​Sağlıkta Türk-Japon işbirliği, KÖİ modeli ile geliştirilecek

By Fortune Türkiye

Sağlık sistemini hızla yenilemekte olan Türkiye’nin Japonya’nın geliştirdiği iş modelleri ve teknolojiden büyük fayda sağlaması mümkün. İki ülke temsilcileri bu konuda daha geniş işbirliği niyetlerini ifade etti. 

Türkiye sağlık sistemi önemli bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyor. Bu sürecin başarısının artırılması için Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) projelerinin önemli bir rol oynaması söz konusu. Depreme dayanıklı ve modern özellikleriyle öne çıkan şehir hastanelerinin inşasından kaliteli ve kolay ulaşılabilir sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına kadar geniş bir yelpazede sürdürülmekte olan sağlıkta yenilenme hareketinin planlaması ve hedeflerine bu yöntemle daha kolay ulaşmak mümkün.

Bunun hayata geçmesi noktasında, Japon şirketleri ve kurumları ile Türkiye’deki muadillerinin işbirliği konusunda önemli olanaklar bulunuyor ve iki taraf bu konuda önemli mesafe kat etmiş durumda. 14 Kasım 2015’te Conrad Oteli’nde düzenlenen Türkiye-Japonya Ekonomik İşbirliği Konferansı, bu işbirliğini daha ileri götürme niyetinin açıkça ifade edildiği bir platform oldu. “Gelişmiş tıbbı tedavi ve son teknoloji hastaneleri hedeflerken” konulu teknik oturumda işbirliği yapılabilecek konular masaya yatırıldı.

Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü: Finansman ve teknolojide Japonya ile işbirliğine açığız
Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü Genel Müdürü Dr. Fuat Kantarcı, sağlık sektöründe kamu-özel sektör işbirliği (KÖİ) projelerinin, Sağlık Bakanlığı’nın büyük dönüşüm programı içinde önemli bir yer tuttuğunu belirtiyor. 2002’de başlayan sağlıkta dönüşüm programı kapsamında Sağlık Bakanlığı’na bağlı tüm bina hizmet birimlerinin yenilenmesi ve depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi planlanmıştı. Bu program kapsamında 2002 ile 2015 arasında dönüştürülen yatak sayısı 50 bine ulaşırken şu anda dönüşüm programının devam eden kapasitesi ise yaklaşık 100 bin. 

Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye’deki sağlık yatak stoğu yaklaşık 140 bin ve 2023 yılında bunun 155 bin olması planlanıyor. 10 bin kişiye 30 yatak düşecek şekilde yapılan planlamada, yatakların 20’sini sağlık bakanlığı dönüştürecek hizmete sunulurken üniversitelerin altı ve özel sektörün de dört yatak katkısında bulunması planlanıyor. 

OECD ülkeleri ile koordineli bir biçimde yapılan bu planlamada, KÖİ yeni bir unsur olarak devreye girmiş durumda. 2002 ile 2015 arasında gerçekleştirilen 8,4 milyon metrekarelik inşaat, kamunun özkaynağıyla yani Maliyesi Bakanlığı’nın sağlığa ayırdığı bütçelerle yapıldı. Yeni dönemde ise, 43 bin yatakla ilgili KÖİ planlaması yapıldı ve bu kapsamda 34 proje yürütülüyor. 

Buradaki KÖİ modelinde, yaklaşık üç yıllık bir yatırım dönemi ve 25 yıllık işletme dönemi planlanmış durumda. Şu ana kadar 27 bin 911 yatak kapasiteli 18 sözleşme bu modelle imzalandı. KÖİ modeliyle büyük hastanelerin inşa edilmesi planlanıyor. 2 bin 180 yatak kapasiteli Şanlıurfa ve Tekirdağ projeleri imza aşamasında. 
2 bin 500 yatak kapasiteli üç proje olan Denizli Şehir Hastanesi, Kütahya Devlet Hastanesi, Samsun Şehir Hastanesi) ise ihale sürecinde. 10 bin 505 yatak kapasiteli 11 projelenin ise ihale hazırlığı devam ediyor. 
Fuat Kantarcı, “Japon dostlarımızla projelendirme ve finansmanda işbirliği yapıyoruz. Şu ana kadar KÖİ projelerinde 18 projenin altısının finansman kapanışı yapıldı. Bunlar 3 bin 566 yatak kapasiteli Ankara Etlik Şehir Hastanesi, 3 bin 660 yataklı Ankara Bilkent Şehir Hastanesi, 475 yataklı Yozgat Şehir Hastanesi, bin 250 yataklı Mersin Şehir Hastanesi, bin 550 yataklı Adana Şehir Hastanesi, 730 yataklı Isparta Şehir Hastanesi. Finansal kapanışı yapılan projelerin toplam finansmanı 2,8 milyar euro’ya ulaştı” diyor. 

