Fortune Türkiye Özel Haberi- DR. MARKUS C. SLEVOGT

0
224
Markus C. Slevgot

Gümrük Birliği Anlaşması’nın modernizasyonunun gündemde olduğu bugünlerde, AB’nin en büyük ekonomisi olan Almanya’nın rolü Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dr. Markus C. Slevogt, bu güncellemenin ikili ilişkilerdeki önemi ve pandemi sonrası iş dünyasının ekonomik duruma bakışı konusunda Fortune’un sorularını yanıtladı.
ANAHİD HAZARYAN

Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler son derece iç içe geçmiş, siyasi düzlemde zaman zaman yaşanabilecek potansiyel iniş çıkışlardan kolay kolay etkilenmeyecek bir yapıdadır. Kuşkusuz bu tabloda, Almanya’nın Avrupa’nın bir numaralı ekonomisi ve küresel ekonominin de lider ülkelerinden olması kadar iki ülke arasındaki derin tarihi ve kültürel bağların rolü de yadsınamaz. Öte yandan Almanya, Türkiye ile AB arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’nda da konumu gereği belirleyici nitelikte. Ancak Anlaşma’nın imzalanmasından bu yana geçen yirmi beş yıllık sürede, iş dünyasında, ekonomide radikal dönüşümler yaşanması, yeni bir düzenlemeyi zorunlu kılıyor. Fortune’un sorularını yanıtlayan Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dr. Markus C. Slevogt, modernizasyonun hizmet sektörü ve kamu alımlarını, e-ticaret gibi yenilikleri de kapsaması gerektiğini belirtiyor. Ayrıca AB ülkelerinin üçüncü taraflarla yaptığı serbest ticaret anlaşmalarından dolayı Türkiye’nin yaşayabileceği mağduriyetin de giderilmesi gerektiği konusunda hemfikir.

Yirmi beş yıl önce imzalanan Gümrük Birliği hem AB’ye hem de Türkiye’ye yarar sağladı. Ancak tabii ki, bu süre içinde hem küresel ekonomi hem de iş dünyasının değişmesi anlaşmanın yeni koşullar çerçevesinde gözden geçirilmesini gerekli kılıyor. Nitekim bu konudaki görüşmeler 2014 yılında başladı. Bu gözden geçirme ve yenileme sürecinin neleri kapsayacağına dair bilgi verebilir misiniz?

Gümrük Birliği Anlaşması hem AB’ye hem de Türkiye’ye devasa yararlar sağladı; 1996 yılında 33 milyar dolar olan karşılıklı ticaret hacmi yüzde 340 oranında artarak 2020 yılında 143,4 milyar dolara yükseldi. Ancak sizin

de belirttiğinizi gibi, anlaşmanın 25 yıllık bir geçmişi var ve bu durumda da, güncellenmesi artık kaçınılmaz bir durum. Bizler, Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası olarak, Türkiye’de faaliyet gösteren diğer Avrupalı ikili ticaret odaları ve TOBB’un da desteğiyle bir girişimde bulunduk ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna dikkat çeken bir pozisyon belgesi hazırladık. Buna göre, güncellenen Gümrük Birliği hizmet sektörünü ve kamu alımlarını da kapsamalı, zaten var olan tarım sektörünün çerçevesini daha da genişletmeli ve her iki tarafın üçüncü taraflarla görüşmelerini de içermeli. Ayrıca e-ticaret/dijital ticareti, ekonomide önemli değişimleri yönlendiren uzun vadeli AB politikalarını da kapsamalı.

Hem AB’nin hem de Türkiye’nin bu modernizasyon sürecinden beklentileri neler?
AB, Türkiye’nin bir numaralı ticari ortağı ve Türkiye de AB’nin altıncı sıradaki ticari ortağı. Bu tür bir ilişkide, Gümrük Birliği Anlaşması’nın artık geride kaldığı ve bugünün ticari taleplerinin pek çoğuna cevap veremediği görülüyor. Modernizasyonun, yabancı yatırımcıların jeopolitik gerilimlerden kaynaklanan endişelerini gidereceğine, uzun vadede AB ile Türkiye arasında aktif bir iletişim kanalı oluşturacağına inanıyorum. Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesiyle, taşıma kotaları ve vize kısıtlamaları gibi mevcut darboğazlar hafifletilebilir; Türkiye de bu durumda, global tedarik zincirlerine daha cazip gelip, tedarik sektörü açısından daha olumlu bir yatırım ortamı sunacaktır; bu aynı zamanda AB açısından da büyük önem taşıyor.

AB’nin üçünü taraflarla imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları Türkiye’nin aleyhine bir durum yaratıyor; nitekim, bu konudaki endişeler sıkça gündeme getirilip, tartışılıyor. Modernizasyon süreci bu konudaki çekinceleri giderebilecek mi? Evet ise, nasıl?

