesi ve performanslarının izlenmesine hayati önem yüklüyor.

Türkiye’de de küresel ekonomiye entegre şirketlerimizde uluslararası en iyi uygulamaları etkin bir şekilde devreye almanın, performansı en tepeden, sürekli izlemenin ve bu kritik deneyimlere sahip liderlerle çalışmanın, kurumun genel gelişimine önemli katkı sağladığını artık hepimiz kabul edelim.

Yönetim kurulu düzeyinde benimsenen bu yaklaşım sayesinde üst yönetimin de kendini geliştirme konusuna ivme kazandırması mümkün olacak. Yapay zekanın hayatımızdaki etkinliğini arttıracak olması, yönetim kurullarında da farklı perspektifteki temsilcilere (genç, kadın, farklı coğrafyalarda deneyim kazanmış) daha fazla ihtiyaç duyulacağına işaret ediyor. Bunu en hızlı devreye alabilen kurumlar, performanslarında önemli bir fark yaratmaya devam edecek.

Son olarak bir çok araştırmanın da ortaya koyduğu üzere; başarılı liderleri önümüzdeki dönemde de diğerlerinden farklı kılacak özelliklere baktığımızda; stratejik ve analitik düşünebilme, karmaşık problem çözebilme becerileri ile birlikte öncelikli olarak insan ve ilişki yönetimindeki becerileri, adaptasyon becerileri ve yüksek duygusal zeka becerileri gelmektedir.

HALUK TEKİN

Red Hat Türkiye Genel Müdürü

Yapay Zekanın üç odağı: ANI, AGI ve ASI

İşletmelerin etkinliklerini, çevikliklerini artırma ve inovasyon geliştirme baskısı içinde oldukları bir dönemdeyiz. Fakat karmaşık teknik ortamların getirdiği riskler ve güvenlik kaygılarının stratejik hedefleri de geciktirebildiğini görebiliyoruz. Mobil teknolojiler, akıllı cihazlar, yapay zeka ve öğrenen makineler alanlarındaki ilerlemeler, iş akışları ve iş süreçlerinin yeniden tanımlanması, dönüşmesi ve daha da otomatikleşmesi gibi noktalarda yeni fırsatlar sunuyor. Red Hat’in araştırmalarında, şirketlerin yüzde 34’ü için en büyük riskin veri güvenliği olduğu görülüyor. Bunun karşısında en büyük ihtiyaçlarının ise (yüzde 64) kalifiye işgücü ve yetenekler olduğuna dikkat çekiyor.  Bu veriler oldukça ilginç. Zira insanlara dair verilerin güvenliği ve bu teknoloji ortamlarında çalışan yetenekli işgücü ve dolayısıyla yetenekleri zirveye çekeceği düşünülen yapay zeka ve öğrenen makineler gibi konular teknolojinin toplumsal bileşenlerle kesiştiği noktalar. Teknoloji ve veri güvenliği bağlamında Red Hat’in bu alana adanmış pek çok birimi, ürün ve hizmet yelpazesinin yanı sıra tüm veri güvenliği ve ölçümlerine dair düzenli raporları bulunuyor. Burada amaç önce riskleri ve zayıflıkları tanımak ve anlamak sonra da çözüm sunmak.  Red Hat’in varoluş  kaynağını teşkil eden açık kaynak geliştirici topluluklarında ise en geniş yelpazede, en büyük yeteneklerden yararlanılıyor.

 

Yapay zekaya gelecek olursak, artık AI yani yapay zeka çerçevesinde aşılması gereken üç büyük safha tanımlanıyor. ANI, AGI ve ASI. İlk safha olan ANI (artificial narrow intelligence), sığ yapay zeka demek. Bu safhada yapay zekaya tonlarca veri yüklenir ve sonuçta (iyi kötü) isabetli olasılıklar ve kararlar çıkar; ANI görselleri ayrıştırabilir, sözcükleri tanır, Go gibi oyunlar oynayabilir, Siri gibi işlevler görebilir ama programlandıkları bu “sığ” görevlerin dışında fazla bir şey yapamaz. Burada şunu da belirtelim: İnsan toplumları olarak bugün hala ANI safhasındayız. AGI’ye (artificial general intelligence) yani genel yapay zekaya gelebilmek içinse makinelerin hem işlem hem de bilişsel yeteneklerine müthiş bir hız kazandıracak ilerlemeler kaydedilmesi gerekiyor. Bu çıtaya ulaşmak o kadar kolay değil. Neden mi? Çünkü AGI, insan zekasına eşit anlamına geliyor. Burada eklemek gerekir ki,  bazı araştırmalara göre şu anda ANI’daki hiçbir gösterge halen o safhaya gelebileceğimizi göstermiyor.  AGI’dan ASI’ya yani süper yapay zekaya  (ya da artık insanüstü yeteneklerle donanmış bir yapıya) gidecek yol ise çok daha muğlak. Yine de bu konudaki bazı araştırmalar 2045 gibi yakın bir tarihte ciddi bir mesafe alınmış olabileceğine inanıyorlar ve bunun ifade edebileceği şeyler konusunda oldukça iyimserler. AI, insan elinden çıkma bir yapı olduğundan, gelecekte insan için çalışacaktır. Bu konuda çok genelleştirilmiş teorilerden kaçınılması gerektiğine inanıyorum. Tüm yeni teknolojiler karmaşık hesaplar ya da işlemler üzerine bina edilmiştir ve bunların her biri daha iyi bir gelecek, daha başarılı bir evrime odaklıdır. Burada liderlere büyük rol düşüyor. Unutmamalı ki yapay zeka, önyargı sahibi olursa, bu yine insandan öğrendiği bir önyargı olacaktır.

FİLİZ AKDEDE

HP Türkiye Genel Müdürü

Güvenlik ekosistemleri yaratılmalı

Değişen dünyada dijital dönüşüm ile birlikte nasıl yaşadığımız, nasıl ürettiğimiz, nasıl tükettiğimiz değişiyor. Daha akıllı şehirlerde, daha akıllı ofislerde, inovasyonu daha çok kullanarak yaşıyoruz. Dönüşüm daha entegre edici, bütünleştirici bir yaşamı beraberinde getirdi.

Dönüşümün temel amacının hayatı kolaylaştıracak, hızlandıracak, verimli hale getirecek bir yaşam yaratmak olduğunu söyleyebiliriz. 3 yıl içinde teknoloji kullanımının daha çok yaygınlaşmasını, bugün kullandığımız yazılım ve programların gelişmesini, değişmesini ve verimliliğini artırmasını bekliyoruz.

Tabii bu dönüşüm içerisinde güvenlik de en az performans ve verimlilik kadar önemli bir yer tutuyor. Dönüşüm birçok fırsatı beraberinde getirirken, güvenlik sorunu da önem vermemiz gereken bir konu olarak gündeme gelmeye başladı. Hem tüketici hem de kurumlar için siber güvenlik tehdidi var. Bu sebeple, bizi doğru alanlarda koruyabilen ürünler kullanmalıyız.

