Citi Ortadoğu ve Afrika Bölgesi ve Bankacılık Başkanı Ebru Pakcan, “Türkiye’ye yönelik portföy yatırımlarında dikkat çekici bir canlanma var. Ayrıca Türkiye’nin son dönemde yeniden uluslararası yatırımcıların radarına girdiğiniı görüyoruz” diyor. Bu doğrultuda aktif bir rol üstlenen Citi, global ağının avantajlarını Türk şirketlerine açıyor. – Ersan Taylan
Küresel ekonomi son yıllarda yaşanan şoklara karşı dikkat çekici bir direnç gösteriyor. Ancak tarifeler, tedarik zincirlerinin ve para politikasındaki gelişmeleri yakından izlemek önümüzdeki dönemde büyük önem taşıyor. İşte bu gerçeklerden yola çıkarak, Citi Ortadoğu ve Afrika Bölgesi ve Bankacılık Başkanı Ebru Pakcan’a sorularımızı yönelttik. Citibank Türkiye’nin İstanbul Levent’teki genel müdürlük ofisinde bir araya geldiğimiz Pakcan küresel ve bölgesel ekonomilerdeki gözlemlerinin yanı sıra Türkiye ekonomisiyle ilgili önemli tespitlerde bulunuyor. İşte ayrıntılar… Son dönemde küresel ve bölgesel ekonomilerde öne çıkan gelişmeler nelerdir? Küresel ekonomi, son dönemde tarifelerin yarattığı belirsizliklere rağmen beklenenden güçlü bir performans sergiledi. 2025’in ilk yarısında büyüme yaklaşık yüzde 2.6 seviyesinde gerçekleşti; bu, dünya ekonomisinin değişen koşullara hızla uyum sağlayabildiğini ve beklenenden daha güçlü bir adaptasyon kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor. Buna karşın Çin’in ABD’ye ihracatında belirgin bir gerileme gördük; bu da küresel ticaret dengelerinin yeniden şekillendiğine işaret ediyor. Tarifelerin etkisi enflasyon cephesinde de hissediliyor. Çekirdek mal fiyatları artış eğiliminde ve şirketler bu maliyetlerin önemli bir kısmını hala kendi bilançolarında karşılıyor. Merkez bankaları politikalarına baktığımızda ise kademeli bir gevşeme eğilimi görülüyor. ABD ve Avrupa’daki merkez bankaları faiz indirim sinyalleri veriyor. Pandemi sonrasında enflasyonla mücadele amacıyla uygulanan sıkılaştırma politikalarının ardından, şimdi daha dengeli bir geçiş dönemine tanık oluyoruz.
Türkiye ekonomisinde öne çıkan gelişmelerin neler olduğunu gözlemliyorsunuz?
Türkiye ekonomisi, uyguladığı kararlı program sayesinde farklı gelişmelere karşı önemli bir direnç kapasitesi sergiledi. Kur politikası, ekonomide dengeleyici bir rol oynamaya devam ediyor. Enflasyon beklentilerindeki sınırlı sapmalar ve yerli yatırımcıların Türk Lirası (TL) lehine pozisyon almaya devam etmesi, ihtiyatlı bir gevşeme sürecinin sağlıklı bir zeminde ilerlediğine işaret ediyor. Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonunun son aylarda sergilediği toparlanma da oldukça dikkat çekici. Bu da, Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı adaptasyon yeteneğini ve hızlı toparlanma kapasitesini ortaya koyuyor. Dolarizasyon oranlarının önemli ölçüde gerilemesi, Türk Lirası varlıklara olan güvenin arttığını ve dolar üzerindeki baskının azaldığını gösteriyor. Tüm bu göstergeler, Türkiye ekonomisinin makroekonomik istikrar yolunda attığı somut adımların bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu alanda devam eden çalışmaların sürdürülmesinin, ülkenin uzun vadeli büyüme potansiyelini destekleyeceğine inanıyoruz.
Bankanızın Türkiye’deki öncelikleri… Değişen müşteri ihtiyaçlarını karşılamak adına ne tür yenilikçi çözümler geliştiriyorsunuz?