Gümrük Birliği’nin mevcut uygulanmasında, Türkiye’nin AB’nin diğer ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları’ndan defacto haberdar olması ve bu anlaşmalara göre kendisini konumlaması gerekiyor. Türkiye üçüncü taraf ülkeleriyle olan ticaretinde aynı ilkeleri ve protokolleri benimsemeye mecbur kalıyor; bununla birlikte, üçüncü taraf ülkelerinin aynı protokollerle karşılık vermesini talep etmiyor. Bu da, Türkiye ile AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları imzaladığı ortakları arasında bir asimetri sorunu yaratıyor. Bu ülkeler, Türkiye’ye gümrüksüz ihracat yapabilirken, Türkiye’den ithal ettikleri ürünlere gümrük vergisi uygulamaya devam ediyorlar.

Mevcut ilişkileri yeniden dengelemek ve mütekabiliyet yaratabilmek için güncellenmiş Gümrük Birliği Anlaşması’nın bu sorunu ele alması gerekiyor. Ticaret politikasının taraflar arasında aynı doğrultuda yer alabilmesi için Serbest Ticaret Anlaşmaları’nın mütekabiliyet temelinde uygulanması şart.

Gümrük Birliği Anlaşması’nın modernizasyonunun sonuçlarını özellikle de Almanya’yla Türkiye arasındaki ticaret ilişkileri çerçevesinde değerlendirebilir misiniz?

AB üyesi 27 ülke içerisinde Almanya, Türkiye’nin toplam ticaret hacminin yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor ve en büyük ticari ortağı olma özelliğini taşıyor. Türkiye’nin Almanya’ya ihracatında, otomotiv ve tekstil en büyük payı alıyor. Almanya’nın Türkiye’ye ihracatına baktığımızda ise, otomotivin yanı sıra makine ve ekipmanlarının başlıca sektörler olduğunu görüyoruz. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi halinde, otomotiv ve makine sektörleri Alman-Türk ticaret ilişkilerinde stratejik önemdeki konumunu koruyacak ancak aynı zamanda hizmet ve e-ticaret sektörleri için de yadsınamaz bir potansiyel söz konusu. Ayrıca, kamu alımlarının modernize edilmiş Gümrük Birliği Anlaşması’na entegrasyonu her iki tarafın da yararına olacaktır.

Türkiye’deki Alman şirketleri bu yıl yeni işe alımlar planlıyor mu?

İş dünyasının ekonomide yukarı doğru bir evrilme deneyimlemesi istihdam rakamlarında da pozitif
bir etki yaratıyor. World Business Outlook anketimizin sonuçları, şirketlerin yaklaşık yüzde 30’unun gelecek on iki ayda işgücünü artırmayı planladığını gösteriyor. Yüzde 60’ından fazlası ise, istihdamda bir değişiklik olmayacağını söylüyor. 2020 yılıyla karşılaştırıldığında, genel olarak istihdam rakamlarında artış sürüyor. Ekonominin toparlanmasına da paralel olarak, işe alım rakamlarında kriz öncesi seviyelere dönen Alman ortaklı yerli şirket sayısı artacaktır.

Dijitalizasyon özellikle pandemi ve post pandemi döneminde iş dünyasını çok daha hızlı bir şekilde dönüştürmeye başladı; Türk is dünyası da bu doğrultuda yol almaya başladı. Bu dönüşüm Türk-Alman ticari ilişkilerine nasıl bir katkı sunabilir?

Dijitalizasyon gerçekten de bugünlerde göz ardı edilemeyecek bir konu. Bunu her yerde görebiliyoruz; “akıllı şehirler” yaratmak için daha da dijitalleşen belediyelerden daha verimli ve esnek olmak için üretimini dijitalleştiren şirketlere kadar her yerde bu sürece tanık oluyoruz. Türkiye’de son beş yılda iş dünyasındaki gelişmelerin büyük bir bölümünün ortak özelliklerinin ne olduğuna bakacak olursak, “endüstri 4.0” bir numara olmasa bile en üstlerde yer alıyor. Bu da bize, Türkiye’deki iş topluluğunun dijitalleşme konusunu ne kadar önemsediğini gösteriyor. Bunun Türk-Alman ikili ticaret ilişkilerine katkıda bulunup bulunmayacağını ele alırsak, kanımca mutlaka katkısı olacaktır. Özellikle
de iki tarafı bir araya getirme, daha rekabetçi ve becerili kılma konusunda mutlaka önemli bir rol oynayacak.

Geçen yıl pandemide, Türk ve Alman şirketlerini sanal ortamda bir araya getirdik. Bu görüş alışverişleri sırasında da, Türk şirketlerinin kendi dijitalizasyon süreçlerini büyük bir başarıyla geliştirdiklerini gördük. Bu kuruluşlar Alman şirketlerine daha esnek ürün ya da hizmetler sunabilecek; dijitalizasyon daha verimli ve rekabetçi tedarikçiler ortaya çıkaracak.

Alman şirketleri pandeminin ikinci yılında Türkiye’deki iş dünyasını nasıl görüyor?