Bulut, büyük veri, mobil ve yazılım tanımlı sistemlerle şekillenen BT ortamında şirketler; sosyal medya başta olmak üzere farklı kaynaklardan gelen ve her geçen gün karmaşıklaşan siber tehditlere karşı bütünsel güvenlik sunan, gerçek zamanlı sistemler kullanmalı. Kısacası şirket içerisinde bir güvenlik ekosistemi yaratılmalı. HP olarak hem bilgisayarlar hem de yazıcılar için son dönemde özellikle güvenlik konusunda pek çok ürün ve proje geliştirdik. PC tarafında sadece cihazları değil aynı zamanda kullanıcıların kimlik bilgilerini ve verilerini de koruyan güvenlik çözümleri sunuyoruz. Yazıcı alanında da kurumsal farkındalığın artması gerekiyor. Yazıcılar ve çok fonksiyonlu yazıcılar (MFP’ler), birçok vakada bir şirketin BT operasyonlarının güvenliğinde en zayıf halkalardan biri. Bu noktada HP yazılım çözümlerimiz, sadece kimliği doğrulanmış kullanıcıların ve yazıcıların yazıcı ağına erişmesini ve verilerin şifrelenmiş durumda tutulmasını sağlıyor.

Dönüşüm ile birlikte tüketicilerin ihtiyaçları ve nasıl daha verimli olabilecekleri konusunda elimizde artık çok fazla veri var. Bu verilerden yola çıkarak; değişen, gelişen, farklılaşan tüketici taleplerini her zaman ön planda tutarak ve kendimizi geliştirerek çözümler üretiyoruz. Yaşamımızın bütün alanlarındaki yeni deneyimlerinden güç alan inovasyonlar sayesinde heyecan verici bir çağ yaşıyoruz. HP olarak göz alıcı detaylar, yeni nesil performans, çeviklik ve güvenlik ile geleceği günümüze getirerek sektörü ileriye taşıyoruz.  Amacımız performans ve tasarımı bir arada sunan ürünler geliştirerek hayatı her yerde ve herkes için kolaylaştıracak teknolojiler yaratmak.

Örnek olarak Endüstri 4.0 devrimini hızlandıracak dünyanın en gelişmiş seri üretime yönelik 3D metal baskı teknolojimizi verebiliriz. Dönüşüm ile gelişen alanlardan biri olan 3D baskı teknolojisiyle yakından ilgileniyoruz ve plastik parçaların 3D seri üretimine öncülük ederek bu dönüşümün hızlanmasına yardımcı olduk. Şimdi de çığır açan metal 3D baskı teknolojisi HP Metal Jet ile bu hızı ikiye katlıyoruz. Bu teknolojinin etkileri gerçekten çok büyük. Sadece otomotiv, sanayi ve üretim sektörleri her yıl binlerce metal parça üretiyor. HP’nin yeni Metal Jet 3D baskı platformu, müşterilerin dijital çağda tasarım, üretim ve yeni çözümler sunma yöntemlerini yeniden düşünmelerini sağlamak için hız, kalite ve maliyeti ön plana çıkartıyor.

Gündemimizdeki en önemli konulardan biri güvenlik ve son dönemde artan siber saldırıların sayısı ve yöntemlerine baktığımızda güvenliğe bütüncül bir şekilde yaklaşılması gerektiğini görüyoruz. Liderlerin de hem kurumunda hem de müşterilerinde güvenlik açıkları konusunda farkındalığı artırması gerektiğini düşünüyoruz.

 

HP olarak gerek inovatif ürün ve çözümlerimizle gerekse The Wolf adında kısa film projemiz ile kurumların farkındalığını artırmaya çalışıyoruz. The Wolf filmleri, kurumsal ağların siber saldırganlar tarafından nasıl ele geçirilebileceğini ve şirketlerin bu saldırılardan korunmak için neler yapması gerektiğini anlatıyor.

BERNA ÖZTINAZ

PERYÖN Yönetim Kurulu Başkanı

Dijital liderler dönemi öne çıkacak

Dördüncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan Sanayi ya da Endüstri 4.0 kavramı, artık kurumların da çalışanlarının da gerçeği olmuş durumda. Endüstri 4.0 tabanlı otomasyon sistemleri çoktan kurumlarda konumlandırıldı. Büyük çoğunluğu bu anlamdaki çalışmalarını hızlandırdı. Yapay zeka ile çalışan sistemler üzerine yatırımlar yapılmaya başlandı. Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki teknoloji hangi noktaya taşınırsa taşınsın kurumların dinamosu her zaman insan olmuştur. Bu tabloyu daha önceki sanayi devrimlerinde de yaşadık. İnsanın rolü ve etkisi değişse de önemi bir kurum için asla değişmiyor. İnsan faktörünü es geçmeyen kurumlar uzun ömürlü ve başarılı oluyor. Riskleri minimize etmek için elindeki insan kaynağına yönelik hamleler yapıyor. Yeni dönemde sadece İK departmanlarında değil, tüm yönetim birimlerinde dijital dönüşüm sürecini yönetecek dijital liderlerin iş başı yaptığını gözlemliyoruz. Bütün süreci yönetebilecek yetkinlikte, dijital jargona ve uygulamalara hâkim, çoklu yetenekleri olan kişilerin tercih edildiği bu yeni düzen aslında bir yönetim stratejisi. Bu strateji çatısı altında; yöneticilerin şirketin farklı bölümlerdeki işleyiş ve süreçler hakkında da bilgi sahibi olması önem taşıyor. Çalışanların gelişim ve yetkinliklerini takip edecek tecrübeye sahip, işletme maliyetine etki edecek kararlara sonuç odaklı yaklaşan, kurum kültürünü sahiplenen ve bu kültürü çalışanlara aktaracak kanalları iyi tayin edebilen yöneticiler kurumların en önemli stratejisi haline geliyor.

Kurumların bu dönemi doğru ve geleceğe hazır geçirebilmeleri için anahtar nokta liderlik. Bugünün ve geleceğin gereklerini, senaryolarını, olasılıklarını kavrayan, esnek, akışta kalmayı bilen bir liderlik, bu dönemi güçlenerek aşacak kurumlar için belirleyici olacak. Kendisini ve ekibini değişime hazır kılan, değişimle yaşamayı ve gelişmeyi bilen liderler için iyi bir oyun planına ihtiyaç var. Bu günün resmini iyi çekmek, geleceğe çoklu senaryolarla hazırlanmak ve bu senaryolarla yaşayacak ekipleri oluşturup hazırlamak en önemli adım.

Alıştığımız liderlik anlayışıyla hızlıca vedalaşmak lazım. Otoriter, herşeye cevabı olan, karizma ve tecrübeye saygıyla ilerleyen liderlik pratikleri arkada kalıyor. Duvarsız ofislerden, kültürlerüstü koordinasyondan, her gün değişen teknoloji ve bilgiden söz ederken, liderlikte statik bir yakşalım beklemek mümkün değil. Ancak böyle bir kaotik, belirsiz anlamda daha da önem kazanacak şeyin liderin değerleri olacağına inanıyorum. Adalet, etik, stratejik iletişim becerisi bu dönemde daha da önem kazanacak. Çünkü böylesine değişken, bilginin, araçların, ortamın bu kadar hızlı değiştiği bir ortamda insanın potansiyelini ortaya çıkarabilmesi için bir çıpaya ihtiyacı olacak. O çıpa doğru lider olursa, en iyileri etrafında toplar ve farkı yaratır. Bence liderlik ve değerlerin yolculuğuyla, merakla beklediğimiz yeni dünyada insanlar şimdiye kadar görülmemiş başarılara yada başarısızlıklara imza atabilecekler. 