Projelere finansman sağlayan 20 farklı finans kurumu, altı yerel banka, dokuz yabancı banka üç uluslararası finans kurumu (EBRD, IFC, BSTD), iki ikili (Karşılıklı) Kalkınma Finans Ajansları (DEG, PROPARCO) olarak sıralanıyor. Bu kurumların kullandırdığı toplam kredinin ise yüzde 24’ü uluslararası kurumlar, yüzde 30’u uluslararası bankalar, yüzde 46’sı yerel bankalar tarafından sağlandı. Kantarcı, “Ortalama vade yapısı ödemesiz dönem 3-4 yıl. önceki projelerimizde sağlanan vade 15 yıl iken şimdiki projelerimizde bu vade 18 yıl seviyelerine ulaşmıştır. Bu model ülkemize olan güveni gösteriyor. Bu yatırımcılar 25 yıl enflasyona göre güncellenen sabit bir kira ödemesi ve hizmet bedeli alıyor” diyor. 

Kantarcı, Japonya ile işbirliği konusunda, “KÖİ sürecinde Japon dostlarımızla şehir hastanelerinin ön fizibilitesini beraber çalıştık. Projede ortaklarımızın gösterdiği ilgi bizi memnun etti. KÖİ projelerinin en büyüğü olan İstanbul Sancaktepe Şehir Hastanesi’nin ön proje çalışmasını onlara verdik. Sancaktepe Projesi 3 bin 800 yataklı KÖİ’nin en büyüğü olacak projelerden. Japon dostlarımız bizim finansman ortaklıklarını devam ettiriyorlar. başka büyük projelerimizde var. Japon yatırımcılardan ilaç firmaları, tıbbi cihaz üreticileriyle de yakın temas içindeyiz” şeklinde konuşuyor. 

Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu yeni vizyon, önümüzdeki 10 yıllarda ithalatçı değil, üretici bir Türkiye sağlık sektörü kurmaya odaklanıyor. Japon şirketlerine Türkiye’nin sanayi işbirliğinde de geniş imkanları bulunduğu mesajını veren Kantarcı, “Belli alım garantileriyle sanayi işbirliği programını sizlerle paylaşıyor ve bu konuda tekliflerinizi bekliyoruz. Türkiye yakın coğrafyasıyla beraber 1 milyar nüfusa hitap ediyor” diyor. Kantarcı, Japon şirketlerinin Türkiye’ye yapacağı sanayi yatırımlarının üretim süresi dışında cihazların bölgeye sevk edilmesi için üç aylık bir süreye gerek olmasının Japon şirketleri için bir dezavantaj yarattığına ve bunun neden olduğu ek maliyetin Japon şirketlerini Avrupalı rakipleri karşısında zor durumda bıraktığına dikkat çekiyor.
Kantarcı, “Güçlü bir Türk yatırımcı sektörünü görüyorsunuz. Yine güçlü bir siyasi irade var. 1 Kasım seçimleriyle tek parti iktidara geldi. onun koyduğu yönetim modeli var. İşbirliği imkanlarının önü açık. Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi kazan-kazan modeliyle yakın coğrafyada 1 milyar nüfusa hitap edecek bölgede işbirliği sunuyoruz” mesajını veriyor.

ITEC: Japonya, özel sektörü ve hükümeti ile Türkiye’ye KÖİ desteğine hazır
Japonya’da sağlık alanında kamu özel sektör işbirliği projelerine katkıda bulunan ITEC’in Başkanı Johtaro Seki, sağlık, bakım ve medikal alanında uzmanlaşan genel danışman şirketlerinden biri olduklarını ifade ediyor. Mayıs 1984’te kurulan ve 120 çalışana sahip olan şirketin satışları Japonya içi ve dışı arasında eşit olarak dağılıyor. Şirket 90 ülkede yaptığı binin üzerinde projenin deneyimine sahip.

ITEC, hükümetlere ulusal ve yerel olarak sağlık politikalarının geliştirilmesinde yardımcı oluyor. Hastane iş yönetimi danışmanlığı veren şirket, hastane tasarımı ve inşaat projelerine de konsept, planlama ve uygulamaya dönük olarak danışmanlık hizmeti veriyor. Aynı zamanda hastane kamu özel ortaklığı projeleri ve özel finansman inisiyatifleri (PFI) konusunda da destek sunuyor.

Son teknolojilerin kullanılmasını sağlayan projelerin hayata geçmesinde rol oynayan ITEC, Türkiye’de İstanbul İkitelli ve Ankara Etlik’te hayata geçecek iki büyük hastane projesinde danışman olarak katkıda bulunuyor. Bu projelerde, Japonya’da elde edilmiş olan deneyimler pratiğe aktarılıyor.

