Son 100 yılın en popüler sorusu: Her şey petrol için mi?

0
36

Bu soru herhalde son 100 yılın en fazla sorulan sorularından birisi olsa gerek. Özellikle de Ortadoğu’da. 1900’lerin başında bölgenin haritası “çizilirken” bile petrol paylaşımı; o zamanlarda bilinen kaynakların nasıl dağıtılacağı, kimler tarafından kontrol edileceği savaşlarla belirlenmişti. Petrole olan bağımlılık devam ettikçe petrol için savaşlar da devam ediyor. Sadece bölgemiz değil; Nijerya, Gana da benzer kaderi paylaşıyor.
Yakın zamana kadar dünyanın en büyük petrol tüketicisi ABD, Ortadoğu’nun petrolüne bağımlıydı ve kendi arz güvenliği için bölge ile daha yakından ilgileniyordu. Son 10 yılda önemli bir değişim yaşanıyor ABD’de. “Kayaç gazı ve petrolü” diye yeni bir kavram katıldı hayatımıza. Geleneksel petrol ve gaz çıkarma yöntemlerinden farklı olarak kayaçlar arasında sıkışmış, dikine delme tekniği ile çıkarılamayan gaz ve petrol artık çıkarılabiliyor. Yeni teknoloji çok şeyi değiştirmeye aday. Bu sayede ABD, artık enerji konusunda kendine yeterli hale geliyor. Bunun için 2015 veya 2017 tarihleri veriliyor. Asıl önemlisi; 2020 yılı itibariyle ABD’nin dünyanın en büyük petrol üreticisi ve ihracatçısı olacağı konuşuluyor. Artık bir petrol ihracatçısı olacak ABD’nin Ortadoğu’daki petrole ihtiyacı da azalacak, hatta bölgedeki ihracatçı ülkeler ile pazar rekabetine bile girmek durumunda kalacak.

Ortadoğu’ya “ihtiyacı” azalan ABD’nin bölgeye -İsrail’i koruyup kollama dışında- ilgisi de azalırken, ABD’nin bırakacağı “güç boşluğunu” kimin dolduracağının savaşları verilmeye başladığını düşünüyorum. Her ne kadar Batı’nın gözü kulağı bu bölgede olsa da elini yavaş yavaş çekerken, bölgede kimin borusunun öteceğinin kavgası yapılıyor.

Bölge liderliğine aday üç ülke -Mısır, Türkiye ve İran- bölgedeki etki alanlarını genişletmek, diplomatik alanda yeni kazanımlar elde edebilmek adına “Ortadoğu satrancında” her gün yeni bir hamle yapıyor. Mısır’daki askeri müdahale, halen daha Batı’nın ülkede etkin olduğunu gösteriyor. Türkiye olarak bizim izlediğimiz dış politikanın son zamanlarda başarısız sonuçlar vermesi, İran’ı bölgede öne çıkarıyor. Irak konusunda her ne kadar Şii iktidarı desteklemek için ülkeye “yardım” yapıyor olsa da bu hamlelerini Batı ile işbirliği içinde yürütmesi, nükleer konusundaki müzakereleri sürdürüyor olması, tarafsız bir gözle bakıldığında, İran’ı bölgede bir adım önde gösteriyor. P5+1 ile İran arasındaki nükleer görüşmeler 24 Kasım’a kadar uzatılmış durumda. Bu görüşmelerde bir anlaşmaya varılması, İran’ın küresel sistem ile “barışması” olarak da algılanacak. Her ne kadar İran açısından bir “tavizmiş” gibi görünse de Ahmedinejat sonrasında Ruhani’nin ılımlı politikaları İran’ın yaptırımlar nedeniyle bunalan ekonomisine bir parça nefes aldırabilir.

Biz daha çok iç politika ve art arda gelen seçimlerle uğraşırken bölgemizdeki değişimi kontrol etmekte zorlanıyoruz. Son dönemde atabildiğimiz en önemli adım Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nden çıkarılan petrolün Merkezi Irak Hükümeti’nden ayrı olarak uluslararası piyasalara ulaştırılması idi. Ancak bu hamle de kendi içinde sorunlar barındırıyor. Zira ihraç edilen petrolün yüzde 17’si Kuzey Irak bölgesine, kalanının da Merkezi Irak Hükümeti’ne verilmesi gerekiyor. Petrol hasılatının da ABD-Irak arasındaki savaş tazminatı anlaşmalarına göre Amerikan bankalarına yatırılması gerekiyor. Bu şartlara ve anlaşmalara uyulmadığı takdirde “petrol aktarım” hamlesinin sürdürülebilir olup olmadığı net değil.

Irak’taki durumun daha da kötüleşmesi an meselesi. Kendine “İslam Devleti” adını veren grubun Bağdat’a saldırması ve hatta Bağdat’ın da düşmesi, Kuzey Irak’ta bağımsız Kürdistan’ın ilan edilmesi olasılıkları Türkiye olarak kontrol edemeyeceğimiz yepyeni gelişmelere sebep olabilir. Bağımsız bir dış politika izleyelim; ucuza petrol alalım derken, küresel denklemin çok uzağına düşecek olursak bunun sonuçları çok ağır olabilir.

Brent petrol fiyatı (dolar/varil)