UMUT AYDIN

Knowledge Expert CEO’su 

Etkileşim oluşturacak yapılar kurulmalı 

“Şirketlerin değişmez en değerli varlığın insan olduğu gerçeğini bilerek, başta iş uygulamaları olmak üzere organizasyon içerisinde kullanılan uygulamalar, teknolojiler ve bunlara bağlı süreçlerin, sosyal teknoloji platformlarıyla eşitlenerek adeta bir ağ düzeninde işlemesini sağlamak birincil hedefleri olmalı. Doğrudan dijitalin iş modelinin çekirdeğine alındığı bir stratejinin sahiplenilmesi gerekiyor. Kıta Avrupası’nda ve Türkiye’de çoğunluğu eski nesil ve geleneksel yönetim biçimiyle idare edilen organizasyonlar için en büyük sancı burada başlıyor. Çünkü dijital eksenli bir iş modeli senelerdir süregelen büyüme odaklı hedef, bütçe vb. geçmişte kalan yönetim alışkanlıklarının ve dolayısıyla konfor alanının dışına çıkmak anlamına geliyor. Yenilenmek ve evrilmek için öncelikle köklü model değişikliklerinin ciddiyetle ele alınıp konfor alanından çıkılması icap ediyor. Teknolojiye kolay erişim şirketlerimiz için bir avantaj olduğu kadar bir risk niteliğinde. Hızlı karar hareket edip, hızlı deneyip, hızlı karar almak eskiden yalnızca yıkıcı etki oluşturan start-up’ların özelliği gibi görünse de, bugün rekabet gücüne sahip olmak isteyen her organizasyonun edinmesi gereken yegane reflekslerden.  İşinizin rutini yönetmekten ziyade profesyonel devrimcilik olduğunu unutmamanız gerekiyor. Süreçleriniz ve modelleriniz kadar insanlara da emek harcamanız gerektiğini unutmayın. Organizasyonunuzun boyutuna göre yakınlaştırıcı ve sürekli etkileşim oluşturabileceğiniz yapılar kurun.”

BURAK BARI 

adesso Türkiye Genel Müdürü ve Global Hizmetler Direktörü

Teoriyi, pratiğe çevirecek stratejiler şart

Dijital dönüşüm artık günümüzde bir seçenek değil, bir ihtiyaç halini aldı. Tabii bu süreç boyunca çevik yazılım geliştirmenin sağladığı avantajları en yüksek seviyeye çıkarabilmek için, onu plan odaklı ilerleyen yazılım süreçlerinin emniyetli yaklaşımıyla bir araya getirmek gerekiyor. Diğer bir deyişle, şirketlerin çevikliği kendi yapılarına göre kontrol altında tutması gerekiyor. Bu sebeple, şirketlere öncelikle organizasyonel konuları ele almalarını tavsiye ediyoruz.

adesso Türkiye olarak dijital dönüşüm stratejilerini ve yazılımsal süreçleri tek elden yönetebilen bir yapıya sahibiz. Riskleri ortadan kaldırabilmeleri için şirketlerin nereye gitmek istediğini anlaması, içinde bulunduğu yapıyı analiz edebilmesi ve tüm bunlardan bir dönüşüm yolculuğu oluşturabilmesi gerekiyor. Şirketlerin gerçeklikten uzak planlamalar yapması, günümüzde büyük dijital dönüşüm projelerinin başarısız olmasının en önemli sebebi olarak karşımıza çıkıyor.

adesso Türkiye olarak dijital dönüşüm yolculuğunda teoriği pratiğe döken “Interaction Room” metodolojisiyle öne çıkıyoruz. Yazılım süreçlerini dönüştürmek isteyen şirketlerin tüm paydaşları için şeffaf bir iletişim ortamı sağlayan metodolojimiz, en temelde şu dört amaca hizmet ediyor:

  • Sürecin misyon-kritik yönlerine odaklanmak
  • Sezgisel görselleştirme metotlarıyla ilişkilendirilen riskleri sürecin başında tespit etmek ve ortadan kaldırmak
  • BT ve diğer birimler arasında takım ruhunu ve ortak proje sorumluluğunu geliştirmek
  • Projelerin gerçek katma değerini tüm paydaşlarla beraber doğru tespit etmek

Bir liderin geleceğe yönelik doğru analizler yapıp, beraber çalıştığı kişileri de doğru yönlendirebilmesi gerekiyor. Bu noktada değişimi zamanında görmesi olmazsa olmaz. Değişimden korkmaması, ona dört kolla sarılması ve çığır açan inovasyonlara imza atılabilmesi için merak etmeyi cezbedici hale getiren bir kişiliğe sahip olması gerekiyor. Günümüzde varlığını iyiden iyiye artıran yapay zeka ve nesnelerin interneti gibi teknolojilerin benimsenme sürecinin kolaylaşması için teknoloji ve insan arasındaki ilişkinin rekabetten ziyade işbirliğine dayalı olduğunu vurgulaması da çok önemli.

SERDAR YALÇIN

Fortinet Türkiye Ülke Müdürü 

Dijital süreçleri güvenlik unsuru yavaşlatıyor

Öncelikle son dönemde gündemde en üst sıralarda yer alan konulardan biri olan dijital dönüşüm, siber güvenlik konusuna yeni bir yaklaşım getirdi. Dijital dönüşüm ile birlikte mobilite, bulut teknolojisi ve nesnelerin interneti, yapay zeka gibi hayatımızı kolaylaştıran akıllı sistemlerin kullanım alanları da arttı. Bu artışla birlikte saldırı yüzeyinin de giderek genişlediğini gözlemledik. Kritik operasyonlarını çevrimiçi ortama alan kurumlar siber saldırılara karşı daha riskli bir hale geldiler. Siber saldırganlar ise araç ve yöntemlerini daha da otomatikleştirerek, bilinen güvenlik açıklarının yeni türevlerini yaratmaya başlayarak bu riski daha da güçlendirdiler. Örneğin, saldırganlar artık doğrudan hedefler belirliyorlar. Genişleyen saldırı yüzeyi, araç ve yöntemlerini otomatikleştiren siber saldırganlar, dijital dönüşüm sürecine giren kurumların önünde ciddi bir endişe ve engel yaratmaya başladı. Bu açıdan, dijital dönüşümün sorunsuz ve etkili bir şekilde hayata geçirilmesinin, bir bakıma siber güvenlik dönüşümünün de gerçekleştirilmesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Fortinet, tam da bu noktada devreye giriyor ve dünya genelinde büyük ölçekli şirketlerin, servis sağlayıcılarının ve kamu kurumlarının güvenlik sağlayıcısı olarak, her geçen gün artan siber saldırılara karşı müşterilerimize akıllı ve sorunsuz koruma sağlıyor. Sınırların ortadan kalktığı günümüzde, ağ ve uygulamaların artan güvenlik ihtiyaçlarını karşılarken, özel donanımsal ve yazılımsal güvenlik platformlarımız ile performanstan ve güvenlikten ödün vermeden, siber tehdit ve ağ güvenliği teknolojilerinin öncülüğünü yapıyoruz.