Bu yıl Türkiye’deki 50. yılımızı kutluyoruz. Türkiye’deki temel önceliğimiz, müşterilerimizin değişen ihtiyaçlarına global uzmanlığımızla yanıt verirken ülke ekonomisine uzun vadeli değer yaratmak. Türkiye’de kurumsal ve ticari müşterilerimizin yanında Türk bankalarına finansman desteği sunuyoruz. Bu kapsamda, Türk şirketlerinin küresel değer zincirlerine entegrasyonunu destekliyor, ihracat ve yatırım finansmanı alanlarında çözümler sunuyoruz. Türk şirketlerinin küresel ölçekte büyüme hedeflerine ulaşmaları için global ağımızı aktif bir biçimde kullanıyoruz. Aynı zamanda Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların artması ve sürdürülebilir biçimde büyümesi için aktif bir rol üstleniyoruz. Değişen müşteri ihtiyaçlarına yönelik olarak dijitalleşme ve sürdürülebilir finans alanlarında yenilikçi çözümler geliştiriyoruz. Yapay zekayı iş süreçlerimize entegre ederek operasyonel verimliliği artırırken, aynı zamanda müşteri deneyimini daha kişisel, hızlı ve güvenilir hale getiriyoruz. Ayrıca, yeşil tahviller ve sürdürülebilir finansman ürünleriyle müşterilerimizin sürdürülebilir büyüme hedeflerine katkı sağlamayı hedefliyoruz.
Citi’nin dijital varlık çözümleri ve bu alandaki çalışmalarından söz eder misiniz?
Citi olarak, finans sektörünün geleceğini şekillendirecek yapay zeka (YZ) ve Blockchain teknolojilerine stratejik yatırımlar yapıyoruz. Bugün, Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelinde 83’ten fazla ülke ve pazarda 180 binden fazla çalışanımız, geliştirdiğimiz yapay zeka tabanlı araçlardan aktif olarak yararlanıyor. Bu çözümler, çalışanlarımızın üretkenliğini artırmanın yanı sıra, müşteri hizmetlerinde daha hızlı ve doğru yanıtlar sunarak müşteri deneyimini güçlendiriyor. Yapay zeka araçlarından doğru ve verimli şekilde yararlanmak, etkili yönerge (prompt) yazma becerisine dayanıyor. Biz de bu nedenle, Citi YZ araçlarına erişimi olan çalışanlarımıza yapay zeka eğitimlerini zorunlu hale getirdik. Bu eğitim, çalışanlarımıza etkili sonuçlar üreten güçlü yönergeler oluşturmayı öğretmeyi hedefliyor. Blockchain cephesinde ise dijital varlıkların, küresel finansal sistemin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini gözlemliyoruz. Kurumsal müşterilerimizin değişen ihtiyaçlarını karşılamak üzere, bu alandaki gelişmeleri yakından takip ediyor ve öncü çözümler üzerinde çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde stabilcoinler, tokenize mevduatlar ve merkez bankası dijital paraları (CBDC’ler) gibi farklı dijital para biçimlerinin; güven, birlikte çalışabilirlik ve düzenleyici netlik eksenlerinde bir arada var olacağı karma bir ekosistem öngörüyoruz.
Türkiye’ye yönelik portföy yatırımcılarının ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde bu ilginin artmasını bekliyor musunuz? Ayrıca, doğrudan yabancı yatırımcıların (DYY) ilgisi ve bu ilgiyi artıracak faktörleri nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’ye yönelik portföy yatırımlarında dikkat çekici bir canlanma görüyoruz. Uygulanan ekonomik programın sağladığı istikrar, öngörülebilirlik ve yüksek faiz oranları, Türk Lirası varlıklara olan güveni belirgin şekilde artırdı. Dövizden TL’ye geçiş eğilimi güçlendi; bu da hem yerli hem de yabancı yatırımcıların Türkiye portföylerinde dövizden TL’ye geçiş eğiliminin güçlendiğini gösteriyor. Merkez Bankası’nın rezerv pozisyonlarındaki güçlenme ve şoklara karşı dayanıklılığının artması uluslararası yatırımcılar açısından güven verici bir sinyal teşkil ediyor. Önümüzdeki dönemde ekonomik programın kararlılıkla sürdürülmesi ve enflasyonla mücadelenin başarıya ulaşması, portföy akışlarının daha da artmasını sağlayacak. Doğrudan Yabancı Yatırımcılar açısından bakıldığında ise Türkiye’nin son dönemde yeniden uluslararası yatırımcıların radarına girdiğini görüyoruz. Ekonomik programın devamlılığı, finansal istikrarın pekişmesi ve bölgesel bir merkez olma vizyonu, yatırım ortamını ve DYY akışlarını destekleyici nitelikte. 109 göstermeye başladılar. Bu strateji, özellikle gelişmekte olan ekonomilerdeki fırsatların değerlendirilmesi açısından kritik. Üçüncü olarak, tedarik zincirinde esneklik. Gerek jeopolitik gelişmeler, gerekse COVID sırasında küresel tedarik zincirinde yaşanan kırılganlıklar, firmalara değişikliklere hızla adapte olabilen modeller kurmanın gerekliliğini gösterdi. Son olarak, risk yönetimi. Günümüz dünyasında jeopolitik belirsizlikler karşısında sağlam risk yönetimi mekanizmaları oluşturmak artık bir tercih değil, bir zorunluluk.