2020 yılının ikinci yarısındaki ekonomik toparlanma şirketlerin biraz rahatlamasını sağladı. AHK’nın (Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası) İlkbahar 2021’de gerçekleştirdiği World Business Outlook (Küresel İş Görünümü) anketi de bunu doğruluyor. Bu dünya çapındaki ankete katılan Türkiye’deki Alman ortaklı şirketlerin yüzde 69’u mevcut iş durumunu iyi olarak tanımlıyor. Yüzde 29’luk kesim memnun edici olduğunu belirtirken, yalnızca yüzde 2’si kötü diyor. Toplam sonuçlar 67’lik bir ortalamayla Türkiye’yi global ortalamanın oldukça üzerine taşıyor. Bu ankete göre, Alman ortaklı yerli şirketlerin yüzde 37’si gelecek on iki ayda işlerinde büyüme bekliyor. Yüzde 58’i aynı sürede iş durumunun gelişiminde bir değişiklik olmayacağını söylüyor. Yalnızca yüzde 6’sı işlerin daha da kötüye gideceğini düşünüyor. Sonuçlar, 2020 yılıyla karşılaştırıldığında iş süreciyle ilgili daha iyimser bir tablo ortaya koyuyor.

İş dünyası iklim değişikliği ve Yeşil Mutabakat’a göre yeniden organize oluyor; ülkeler sektörlerini ve iş modelini buna göre düzenlemeye çalışıyorlar. Bu yeni süreç gelecek yıllarda Almanya ile Türkiye arasındaki iş alışverişinde yeni işbirliği olanakları yaratabilir mi?

Bunun gerçekleşeceğine kesinlikle inanıyorum. Almanya kısa süre önce, karbon nötr bir ülke olma tarihini 2050’den 2045’e çekti. Bu güçlü bir siyasi sinyal ve ve şimdiden iklim dostu büyüme ve iş modellerine odaklanan ülkeleri destekliyor. Elektro mobilite, hidrojen, yenilenebilir enerjiler, enerji verimliliği ana başlıklar olacak ve Almanya’nın da zaten bu alanda ciddi bir know-how’ı var. Türkiye becerikli girişimcileri ve önemli işgücüyle son derece dinamik ve büyük bir pazar. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği devasa bir potansiyel içeriyor ve Türkiye zaten yenilenebilir enerjide şimdiden önemli bir paya sahip. Ayrıca, ilk Türk elektrikli otomobili yakın gelecekte pazara çıkacak.

Bu koşullar, Almanya ve Türkiye arasında idari düzlemde, siyasette ve girişimciler arasında zaten var olan yakın işbirliğini daha da pekiştiriyor; iki ülkenin birbirine coğrafi yakınlığı, Alman-Türk başarı hikayelerinin daha da yaygınlaşması ve derinleşmesi için sağlam bir temel sunuyor. Şu bir gerçek ki, AB-Yeşil Mutabakatı Türkiye ve bugünkü iş yapış şekli açısından çok zorlu bir sınav olacak. Ancak Türk şirketlerinin ve girişimcilerinin gücüyle, AB-Yeşil Mutabakatı engellerden çok fırsatlar içerecek.

Türkiye turizm sezonu öncesi pandemiyle olan mücadelesinde çıtayı yükseltti. Kapanma ve aşılamayla salgını büyük oranda hafifletmeyi hedefliyor. Bilindiği gibi turizm geliri Türkiye ekonomisi açısından kilit önemde. Alman turistlerin de Türkiye’nin turizm sektöründe önemli bir payı var. Geçen yıl bu açıdan kayıp bir yıldı. Bu yaz da belirsiz bir tablo sunuyor. Almanya’nın Türkiye’ye seyahatler konusunda nasıl bir yaklaşımı var?

Turizm sektörü pandemide en büyük darbeyi alan sektörlerden biri oldu. Havayolları ve oteller ekonomik döngülerini sürdürebilmek için büyük bir mücadele verdiler. Ancak aynı zamanda, kısıtlamalar ve kapanmalar galiba tekrar dışarı çıkma ve favori turizm destinasyonlarını ziyaret etme arzumuzu da artırdı. Kısacası, talep orada duruyor ve Türkiye de büyük bir ihtimalle sunduğu cazip koşullarla bu süreçte unutulmadı. Ancak ne yazık ki, Türkiye hâlâ yüksek vaka sayısı olan bir ülke olarak görülüyor; bu da Almanya’ya dönüşte bir tür karantina uygulanabileceği anlamına geliyor. Öte yandan, bir diğer opsiyon yerel turizm seçenekleri olabilir ancak bu opsiyonlarla ilgilenen çok fazla insan olduğu için yerel turizm pahalı gelebilir. Bundan dolayı, Türkiye’ye uçmak isteyenlerin sayısı yüksek olacaktır. Ancak burada, Türkiye’nin korona vaka sayılarını ve aşılamayı nasıl yöneteceği belirleyici olacak; ayrıca Almanya’da kaç kişinin aşılandığı da önemli. Şimdi artık aşıları tamamlanmış olan Alman vatandaşlarının, Türkiye gibi yüksek riskli bir ülkeden bile Almanya’ya dönüşte karantinaya alınmaları gerekmiyor. Türkiye vatandaşlarını aşılar ve risk oranını düşürürse, turist sayısı 2020 yılına göre çok daha yüksek olabilir.