Yapay zeka temelli teknolojiler, siber güvenliğin geleceğinde de öne çıkıyor. Fortinet olarak, yapay zeka, nesnelerin interneti, makine öğrenimi konularına öncülük ediyor ve çözümlerimizin bir parçası haline getirerek şirketlerin dijital dönüşüm sürecini hızlandırıyoruz.  Örneğin yeni nesil tehdit istihbaratı ve tespitine yönelik çözümümüzü duyurduk. FortiGuard AI, Fortinet’in tehdit istihbarat hizmetleri platformunu temel alıyor ve müşterilerimizin “Security Fabric” çözümlerini sürekli güncelleyerek, hızla büyüyen tehdit ortamında en son tehlikelere karşı koruma sağlıyor. FortiGuard AI, kendini sürekli eğiten makine öğrenimi yaklaşımları ile kendi kendine evrilebilen bir tehdit saptama sistemi. Otonom bir şekilde, makine hızında, bir haftada milyonlarca tehdidi hızlı, çevik ve isabetli bir şekilde analiz ederek saptayıp sınıflandırabiliyor. Bu da tehdit analistleri ve ağ operatörlerinin kritik tehdit araştırmalarına ve daha üst düzey problemlere odaklanmalarını mümkün kılıp, sıfırıncı gün saldırılarına maruz kalma oranını azaltıyor, Fortinet, müşterilerinin risklerini en aza indirirken saldırganların saldırı maliyetini de yükseltiyor.

Şirketlerin dijital dönüşüm sürecini yavaşlatan en büyük etkenin güvenlik meselesi olduğunu görüyoruz. Fortinet olarak 18 yıldır inovasyonlarımızı bu doğrultuda şekillendiriyoruz. Bu sayede 575 kayıtlı patentimizle en yakın inovasyonlarımızı sürdürürken özellikle kurumsal müşterilerimizin güvenliğine yönelik yeni bir yaklaşım getirdik. İki yıl önce Fortinet “Security Fabric” ile üçüncü nesil güvenlik kavramını sektöre kazandırdık. Bu sayede ortalama bir kurumsal müşterinin sahip olduğu çok sayıda farklı teknolojiyi, arayüzü, çözümü bir araya getirerek bu teknolojilerin birbirleriyle iletişim kurmasını sağladık. 5G, nesnelerin interneti, bulut gibi teknolojilerin hayatımıza daha çok dahil olmasıyla, giderek daha da genişleyen saldırı yüzeyinin tamamını kapsayan entegre ve otomatik çözümler sunarak CIO ve CSO’ların işlerini kolaylaştırdık. Bu teknoloji artık sınırları tamamen kalkmış bir ağın tamamını kapsayabiliyor. Sadece kapsamlı çözümlerle de sınırlı kalmadık. Daha verimli ve otomatik bir yapı için yapay zekadan da yararlandık. Artık daha geniş bir yüzeyde, daha fazla kapsayıcılıkla daha yoğun yapay zeka kullanımını gerçekleştirmek zorundayız. Özetle, siber saldırganlardan daha akıllı olmalıyız. Bize yardımcı olması için yapay zekayla makinelerin gücünü kullanırken siber güvenlik profesyonellerinden daha nitelikli bir şekilde faydalanmalıyız. Fortinet, geniş kapsamlı, entegre, otomatik ve yapay zeka temelli teknolojileriyle artan güvenlik zafiyetleri karşısında kurumlara ihtiyaç duydukları bütünlüklü güvenlik yaklaşımını sağlıyor. Bu yaklaşımı sektöre ve kurumlara kazandıran FortiGuard Laboratuvarları’ndan da bahsetmek isterim. Fortinet’in 31 ülkedeki FortiGuard Laboratuvarları’nda çalışan uzman araştırmacılar, analistler ve mühendisler son teknolojileri kullanarak, küresel ağları üzerinde üç milyondan fazla sensörden gelen tehdit verilerini analiz ediyor. Böylelikle her çeyrek analizlerden elde ettiğimiz veriler ile Tehdit Raporu yayınlayarak yeni tehditleri tespit ediyor ve sektörümüzü bilgilendiriyoruz.

Geçtiğimiz on yıl içindeki ilerlemeler, veri elde etme alanındaki kolaylıklar, liderlerin yeni ve detaylı birçok bilgiye erişimini kolaylaştırdığı gibi, bu verileri yorumlarken yardım alacağı yapay zeka benzeri araçları da beraberinde getirdi.  Liderler artık daha derinlikli, doğru ve etkin stratejiler geliştirmeye odaklanabilir hale geldi. Artık uzmanlık alanında bilgi ve tecrübeye sahip olmanın yanı sıra, geniş kapsamda strateji geliştirebilme, vizyon katabilme ve dünyadaki gelişmeleri iyi takip edip hızlı uyum sağlayabilme gibi nitel becerilere çok daha fazla ihtiyaç olacağını öngörüyoruz. Bu becerilere ve yetkinliklere ek olarak liderlerin, kurumların siber güvenlik uygulamalarına da liderlik edecek bütünlüklü yaklaşımı geliştirip kurum içi bir kültür olarak benimsenmesini sağlaması gerekiyor. Bugün güvenlik, sonradan akla gelen bir düşünce olamaz. Güvenlik için planlama, insanlar ve adapte olabilen güvenlik teknolojileriyle birlikte çalışan işlemler gerekiyor. Bu planlama ve adaptasyon sürecinin sorunsuz akışı, liderlerin öngörüsüne ve güvenliği kurumun diğer tüm stratejileriyle bütünlüklü bir şekilde ele alabilme becerisine ihtiyaç duyuyor.

TOLGA BİLDİRİCİ 

GOSB Teknopark TTO Direktörü

İhtiyaç üzerinden üretim olması gerekiyor 

Platon’un varlık anlayışına göre örneğin iki kişinin konuşurken kullandığı ağaç kelimesi aslında fiziksel bir ağaca karşılık gelmeyen bir ideadır. Dünyadaki tüm ağaçlar yok olsa da ağaç ideası yok olmaz.

Ağacı anlatmak kolay elbette ama teknoloji dediğimiz zaman her şey bir anda karmaşıklaşıyor. Kısaca, insanın daha rahat ve güvenli yaşaması için yarattığı soyut ve somut kavramlar olarak özetleyebieceğimiz teknoloji, bugün konfor ve kolaylık kadar risk de barındırıyor.

Homo Sapiens’in erken dönemlerinde bazı tohum ve hayvanların evcilleştirilmesi ile başlayan teknoloji hareketi günümüzde; insanlara üç boyutlu yazıcılar ile işlevini yerine getirmeyen organ yapmaya, doğanın çok uzun sürelerde yarattığı güçlünün ayakta kalması seçilimini, işine yaradığı gibi yapmaya veya başka gezegenlere koloni kurmaya kadar ilerletmiştir.

Teknolojik gelişmenin sonucu göreceli olarak teknolojik yıkım olarak değerlendirilse de aslında küresel ısınma, çevre tehditleri gibi bindiğimiz dalı kestiğimiz gerçekler teknolojinin gelişiminden ötürü değil onları kullanma biçimimizden dolayı yüzleşmemizi gerektirmektedir.