Türkiye’nin bölgesel rekabet edebilirlik politikaları hakkında neler söylemek istersiniz? Küresel ekonomiye baktığımızda, 2025 yıl sonu için genel beklentiniz nedir?
2025 yıl sonuna ilişkin beklentilerimiz, küresel büyümenin ılımlı ancak dirençli bir seyir izlemeye devam edeceği yönünde. Yılın ilk yarısında yaklaşık yüzde 2.6 seviyesinde gerçekleşen büyümenin, yıl sonunda da benzer bir düzeyde kalmasını öngörüyoruz. Küresel ölçekte çekirdek enflasyonun ise yüzde 2.8 civarında seyretmesini bekliyoruz. Para politikaları cephesinde, merkez bankalarının kademeli bir gevşeme sürecine girdiğini görüyoruz. ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) faiz indirim sinyalleri vermeye başladı. Bu gelişmeler, küresel likidite koşullarının kademeli olarak gevşeyeceğine ve sermaye akışlarının yeniden şekilleneceğine işaret ediyor. Ancak, tarifelerin tam etkilerini ve jeopolitik risklerin potansiyel yansımalarını dikkatle izlemeye devam etmek gerekiyor. Genel çerçevede, küresel ekonominin şoklara karşı artan bir dayanıklılık gösterdiğini, ancak bazı belirsizliklerin halen varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkün.
İhracatla büyümeyi hedefleyen Türk firmalar, bu doğrultuda nasıl bir yol izlemeliler? Bu dönemde nelere dikkat etmeliler?
İhracatla büyümeyi hedefleyen Türk firmaları için stratejik adımların atılması gereken bir dönemden geçiyoruz. Küresel ekonomideki yeniden yapılanma ve tedarik zincirlerindeki dönüşüm, Türk şirketleri açısından önemli fırsatlar barındırıyor. Bu süreçte firmaların odaklanması gereken birkaç temel alan var. İlk olarak, rekabet avantajını doğru tanımlamak ve güçlendirmek gerekiyor. Uluslararası pazarlarda fark yaratabilmek için ürün ve hizmetlerdeki farklılaşmayı artırmak ve katma değer sunan alanlara yönelmek önem taşıyor. İkincisi, pazar çeşitliliği. Türk şirketleri son yıllarda bu konuda ciddi mesafe kat etti. Tek bir pazara bağlı kalmak yerine, riskleri dağıtmak amacıyla farklı coğrafyalarda varlık göstermeye başladılar. Bu strateji, özellikle gelişmekte olan ekonomilerdeki fırsatların değerlendirilmesi açısından kritik. Üçüncü olarak, tedarik zincirinde esneklik. Gerek jeopolitik gelişmeler, gerekse COVID sırasında küresel tedarik zincirinde yaşanan kırılganlıklar, firmalara değişikliklere hızla adapte olabilen modeller kurmanın gerekliliğini gösterdi. Son olarak, risk yönetimi. Günümüz dünyasında jeopolitik belirsizlikler karşısında sağlam risk yönetimi mekanizmaları oluşturmak artık bir tercih değil, bir zorunluluk.
Türkiye’nin bölgesel rekabet edebilirlik politikaları hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye son dönemde uyguladığı makroekonomik dengeleme politikaları ve yapısal reformlarla, bölgesel ölçekte rekabet gücünü yeniden tanımlıyor. Ekonomik istikrarın güçlenmesi ve yatırım ortamının öngörülebilir hale gelmesi, ülkenin bölgesel bir yatırım merkezi olma hedefini destekliyor. Aynı zamanda, küresel tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği bu dönemde, Türkiye’nin Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya arasında stratejik köprü konumu giderek daha fazla önem kazanıyor. Bu konum, hem üretim hem de lojistik anlamda Türkiye’yi yabancı yatırımcılar açısından daha da cazip hale getiriyor. Önümüzdeki dönemde de ekonomik programa sadık kalınması, yabancı yatırımcı ilgisini canlı tutmanın yanı sıra Türk şirketlerinin bölgesel ölçekte daha da güçlü bir konuma gelmesine katkı sağlayacak.
