Atlantik soğuyor, Pasifik ısınıyor! Peki, Türkiye ne yapmalı?

0
37

İklimlerden bahsetmiyorum, dünya siyasetinin kayan ekseninden söz ediyorum. Obama’nın ilk başkanlık döneminde daha ılımlı bir dünya siyaseti izlediğine, dünyadan çok ABD’nin “içi” ile ilgilendiğine, 2008 krizinin yaralarını sarmaya, “Obamacare” olarak anılan sağlık reformunu hayata geçirmeye daha fazla mesai harcadığını izledik.

Bu arada dünya değişiyor, zaman ilerliyor. Yeni dönemde Çin; her geçen gün ekonomisi güçlendikçe kendi “çıkar alanında” daha fazla söz sahibi olmaya çabalıyor. Son yirmi yıla damgasını vuran hızlı büyümesinden sonra bir “nekahat” dönemine gireceğe benziyor. Son iki üç yılki yüzde 7’lere yakınsayan büyümesi de bunu gösteriyor. Bu dönemde de boş durmayacaklar; bankacılık sektörünün yeniden yapılanması, renminbinin en azından kendi ekonomik etki alanında kovertibl hale getirilmesi konusunda adımlar atacaklar.

Asıl önemlisi, siyasi alanda yaşanan gelişmeler. Geçtiğimiz yıl Japonya ile bu sene Vietnam ile ihtilaflı adalar konusunda daha fazla “gürültü” çıkmaya başladı. İhtilafların bir tarafının sürekli Çin olması önemli. Önümüzdeki dönemde bu durum tırmanarak süreceğe benziyor. Çin bunları yaparken ABD 2020 yılında donanmasının yüzde 60’ını Pasifik bölgesine yığmayı planlıyor. Şimdiden Avustralya’nın bölgeye en yakın, en kuzeydeki kenti olan Darwin’e ve Filipinler’e asker gönderiyor. Başta Japonya, Avustralya, Filipinler ve Vietnam olmak üzere bölgedeki 12 ülke ile ittifakını güçlendiriyor. Trans-Pasifik Ortaklık (TPP) anlaşmasıyla da sadece askeri değil ekonomik bir işbirliği de bölgede şekilleniyor.

Atlantik tarafında ise Amerika ile AB arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (Transatlantic Trade and Investment Partnership –TTIP) anlaşmasında sona yaklaşılmış durumda. Üretim standartlarını bile değiştirecek bu anlaşma ile Anglo-Sakson dünya bağlarını daha da güçlendirecek, ticaret daha “rahat” hale gelecek. Böylelikle ABD ilgisini Pasifik’e daha fazla yoğunlaştırabilecek. Zira Çin’in sadece Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya’da söz sahibi olmakla yetinmeyeceği, özellikle Afrika kıtasına yapmış olduğu yatırımlarla kürede söz sahibi olduğu ve ileride daha da fazla etkili olacağını gören ABD bunun önünü kesemese de geciktirmeye, Çin’e olan maliyetini artırmaya çalışıyor. Bu strateji doğrultusunda diğer sorunlu bölgelere -özellikle Ortadoğu ve Afganistan’a- daha az zaman, enerji ve emek harcamak istiyor. Orta Asya için durum biraz farklı zira ABD bu bölgede “dost” kabul ettiği ülkelerdeki üslerini artırmaya devam ediyor.

Bu gelişmeler aslında bizi yakından ilgilendiriyor. Ancak günlük siyasetin içinde “yoğrulup, yorulan” bir ülke olarak, bu gelişmelerin uzun vadede bizi nasıl etkileyeceğini çok da fazla hesaplamıyor, olası sonuçlarıyla çok da fazla ilgilenmiyoruz. Her şeyden önce gümrük birliği ile ticari olarak bağlı olduğumuz AB’nin, ABD ile yapacağı dev bir işbirliğinde taraf olmasak da anlaşmanın bir parçası olmamız gerekir. Diğer yandan ABD’nin Ortadoğu’daki mesaisinin önemli bir kısmını “İran ile barışa” ayırması, bölgemizdeki dengelerin değişmesi ve bunun da bizi yakından ilgilendirecek olmasını görmemiz gerek.

TTIP’in dışında kalmanın yaratacağı politik açmazları bir yana bıraksak bile, iş dünyasının bu gelişmeleri yakından izlemesi, iş dünyasının çatı kurumlarının bu gelişmeler karşısında politika yapıcılarını uyarması ve zaman geçirmeden önlem alınmasını sağlaması gerekiyor. Hem küresel rekabette geri kalmamak, hem de “yeni dünya düzeninde” bunun yaratacağı olumsuzlukları en aza indirmek için bile bunun yapılması gerekiyor.

Kayaç gazı ve petrol sayesinde 2020’de petrol ihracatçısı olacağı hesaplanan ABD’nin “Ortadoğu’nun jandarmalığından”, “Pasifik’in jandarması” konumuna geçmesi, bölgemizdeki güç dengelerini önemli ölçüde değiştirecektir. Bunu önceden okumak, okuduğumuzu iyi anlamak ve anladıklarımızla uzun vadeli bir strateji oluşturmaya çalışmamız gerekiyor.

Aksi takdirde başkalarının stratejilerinin “aktörlerinden biri” olmaktan öteye gidemeyeceğiz!