Adına ne denirse densin eğer sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak, en önemli ve bence tek stratejik kararın tüketim üzerinden değil, ihtiyaç üzerinden üretim olması gerekmektedir ki bunun da salt şirketlerin stratejisi olması mümkün değildir.

Ama tüm bunlara şirketlerin devletlerden güçlü olması veya kolayca yönlendirmesi ve DNA’larındaki kar maksimizasyonu güdüleri eklenince bu stratejiyi gerçekleştirmek yakın bir zaman dilimi içinde pek de mümkün görünmemektedir.

MURAT MEDİÇELER

VMware Türkiye Ülke Müdürü

Start-up gibi düşünüp, kurumsallaşmalı 

VMware olarak dijital dönüşüm konusunda öncü bir firma olmamız sebebiyle, dönüşüm süreçlerini, riskleri ve getirileriyle birlikte sürekli olarak değerlendirmeye tabii tutuyor, stratejilerimizi ve eylem planlarımızı da bu çalışmaların çıktılarına göre değerlendiriyoruz. Teknolojiyle birlikte gelen fırsatları en doğru şekilde değerlendirip bu fırsatları müşterilerimizin kullanımına sunarken, riskleri minimize edecek teknolojileri de ortaya koyuyoruz. Temel risklerin başında güvenlik endişesi geliyor. Bu endişe, veri merkezlerinden, son kullanıcının akıllı telefonunda yer alan kurumsal uygulamalara kadar geçerli. Bunun çözümü ise kendi bünyemizde kullandığımız ve birçok müşterimiz tarafından da uzun zamandır kullanılan, network sanallaştırma ve mobil cihaz yönetimi çözümlerinin kurumlarda hayata geçirilmesidir.

Rekabette öne geçme ve değişen dünyada sürekli yeni kalabilmek için start-up gibi düşünmeli ve kurumsal bir yapı olarak hareket etmelisiniz. Bu büyük bir dönüşümü gerektiriyor. Bu dönüşümün 3 önemli bileşeni var: İnsan, süreç ve altyapı. Genelde şirketler altyapıya yoğunlaşıyor, yeni yazılımlara, yeni sistemlere yatırım yapıyor, ama diğer önemli bileşenler olan süreç ve insan göz ardı ediliyor. Süreçleri gözden geçirip yeni ekonomiye ve Endüstri 4.0’a uygun hale getirmek, düzenli eğitimler, mentorluk vb. uygulamalarla insan kaynağımızın dönüşüme liderlik etmesini sağlamak bizim açımızdan kritik önem taşıyor.

 İş liderliğinin püf noktası dönüşümden korkmamak, dönüşümü hem iş hayatının hem de özel hayatın bir parçası olarak görmek ve bu konuda ekibine rol model olmak şeklinde özetlenebilir. Çok önemli bir diğer püf noktası da iyi bir ekip kurmak ve bu ekibin sürekliliğini sağlamaktır. Ekibiniz sizinle birlikte, hatta bazen sizden önde koşabiliyorsa, ulaşamayacağınız hedef, gerçekleştiremeyeceğiniz dönüşüm yoktur.

DOĞAN TAŞKENT 

Atabay İlaç ve Kimya Sanayi, ArGe ve İnovasyondan sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi

Mentors Network Turkey – Ortak, Kıdemli Danışman, Eğitmen, Mentor

 

 

İnsan ve doğa odaklı kurumlar fark yaratacak 

2000’lerden itibaren dijitalleşme özellikle batı dünyasındaki şirketlerde verim artışı üzerinden rekabet avantajı sağladı.  Eğitimli çalışanlarının yürüttükleri iş süreçlerini dijital platformlara taşıyıp bu farkı yarattılar. Bir diğer taraftan müşteriye ulaşma konusunda özellikle kişilerin dijital platformlar üzerinden alış verişlerini ve takip ettikleri konuları ölçerek ‘pazar segmentasyonu‘ bazlı reklam verme yaklaşımından ‘şahıs bazlı’ reklam verme yaklaşımına geçtiler ve kişiye yönelik satış stratejileri geliştirdiler. Şu ana kadar yapılanlar 50’lerden itibaren yapılan üretim ve satış yöntemlerinin daha verimli kılınması olarak gerçekleşti.  Bunların arasından eldeki teknolojik imkânları kullanıp nasıl ‘daha değişik’ yapabilirim diyebilenler, yani iş modellerinde değişiklik sağlayanlar hakiki dijital dönüşümü sağladılar. 

‘Teknolojik yıkım’ eğer şu anda ki kar odaklılık, verimlilik ve daha çok ürün satma üzerine devam edildiği durumda karşımıza çıkan bir olgu… Yıkım kimin için diye sorduğumuz zaman, cevap çok basit olarak insanlık ve tabiat için. Tabiat verdiğimiz zarara rağmen dengesini bulacaktır ama bu insanlığın çok acı çekmesini gerektirebilir, insanlığın bunu bir an evvel fark etmesi türünün devamlılığı için hayati bir noktadır. .  Kısaca özetlersek:

Birinci Sanayi Devrimi ile birlikte doğayla bağımız büyük bir hızla kopmaya başladı. Fabrikalarda çalışmaya, fabrikaların yakınlarındaki evlerde yaşamaya başladık. Kentler de bu yeni trend doğrultusunda büyümeye başladı. İkinci ve üçüncü sanayi devrimleri bu hareketi güçlendirdi. Az sayıda güç sahibi belirli yapılar büyük teknelerinde ve villalarında doğanın tadını çıkarabilsin diye nüfusun büyük kısmı kentlerde, doğadan uzakta yaşamaya, mavi yakalı ya da beyaz yakalı ‘robot’ işçiler olarak rutin işler yapmaya başladı. “Tüketim” zihniyeti yaşamımızın her alanında yaygınlaştı. Örneğin, tabiatı yaşamımız için ihtiyaç duyduğumuz ve beraber yaşamamız gereken bir kavram olarak değil de bize hizmet etmesi ve tüketmemiz gereken bir olgu olarak varsaymaya başladık.

Kafa yapımızdaki ve yaşam tarzındaki bu değişimlerin doğal sonucu olarak, doğanın düzenini de değiştirdik ve küresel ısınmaya, çöp dağlarına, dünyadaki doğal yaşam popülasyonunun ve çeşitliliğinin azalmasına yol açtık. Ayrıca insanlık açısından da sağlıksız beslenme (obetize, açlık, yetersiz beslenme), zorunlu göç, eğitim eşitsizliği, terör, depresyon ve yoksulluk gibi özellikle çocukları yani gelecek kuşaklarımızı çok olumsuz etkileyen çözülmesi mümkün olan ama bir türlü çözülemeyen sorun yarattık. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri(SDG) bunları 18 maddede toplamış ve paylaşmış durumda. 

Halen kurumsal şirket ve hatta ‘modern’ startup eğitimlerinde ‘müşteri problemi’ çözme üzerine odaklansak dahi maalesef ‘insanlık’ ve ‘doğa’ unsurları dikkatte alınmıyor, sadece finansal kar maximizasyonu odak noktası durumda.  Çoğu okuyucumuz başka yolu var mı diyecek veya çocukları, insanlığı ve tabiatı odak alarak önerilen çözümleri “romantik” olarak nitelendirecektir.

