Yurtta Atiye, Dünyada The Gift

    0
    156

    Muhafız’ı (The Protector) izleyen ikinci Türk malı dizisi Türkiye’de Atiye ve yurtdışında The Gift adıyla gösterime sokan Netflix’in, Türkiye’nin global ürün ve marka çıkarma sorununu aşması gerekiyor.

    Türkiye, global marka çıkarma konusunda çok başarılı değil. Bu konuda bir elin parmaklarını aşacak bir liste yapmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Belirli bir alana odaklanma ve derinleşme özelliğimizin olmaması, bu sonucu ortaya çıkaran en önemli etken. Böyle olunca elimizde üretim maliyetinin gelişmiş ülkelere göre daha düşük olması ve Avrupa pazarına Asya ülkelerine göre daha yakın olmamızdan kaynaklanan sevkıyat kolaylığı dışında fazla bir avantajımız bulunmuyor. Fazla mesai ise Türkiye’deki istatistiklerde büyüme ile paralel giden ve yeni değer yaratma konusundaki beceriksizliğimize işaret eden bir gösterge. Netflix, ilgi çekici bir biçimde bir medya platformu olmanın ötesinde Türkiye’nin bütün bu açmazlarının gözler önüne seren bir sahne oluşturuyor. Reklam gelirine dayanan dizilerin para kazanabilmelerini sağlayacak sayıda reklam kuşağına yer açmak için 135 dakikaya uzadığı ülkemizde 4045 dakika bandında reklamsız dizi süreleri uygulaması, Netflix’in aşmayı başardığı açmazlardan biri. Böylece konuya daha iyi odaklanmak ve Netflix’e daha fazla bağlanmak söz konusu oluyor ancak bunu klasik finansal performans kriterleri içinde değerlendirmek çok kolay değil çünkü Netflix abonelerinin izleme alışkanlığı tek bir dizi ile sınırlı kalmıyor. 27 Aralık’ta gösterime giren Atiye’nin izlenme rakamları takip edilse de 20 Aralık’ta gösterime giren The Witcher ya da Martin Scorsese’nin The Irishman’inden hangisinin izleyicinin Netflix’e para ödemeyi sürdürmesine yol açtığını tespit etmek çok kolay değil. Büyüme için lokal içeriğe önem vermesi gerektiğine yıllar önce karar veren Netflix’in kendisini bu şekilde zenginleştirerek yeni coğrafyalarda da yer edinerek ve derinleşerek büyüme hedefine ilerlerken bu stratejisine bağlı kalacağı görülüyor. Türkiye’de dijital medyanın kontrolü ya da sansürü tartışmasında çocukların zararlı içerikten korunmasına odaklanan bir uzlaşma sağlayan Netflix’in Türkiye menşeli dizilerine ve diğer yapıtlarına hız vereceği anlaşılıyor.

    Aralık ayı sonunda beyaz camda yerini alan Atiye, bünyeni salvonun ilk ürünü oldu. Muhafız dikkate alındığında Netflix’in ikinci orijinal Türk dizisi olan Atiye, Beykoz Kundura Fabrikası’nda 17 Aralık’ta düzenlenen galanın ardından gösterime girdiğinde Netflix’in yeni serisinin başlama vuruşunu da yaptı. Bu seri, 24 Ocak’ta Netflix’in yeni belgesel dizisi Rise of Empıres: Ottoman’ın 24 Ocak’ta Netflix’te sahne alması ile devam edecek. Netflix Türkiye Uluslararası Yayınlar Direktörü Pelin Diştaş, bundan sonraki dönem ile ilgili çalışmalarının sürdüğünü ifade ediyor ancak ayrıntı vermiyor. Yine de Türkiye’de açık kanalda gösterildiğinde seyirciyi ekran karşısına bağlayan Ufak Tefek Cinayetler’in yanısıra dijital platform puhutv’nin ses getiren dizileri Fi ve Şahsiyet’in yapımcılığını üstlenen Diştaş’ın Netflix’in başarılı Türk dizileri ve yapımları portföyünü geliştirmesinde önemli bir rol oynayacağı anlaşılıyor.

