Suriye’deki savaşın içine mi çekiliyoruz?

0
37

Korkarım öyle! Daha doğrusu biz içine dalıyoruz! Suriye meselesinin ilk başlarda fazlasıyla hafife alındığını, ileride başımıza fazlasıyla dert açacağını 2012 yılından bu yana söylüyordum. Bana göre izlenen dış politikanın başarılı olma şansı oldukça azdı, başarısızlık durumunda ise başımıza açılacak belaların sayısı ise oldukça fazlaydı. Nitekim bugün gelinen nokta itibariyle çözüm alternatifleri sınırlı.
Doğrudan müdahalenin ilk adımı 23 Temmuz itibariyle geldi. Uzun pazarlıklar, belki de çaresizlikten dolayı İncirlik üssü ABD’nin hava saldırılarına açıldı. Pazarlıkta ne alınıp, verildiğini henüz bilmiyoruz ancak görünen o ki bu durum Türkiye’yi IŞİD için doğrudan düşman haline getirecek. Hele ki Türkiye IŞİD’in eleman ve lojistik kanallarını kapatacak adımlar atacak olursa, bu mücadelenin “sertleşmesi” olasılığı da her geçen gün artacaktır.

Üstelik bu adımları “teorik olarak” hükümetsiz bir ortamda atıyoruz. Koalisyon görüşmeleri için 24 Ağustos son tarih olarak biliniyor. Süregiden AKP-CHP görüşmelerinden ağustosun ilk iki haftasında da sonuç alınamazsa yeni bir alternatif için zaman da kalmayabilecek. Bu durumda erken seçim olasılığı daha da artacak. Bir erken seçim 2015 yılının hem siyasi, hem de ekonomik açıdan kaybedilmesi demek.

Bu yıla dair tahminlerimi yaparken Türkiye olarak yazabileceğimiz en iyi “hikayenin” Barış Süreci olacağını belirtmiştim. İran ile Batı’nın da anlaşacağını, bu durumda Barış Süreci’nin öneminin daha da artacağına değinmiştim. İran ile Batı anlaştı. ABD Kongresi’nden de ağustos ayı içinde bu anlaşma geçecek olursa, önümüzdeki dönemde bölgemizdeki denklem baştan sona değişecek. Yeni denklemde Türkiye olarak ağırlığımızı koruyabilmek için atmamız gereken adımlar bir savaşı körüklemekten çok, barışı yüceltecek yönde olmalı. Bunu yap(a)mazsak eğer, önümüzdeki yılları da kaybetme ihtimalimiz artacak. Hele ki bir koalisyon kurul(a)maz ve erken seçim gündeme gelecek olur ise acil politikaların üretilmesi gerektiği bir dönemde politikasızlıkların ya da kamuoyunun desteğini almamış hatalı politikaların bedelini daha da ağır ödeyeceğiz.

Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen Ortadoğu sınırlarının değişmekte olduğu bir dönemden geçiyoruz. Diğer yandan ekonomi tarafında da FED’in “sürekli ertelenen” faiz artışının yaklaştığı bir zamandayız. Merkez Bankası seçimlerden sonra yaptığı iki Para Politikası Toplantısı’nda da herhangi bir adım atmayıp, fırtınanın bize kadar ulaşmasını bekliyor. 

Kuzey Suriye’de Kürt kantonlarının ikisi birleşti. Afrin’in de eklenmemesi için eğer bir askeri harekata girişiyorsak bu durumda Barış Süreci’nin başarı şansı iyiden iyiye azalacak, çoklu taraf ve cephede mücadele, hatta savaş yürütüyor olacağız. Bunun sadece sınırlarımızda ve dışında değil, sınırlarımızın içerisinde de yansımaları olacaktır. Hele ki bu yansımalar, büyük şehirlerimize de sıçrayacak ve can kayıplarına yol açacak olursa ekonomik faturamız her geçen gün kabaracaktır. Her gün bir şehrinden terör haberi gelen bir Türkiye’ye kim yatırım yapar sorusunu geçtim, daha önce yatırım yapmış olan özellikle kısa vadeli sermayenin kalması için sebebi kalır mı? Belki, faizleri yükseltirsek, evet. Ancak artan risk primimiz nedeniyle yükseltmemiz gerek faiz seviyesi dönüp reel ekonomiyi vurmayacak mı?

Bunca riski almaya değecek bir dış politika mı izliyoruz? Sanmıyorum. İzlenen dış politikalar sonrasından Türkiye’nin güney sınırlarından ihracat yapması neredeyse imkansız hale geldi. Mısır, İran, Suriye, Libya geçit vermiyor. Bir tek Kuzey Irak var. Bu bölgenin de IŞİD nedeniyle kendi güneyine ulaşımı sınırlı.
Kuzeyimiz Rusya-NATO-AB denklemiyle, batımız Yunanistan ve AB krizi nedeniyle sorunlu. Bu açmazdan çıkabilmenin tek yolu “barışı yüceltmekten” geçiyor.

Önce iç barışı, sonrasında da dış barışı. Başka şansımız görünmüyor.