Öncelikle “teknoloji iyidir” varsayımımızı fark etmemiz ve gözden geçirmemiz gerekmektedir. Teknolojinin farkındalık olmadan üretilmesinin ve/veya tüketilmesinin sonuçlarını günümüzde yaşamaktayız. Yukarıda bahsedilen toplumsal örneklere ek olarak bireysel hayatlarımızda da daha hızlı daha kolay ama daha mutsuz ve daha yalnız yaşamlar sürmemiz verilebilir.   Teknolojik yıkımı fark edip,  teknolojik yaratma üzerine odaklanılması gerekiyor.  Yapay zeka ‘nasıl bir tane daha tuvalet kağıdı satarım’ için değil nasıl doğaya daha zarar veririm, nasıl yarattığım zararı geri çevirebilirim diye kullanılması gerekiyor.  Bu da yeni bir bakış açısı, yeni varsayımlar ve yeni yaklaşımları gerektiriyor. Bu uzun yılların refleksleri bir anda değişmeyeceğinden ama günümüz sorunları bunu zorunlu kıldığından biraz zaman alsa da gerçekleşecektir.

Türkiye bunun neresinde: yukarıda bahsedilen ‘yetişmiş iş gücü’ ve ‘belirlenmiş süreçler’  konusunda gerideyiz.  Bu güzel çünkü yukarıda belirttiğim gibi şu ana kadar işleyen bu devir artık eskisi gibi ilerleyemiyor.  Dolayısıyla, bu durum ülke olarak bu yeni konseptlere atlamamız için avantajlı bir durum sağlayabilir.

Dünyada bir ulusalcılık hâkimiyeti var, ülkeler ticari sınırlarını koruma almaya çalışıyor.  İlk başta kötü gözükse de, ben de buna karşıydım çok yakın zamana kadar, şöyle bakarsak pozitif bir yanı olduğunu göreceğiz: Büyük uluslararası şirketler anonim bir şekilde finansallar üzerinden yönetiliyor, yatırımcıları yaptıkları yatırımın parasal dönüşlerini dijital olarak bankadan alıyorlar.  Anonim yatırım, anonim operasyon, anonim kar sağlanması, duygusallık yok, kim ezilmiş, doğa nasıl tahrip edilmiş kimse farkında değil.  Bu ticari sınırların korunması ‘benim işim, benim şirketim, benim insanım ve benim doğam olarak bakıldığında duygusallık ve insanlık ve doğanın öne çıkabileceğine inanıyorum.  Ülkeler ‘daha fazla tuvalet kağıdı’ satılacak pazar görünümünden çıkabilmelidirler bu sayede.

Yakın zamanda da ‘dünya mirasını ve zenginliklerini’ yok ederek kar odaklı çalışmalar, yeni teknoloji geliştirmeler maalesef devam edecek.  Büyük şirketler ve güç sahiplerinin bundan vazgeçmesi elbette biraz zaman alacak. önümüzdeki dönemde  insan ve doğa odaklı çalışan kurumlar fark yaratacak.  Belki bu dönemde, borsalar bu şirketlere prim vermeyecek, büyük şirketler bu kurumları sevmeyecek, onların yapamadıklarını ‘sosyal sorumluluk’ projeleri  altında ‘mış’ gibi çözmeye çalışacak.   O zaman kim bunu yapabilecek – Aile Şirketleri- çünkü onlarda aile konsepti var, çocuk ve büyütme/yetiştirme konsepti var, bir çocuğu yetiştirmek için onun yaşadığı ortamı ve çevre faktörlerini göz önüne alıp birbirini besleyen artı değer yaratan bir ortam yaratmaya çalışırsınız ve ancak uzun dönem düşünülerek hayata geçer, Aile şirketlerinde aslında bu reflex var.  Başka kim yaratabilir: önümüzdeki dönem teknolojileri insanlık için geliştiren ve kullanabilen, bir sonraki jenerasyona “kazananın her şeyi aldığı süper tüketici ekonomisi” değil de doğa ve çevresi ile barışık bir ekonomi bırakmayı arzulayan liderlerin kurduğu veya dönüştürdüğü kucaklayıcı şirketler. 

DR. SERTAÇ DOĞANAY

Teknoloji İletişimcisi, Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Genel olarak ifade etmek gerekirse; teknolojik yıkım, iş dünyasının öncelikleriyle toplumun öncelikleri arasında kopukluk yaratmakla tehdit ediyor.

Bu durumda “Dördüncü Endüstri Devrimi”ni daha aktif şekilde şekillendirmek, iş dünyasının en önemli konularından biri olarak öne çıkıyor. 

Eğer bu süreç iyi yönetilmezse, teknolojiler toplumu şekillendirecek ve yapay zekanın zarar riski her zamankinden daha fazla olacak. 

Buna karşı koyabilmek için iş dünyasının eylem planını merak ediyoruz. 

Teknolojik risklerin kapsamı geniş, özellikle son yıllarda yapay zekanın getireceği riskler çok gündemde ama ben konuya siber güvenlik riskleri açısından yaklaşayım. Aşağıdaki öngörü ve veriler eşliğinde stratejik yaklaşımın ne olması gerektiğiyle ilgili fikrimi ifade edeyim.

Önümüzdeki 5 senede tüm dünyada 3 milyona yakın siber güvenlik uzmanına ihtiyaç olacak, Türkiye için de yaklaşık 50.000 diyebiliriz. İletişim alanında danışma kurulu üyeliğini yürüttüğüm Boğaziçi Üniversitesi Siber Güvenlik Araştırmaları Merkezi başta olmak üzere birkaç kurum daha bu alanda uzman yetiştirmeye yönelik olarak çoğu ücretsiz eğitimler gerçekleştiriyor. Maalesef yetersiz kalınıyor. İhtiyacı karşılamak için bunun, konuya özel eğitim veren meslek liselerinin müfredatına girmesini öneriyorum.

Büyük ölçekli kurumlar bir siber saldırıya maruz kaldığında, bunun farkına varmaları ortalama 6,5 ay alıyor. Dünyanın en iyi korunan yeri Pentagon’un bile 2013 senesinde hacklendiği düşünülürse, kimsenin ayrıcalığının olmadığı daha net anlaşılır. Şirket binalarında onlarca güvenlik görevlisi, X-ray cihazı, kamera bulunduran şirketler, içeriden bir kalem çalınsa bunu tespit edebiliyorlar. Ama siber saldırılar çoğunlukla sessiz saldırılardır, bunu önceliklendirmediğiniz zaman yaşacağınız zararı tahmin etmek çok zor. Bir araştırma şirketinin 2017 senesinde Türkiye’nin büyük şirketlerinden 45 CIO ile yaptığı ankette, siber güvenlik için yapılan yatırımın tüm dijital yatırımlar arasında %1 gibi bir oranla son sırada olduğunu okumuştum ve dehşete kapılmıştım. Bu, harika bir evin içini son model pahalı eşyalarla döşeyip, sonra da kapıyı açık bırakıp gezmeye gitmeye benziyor.

Tıpkı trafik kazalarında olduğu gibi siber olaylarda da hatanın kaynağı %95’lere varan oranda insan. Kurum çalışanlarının bu konudaki bilincinin artması için verilecek eğitimler hayati değer taşıyor. İstediğiniz kadar güvenlik duvarları kurun; bir çalışanınızın dikkatsizce tıkladığı bir bağlantı, şirketin bilgilerinin anahtarını suçlulara teslim edebilir.