    Şu andaki sıcak dizi olan Atiye’nin konusu Netflix tarafından şu şekilde açıklanıyor: “İstanbul’da mükemmel bir hayat süren genç ve güzel bir ressam olan Atiye’nin hayatını konu alıyor. Atiye’nin sevgi dolu bir ailesi, varlıklı ve yakışıklı bir sevgilisi vardır. Üstüne üstlük, ilk bireysel sergisini açmak üzeredir. Ancak kusursuz hayatı, dünyanın en eski tapınağı olan Göbekli Tepe’de yapılan bir keşif nedeniyle değişmek üzeredir. Erhan adındaki bir arkeolog, burada yaptığı kazıda bir sembol keşfeder. Bu sembol, Atiye ile Göbekli Tepe arasında son derece gizemli bir bağlantı olduğuna işaret etmektedir. Bunun üzerine Atiye hayatını tamamen değiştirip geçmişinde ve bu antik harabelerde saklı olan sırların peşine düşecektir.”

    Fatih Sultan Mehmet’i Cem Yiğit Üzümoğlu’nun canlandırdığı ve Tuba Büyüküstün’ün Mara Hatun rolü ile yer aldığı belgesel dizi Rise of Empires: Ottoman 24 Ocak 2020’de tüm dünya ile aynı anda Netflix’te yayınlanacak.

    Prof. Dr. Celal Şengör ve Dr. Emrah Safa Gürkan danışmanlığında kaleme alınan, yapımcılığını Karga Seven ile birlikte STX Entertainment’in üstlendiği altı bölümlük belgesel dizinin yönetmeni Emre Şahin. Fatih Sultan Mehmet’in yükselişini ve İstanbul’un fethini konu alırken dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nu farklı bir açıdan değerlendiren dizi etrafında şimdiden bu farklılık ekseninde bir tartışma Şengör’ün adı üzerinden başlatıldı. Netflix’in kendisi için yaptığı “dünyanın eğlence odaklı lider yayın hizmeti” ekseninde Türkiye’ye yaptığı en önemli katkı belki de bu tartışmalar.

    Netflix, Türkiye’de ürettiği ilk orijinal dizisi Muhafız ile ilgi çekici bir etki yarattı. Vampir temalı dizinin geleneksel yaklaşım sahiplerinden aldığı yorum, Türkiye’de vampir yerine cin temasının tutacağı ve tema seçiminin yanlış olduğuydu. Bu birkaç açıdan yanıltıcıydı. Birincisi, Türkiye’nin edebiyat geçmişinde vampir edebiyatı da yer alıyor. Bunun kanıtlarını görmek için Google’da basit bir arama yapmak yeterli. Dizi ve film tarafında da, “Buffy the Vampire Slayer” başta olmak üzere birçok yapıtın Türkiye’de yarattığı bir bilinirlik söz konusu.

    Buradaki tartışmanın odağına “tutma” ifadesini yerleştirmek tartışmayı daha anlamlı bir hale getiriyor. Böyle olunca oyunun kuralı, herkesin herhangi bir anında katıldığı diziyi anlayacağı düşük bir düzeye ve zaplarken kanala gelen izleyiciyi orada tutacak şekilde bir kavga, cinayet ya da saldırı yerleştirmeye bağlı kalmaya dönüşüyor. Aslında sokakta bizi çeken şeyler ile izleme alışkanlıklarımız arasında fazla bir fark yok. Televizyonlar da bunu kullanıyor ya da tersten bakılırsa bunun dışında bir riski almak ekonomik olarak mantıklı gelmiyor. Bu, sinema için de geçerli bir önerme. Can Yılmaz, Karakomik Hikayeler’in gişesinin zayıf kalmasını, Türk izleyicisinin “kendisini aşırı güldüren ya da aşırı ağlatan” içeriği ilgi göstermesi ile açıklarken 59 dakikalık film formatına alışık olunmamasını da bir etken olarak sayıyor.