Teknolojinin gelişim ve değişim hızı, insanların ve kurumların adaptasyon hızının ötesine geçti. Son 5-6 yılın moda kavramlarını; inovasyon, yıkıcı yenilik, dijital dönüşüm, endüstri 4.0 şeklinde özetleyebiliriz. Üzülerek deneyimliyorum ve tanık oluyorum ki bu kavramlar bir iki sene boyunca etkinliklerin teması olarak gündeme geliyor, iki üç günlük eğitim ve seminerlerle cilalanıyor, şirketlerde bu ünvanları taşıyan kişiler istihdam ediliyor ama gerek üst yönetim gerekse tabanı oluşturan tüm çalışanlar hakkını vererek bu süreçlere dahil olamadığından tabir yerindeyse çoğu “kağıt üzerinde” dönüşümler gerçekleşiyor. Yıllarını geleneksel yönetim modelleriyle geçirmiş şirketlerin 3 günde dönüşmesini beklemek biraz hayalperestlik banan kalırsa. Hem kurumların, hem de kişilerin ve tüm toplumun teknolojik dönüşüme daha iyi adapte olabilmesi için gerekli şeylerden biri de teknoloji iletişimi ve Şubat 2019’de dünyada bir ilki gerçekleştirerek Kadir Has Üniversitesi’nde tüm lisans öğrencilerinin katılımına açık olacak bu dersi vermeye başlıyorum. Teknolojinin ancak doğru anlaşılıp, doğru anlatıldığında verimi maksimize edilebilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Dönüşüm süreçlerinde bunun gözden kaçırılmaması gerekiyor.

20 sene öncesinin iş liderleriyle şimdikiler arasında büyük fark var. Bir genel müdürden randevu alabilmek için günlerce bekleyebildiğimiz zamanlardan; LinkedIn, Instagram, Twitter gibi kanallar sayesinde bir mesaj ile ulaşabildiğimiz liderlere doğru geçtik. Hem kurum çalışanları hem de müşteriler, iş liderlerinden “şeffaflık, ulaşılabilirlik, anlaşılırlık, esneklik” gibi beklentilere sahipler. Liderlerin dönüşüme seyirci değil, dönüşümün öncüsü olması bekleniyor. Gençlerin üst düzey yöneticilere verdiği tersine mentorluğun bu konuda değer yaratabileceğini görüyorum. Tüm iş liderlerinin belli bir kaynak ayırarak gelecek trendleri konusundaki konferans, seminer, eğitimlere katılmalarını öneriyorum, bu sayede günü yakalamak biraz daha kolay olabilir. Son birkaç senede dijital dönüşüm, yeni teknolojiler ve gelecek trendleri konusunda nefis kitaplar çıktı, bunları okuyarak güncel kalmaları daha kolay olabilir. Yeni çağın başarılı liderlerinin konforlarından kolay vazgeçebilen kişiler olduğunu düşünüyorum zira her değişim çabası konforu ve statükoyu bozuyor.

FEYZA NARLI

ManpowerGroup Türkiye Genel Müdürü

Çevik bir yönetim tarzı benimsenmeli

Manpower olarak, teknoloji odaklı riskleri bir tehdit olarak görmek yerine, bizi geliştirecek birer avantaj olarak görüyoruz. Teknoloji odaklı riskleri avantaja dönüştürmek için, uzmanlık alanlarımız olan işe alım ve yetenek yönetiminde, çalışan yetkinliklerinin dönüşümünü planlayan ve uygulayan yapılarımızın günün şartlarına uygun standartlarda kalmasını sağlayacak çalışmalarımıza devam edeceğiz. Küresel rekabet ortamında çevik yönetim tarzımızla, yeniden yapılanmaya yönelik, dönüşüm sürecinin akışını ve hızını iyileştirmeye odaklı, dijital çağın gereksinimlerini tamamlayıcı çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

Firmalar yer aldıkları sektörlerde, her zaman bir adım önde olmak için çağın gereksinimlerine göre organizasyonel yapılarıyla beraber değişime adapte olmalılar. ManpowerGroup olarak Dördüncü Endüstri Devrimi’nin başlamasıyla beraber iş ortaklarımızla dijital dönüşümün önem ve gerekliliğini paylaşıyoruz. Ayrıca kendi iç yapımızda dönüşüme adapte olmak için sürdürülebilirliği ve öğrenebilirliği ön plana koyuyoruz ve değişimden korkmadan değişime adapte olabilecek organizasyel yapılanmayı benimsiyoruz.

ManpowerGroup “From C-Suite to Digital Suite” araştırmamızda belirttiğimiz üzere, dijital çağda liderlerin mevcut durumu yönetirken, diğer taraftan da gelecek için hazırlık çalışmaları yapmaları gerekir. Bu nedenle liderler öğrenilebilirliği beslemeli, performansı hızlandırmalı ve girişimciliği teşvik etmelidir. Mevcut kaynak ve yetenekleri en doğru şekilde değerlendirme ve geliştirme sorumluluğunu almalıdır. Çalışanların yetkinlik setlerinin artırılması ve onların günü yakalayabilmesinin sağlanması konusunda duyarlı ve sorumlu olmalıdır. Ayrıca liderler değişen iş dünyasının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak hızlı ve doğru aksiyon alınmasını sağlamalı, global ve lokal konjonktürü yakın takibe alarak, etkilerini öncesinden tahmin ederek çok çevik bir yönetim tarzı belirlemelidir.

BEHÇET YUMRUKÇALLI

NetApp Türkiye Genel Müdürü

Teknolojide son noktayı düşündüğümüzde yapay zekayı incelememiz gerekiyor.  Şöyle düşünün, bugün hem insanlar hem de makineler tarafından yaratılan veri miktarı, insan zihninin algılayabileceği, yorumlayabileceği ve o veriye dayalı karmaşık karar alma süreçlerini tamamlayabileceğinin çok ötesinde. Yapay zeka tüm öğrenme ve karmaşık karar alma süreçleri için temel oluşturacak. Yapay zeka, onunla birlikte gelen makine öğrenme ve derin öğrenme gelecekte stratejik iş kararlarının alınmasında temel rol oynayacak. Pek çok şirket yeni yapay zeka platformları, araçları ve uygulamalarını hayata geçirmesine rağmen, birçoğunun yapay zeka projeleri ihtiyaç duyduğu eksiksiz, güncel ve erişilebilir verinin mevcut olduğunu garanti altına almak için dağıtık veri depoları üzerinde yeterli kontrolü bulunmuyor. Yapay zeka ile başarı elde etmek şirketlerin veri yaklaşımlarına bağlı. Günümüzün yapay zeka kullanımlarının etkili olması ve yeni yapay zeka uygulamalarının gelecekteki değişimlerden etkilenmemesi için kuruluşların uçtan merkeze ve buluta tüm verilerinde görünürlüğe ve kontrole ulaşması gerekiyor. Biz NetApp olarak NetApp® ONTAP® AI mimarisi ile bunu başarmayı hedefliyoruz.

Yapay zeka ve hizmet araçlarının çoğunlukla bulutta hızla artıyor olması yapay zeka gelişimini çok daha kolaylaştıracaktır. Bu sayede hem kurum içi hem de kurum dışı ortamlarda yapay zeka uygulamalarının yüksek performans ve ölçeklenebilirlik sağlaması ve çoklu verişim protokolleri ve çeşitli yeni veri formatlarının desteklenmesi mümkün olacak. Bu doğrultuda, yapay zeka iş yüklerini destekleyen altyapının hızlı, esnek ve otomatik olması gerekecek. Yapay zeka altyapı sağlayıcıların yeni rekabet alanı olacaksa da yeni gelişmelerin çoğu bulutu hedefleyecek.

Şirketlerin BT altyapısını güncelleyerek dijital dönüşümlerine uygun platform üretmek ve bahsettiğimiz yapay zekâ altyapısını hazırlamaya katkıda bulunmak için en inovatif teknolojileri geliştirmeye çalışıyoruz, bunun için alanında lider şirketlerle işbirliklerine gidiyoruz. Örneğin son olarak Lenovo ile yaptığımız işbirliğinde yapay zekâ ve makine öğrenme gibi gelecek nesil iş yüklerine yönelik olarak NetApp’ın hibrit bulut veri hizmetlerini, hibrit flash ve all-flash depolama çözümlerini Lenovo’nun yüksek performanslı bilgi-işlem yetenekleriyle birleştirmeyi hedefledik.

Endüstri 4.0 geçişini hızlandıracak teknolojilerin başında nesnelerin interneti geliyor. Bu teknolojiye yatırım yapan sektörlerin başında da üretim sektörü yer alıyor. Fabrikalarda üretim yapan bütün cihazların/robotların iletişim içerisinde olarak, bakımların otomatize edilmesi, darboğazların hızlı bir şekilde fark edilmesiyle verimliliğin artırılması, ön uyarı algoritmalarıyla plansız kesintilerin önüne geçilmesi ve sonrasında üretilmiş olan ürünlerin tüketici ortamlarındaki performanslarının takibini sağlaması öne çıkan kazanımlar.

Eylem aşamasıyla ilgili olarak NetApp teknolojilerinin işleyişinden bahsetmek isterim. Üretmiş olduğumuz bütün donanımlar, dünyanın her yerinde kritik amaçlar için kullanıldığından 7/24 kesintisiz çalışması gereken sistemler. Hassasiyeti gereği, klasik yöntemlerle (kullanıcının önce arızayı fark etmesi, sonra servisi araması ve uygunluklarına göre bir servis randevusu alması ve bu zaman içerisinde bu ürünü kullanamaması) arıza desteği vermemiz müşteri memnuniyeti açısından kabul edilebilecek bir durum değil. Ürünlerimiz, kurumların güvenlik kriterleri sağlanması koşulu ile, servis uzmanları için gerekli olabilecek bütün bilgileri belirli aralıklarla merkeze iletebilmekte ve bu sayede arıza gerçekleşmeden dahi bile potansiyel sorunları önceden görebilmekte ve gerekli engelleyici müdahaleleri yapabilmekteyiz. Bu sayede yüksek kalitede bakım ve servis hizmeti sağlarken, kendi içimizde de verimliliğimizi arttırarak maliyetleri aşağı çekiyoruz.

Ayrıca, Endüstri 4.0 geçişini hızlandıracak yapay zekayı ürünlerimizle kurumlara sunuyoruz. NetApp yapay zekayı ürünlerinin yapay zeka tabanlı sanal destek asistanı NetApp Active IQ ve Elio çözümlerimizle kurum içi uygulamalarda ya da bulutta Data Fabric’in tüm özelliklerinden yararlanan kurumlar zamandan tasarruf ederken güvenilirliklerini de artırıyorlar.  Veri artık her işletmenin ana damarlarında dolaşıyor ve sorunsuz bir şekilde akışını sürdürerek dijital dönüşümün gerçekleşmesine yardımcı olması gerekiyor. Ancak şirketler altyapılarının güçleri ölçüsünde verileri işleyip değere dönüştürebiliyorlar. NetApp müşteri tabanının topluluk bilgisi ve birikimine sırtını yaslayan öngörülü analitikler, bilişsel programlama ve proaktif bakım ile şirket altyapılarının etkinliğini artırırken veri akışında karşılaşılabilecek potansiyel sorunların çözülmesine de destek oluyor. Tüm NetApp sistemlerinde bulunan Elio’nun bilişsel programlaması ile Active IQ’nun makine öğrenimi müşteri deneyimini dönüştürerek bu kolektif bilgilere daha kısa sürede ulaşılmasını sağlıyor. Bilişsel programlama ve NetApp Support’ın topluluk bilgi ve birikiminden öğrenmeye devam eden sanal destek asistanı Elio en uygun çözümleri geleneksel yöntemlerden 4 kat daha hızlı bir şekilde kullanıcılarına ulaştırıyor.

Çevremizi sarmış ve ileride daha da çok saracak olan milyarlarca sensörden farklı amaçlar için toplanan verilerin, yapay zeka ile desteklenen analiz sonuçları ile kurumların, pazarlama stratejileri, ürün tasarımları, satış sonrası servis yaklaşımları, müşteri etkileşimleri tamamen değişiyor. Veriler ile ticaret yapmanın yerini yavaş yavaş ‘verinin kendisi ticarettir’ mantığı alıyor. Her geçen gün artan rekabet ortamı, kurumları maliyetlerini düşürmeye, karlılığını arttırmaya ve inovatif ve yıkıcı çözümlerle rekabette bir adım öne çıkarmaya zorluyor. Bunu yapabilmeleri için de öncelikle mevcut ortamlarını çok iyi bilmeleri, özellikle gerçek zamanlı analiz edebilmeleri ve bu analizler sonucu gerekli aksiyonları çok hızlı bir şekilde alarak gerek mevcut ticaretlerini değişen ihtiyaçlara göre optimize etmeleri, gerekse de karlılıklarını arttıracak yeni ticari faaliyet alanlarına yönelmeleri gerekiyor.

Çevremizdeki bütün sensörler ve bağlı olduğu internet, vücudun ana ve kılcal damarlarını oluşturuyorsa, NetApp olarak bizler de bu yapının çalışabilirliğini sağlayan kalp vazifesi görüyoruz. Tabii ki de bu veriler üzerinde analizler yapacak ve sonucunda önemli ticari kararları vermek zorunda olan bir de beyine ihtiyaç var. NetApp olarak bizler, işin uç noktasındaki sensör ya da internet teknolojileri ile değil, daha çok işin kalbini oluşturan, çevremizdeki milyarlarca sensör tarafından oluşturulan verilerin yaşam döngüsünün yönetimi ile ilgileniyoruz yani güvenli bir şekilde toplanmasını, korunmasını, saklanmasını, çok hızlı ve gerçek zamanlı analiz edilebilmesini ve son olarak da arşivlenmesini sağlayan veri altyapılarını oluşturuyoruz. Bunu da entegre bir şekilde ister kurumun uç noktalarında ister ana veri merkezlerinde, isterlerse de bulut mimariler üzerinde gerçekleştirebiliyoruz. Dolayısıyla odak yatırım alanımız daha hızlı, güvenli ve esnek veri altyapıları oluşturabilmek ve geleceğin değişmez altyapısı olacağına inandığımız Bulut mimari entegrasyonunu üst seviyeye çıkarmaktır.