    Netflix’in bu sıkışmış ortamda benzersiz bir kozu bulunuyor. Türkiye’de geçmişte, Ferhan Şensoy’un TRT2’de yayınlanan dizisi “Varsayalım İsmail” bu kozun kullanımı ile ilgili benzersiz bir örnek. O zaman ücretli dijital kanal konsepti olmamasına karşın Şensoy’un oyunlarını ücret ödeyerek takip edenler ile bu dizinin müptelaları aynı kişilerdi ve bugünün Netflix izleyicilerinin eğlenme dinamiklerini taşıyorlardı. Daha yakın geçmişte yine TRT’de yayınlanan ve sonra özel kanalda sürdürülemeyen absürt dizi Leyla ile Mecnun da Netflix izleyicisine uygun bir örnek. Diştaş, imza attığı yapımlar düşünüldüğünde bu konuda daha iyi örnekler ortaya koyabilecek kapasitede. Özellikle Varsayalım İsmail örneğini konuştuğumuzda, bu tür işlerin ne tür tepki alacağını kendilerinin de merak ettiğini söyleyen Diştaş, Haluk Bilginer’e Emmy kazandıran Şahsiyet’in başarısının somutlaştırdığı biçimde yerli içerikle uluslararası başarının nasıl mümkün olduğunu içeriden biliyor. Ancak Muhafız örneği, tutacak bir diğer cin dizisi yerine vampir hikayesine odaklanarak inovatif bir yaklaşım sergilese de ikinci sezonunda başarı çizgisini giderek aşağı çekti. Muhafız’daki Ayasofya ve Atiye’deki Göbekli Tepe temaları, Netflix’in şehirli izleyicilerini bu sıkıcı dünyadan koparıp daha heyecanlı bir mistik bir dünyaya çağırarak cazip bir teklifte bulunuyor. Ancak Muhafız’daki kullanım, global olarak da bilinen bir tarihi yapıyı işin içine sokarak global etki yaratılmak istendiğini düşündürse de en azından Ayasofya’yı tanıyan İstanbullular için senaryodaki yavaşlamayı örtemedi. Atiye’de Göbekli Tepe’nin yanı sıra tanıtım fotoğraflarının birinde yer alan Ahmet Güneştekin imzalı çalışma ile daha fazla ve yaşayan, global bilinirliğe sahip Türk figürünün sunulacağı izlenimi oluşuyor.

    Dan Brown romanları ve bunlar üzerine kurgulanan filmler, iki şehirli hikayelerin tuttuğunu gösteriyor. Daha eskiye gidersek, 007 James Bond serisine başarı kazandıran damarlarından biri, turist rehberi tadında olmasıdır. İkincisinde güzel ve itaatkar ve Brown’ın kitaplarında da güçlü kadın figürleri hikayeyi tamamlar. Atiye’deki güçlü kadın figürü ve bu figürü canlandıran Beren Saat’in “Bu hikayede başrol aslında Anadolu” şeklindeki sözleri, şablon başarı formülünün yakalandığını gösteriyor ancak Türk dizisi kavramının bundan çok daha fazlasına uzanma potansiyeli söz konusu. Türk dizisi, evrensel insan hikayesi yaratma konusunda avantaja sahip çünkü gelişmiş ülkelerin aksine sanayi toplumunu yaşamamış Türkiye’nin insanı hala çok renkli.

    Netflix’te bu aralar beni hastalık gibi etkisi altına alan “How I Met Your Mother” dizisinin bir sonraki versiyonu Türkiye’den çıkabilir; her gün farklı şeyler yaşayıp ertesi gün hepsini unutabilen bir toplum bu potansiyeli taşıyor. Ya da Sense 8 tarzı bir dizinin bir sonraki şehri neden İstanbul olmasın? Mobilde olmasa da şehir içinde bir yerden bir yere gitmeye çalışırken Netflix izlemede dünyada bir numara olmayı başarmış Türkiye’nin potansiyelinin nereye ulaşabileceğini şimdiden bilmiyoruz ancak Türkiye’de Atiye ve yurtdışında The Gift olarak gösterilecek dizi, potansiyelimizi ortaya koyma yönünde daha iyi bir çalışma gibi görünüyor.