Japonya’daki KÖİ projelerinin gelişmesinin en önemli motiflerinden biri, ekonomide sıkıntılar yaşanmasının ardından hasta hizmetleri ve sağlık operasyonlarında verimliliğin artırılması zorunluluğunun ortaya çıkması. Bu, özel sektörün bilgisinin aktarılması ve hastanelere daha fazla finansman sunulmasının gerektiğinin anlaşılmasını getirdi. Kamu hastanelerinde iş bazında siparişler verilirken KÖİ projeleri, kamu ve özel sektörün eşit olarak içinde yer aldığı ve anahtar teslim satın almaların söz konusu olduğu bir model olarak bu alanı ciddi biçimde geliştiriyor. Bu alanda önemli bir verimlilik artışı, performans temeli siparişler ve uzun vadeli siparişler sayesinde elde ediliyor.

Özel sektörün inovasyon bilgisi ve deneyimi ile birlikte hizmet yönetiminin bir araya getirilmesi, optimize edilmiş maliyetlerle dış kaynak kullanımının verimliliğinin artırılması ve işletmecilerin yeteneklerinin iyileştirilmesi, çok daha yüksek toplam performansı ortaya çıkarıyor. Japonya’da 17 projeden 16’sı şimdiden operasyon fazına geçmiş durumdayken, ITEC bunların dokuz tanesine katkıda bulunmanın sağladığı deneyime sahip.
Seki, “Bu projelerden KÖİ’nin kolay bir şey olmadığını öğrendik. Çok sayıda paydaş ve üst düzeyde uzmanlık gerektiren işlerin olduğu bu tür projelerde, teknoloji ve talep gibi alanlarda zaman içinde değişiklikler olmasına da hazırlıklı olmak gerekiyor” şeklinde konuşuyor. ITEC, bu noktada toplam yönetim için özel amaçlı şirket (SPC) kurulmasına dayanan bir model öneriyor. Seki, eşgüdüm eksikliğinin kalite ve maliyet arasında denge kurulmasını güçleştirebileceğini ancak, deneyim kazanmaya başladıktan sonra bu güçlüklerin azaldığına dikkat çekiyor.

Seki, genel yönetim ve uzmanlıkların yanı sıra projelerin Türkiye’de iyileşebilmesi için sürdürülebilirlik, istikrar ve medikal uygulama alanlarına özen gösterilmesi gerektiğini kaydediyor. 15 yıla uzanan uzun süreli sözleşmelerin yapıldığı Japonya’daki deneyim, maliyetlerin yüzde 80’inin de işletme döneminde ortaya çıktığına işaret ediyor. Bu da bütün sürecin iyi yönetilmesi gerektiği mesajını veriyor. Türkiye’deki sözleşme süresinin 25 yıl olması, operasyon maliyetini daha yukarı çekerken bunun deneyim oluşmasında pozitif etkisi olması bekleniyor. Ancak bu aynı zamanda iklim değişimi ve afet gibi konuların daha büyük ölçüde dikkate alınmasını gerektiriyor. 

Seki, Japon şirketlerin enerji verimliliği, afet teknolojileri ve yönetim alanındaki deneyimlerinin bu projelerde önemli katkı sunabileceğine dikkat çekiyor. Sadece özel şirketlerin değil, Japon hükümetinin de Türkiye’ye destek sunma niyeti bulunduğunu ifade eden Seki, sürdürülebilirlikten tıp teknolojilerine kadar birçok alanda işbirliğinin mümkün olduğunu ifade ediyor. Seki, “Hastanelerde KÖİ projelerinde en iyi partner olduğumuza inanıyoruz. Bu hem Türkiye hem Japonya için çok önemli bir kazanç olacak” şeklinde konuşuyor.

Rönesans: İşletme işbirliklerine de yönelmemiz lazım
1993’te St. Petersburg’da kurulmasının ardından 2001’de yapısına eklediği yatırım grubu ile hızlı büyümesini sürdüren Rönesans’ın Sağlık Yatırım Grubu Başkanı Kamil Yanıkömeroğlu, hastane projelerinin bir yandan Türkiye’yi doğudan batıya bütün bölgeleri ile kapsamasından diğer yandan da inşaat anlamında ileri teknolojiyi yansıtmasından gurur duyuyor. Yanıkömeroğlu, “Kamu özel sektör işbirliğiyle altı sağlık kampüsü inşa ediyoruz. Elazığ, Yozgat, Adana, Bursa ve İstanbul İkitelli’deki projelerimizin sahip olduğu toplam 9 bin 500 yatak kapasitesi, şu an KÖİ kapsamında ihalesi yapılan 30 bin 600 yatak kapasitesinin yaklaşık üçte biri. Hastanelerin devlette kaldığı, özel sektörün uzmanlığı çerçevesinde hizmet sunduğu hizmet sağlayıcı firma metoduyla çalışıyoruz” diyor.

Rönesans, sismik izolatörlü yapı inşası anlamında dünya çapında bir liderliği Türkiye’de gerçekleştirirken yeni hastanelerin yapı teknolojisi anlamında sürdürülebilirlik gücü konusunda önemli bir mesaj veriyor. İkitelli Şehir Hastanesi dünyanın en önemli sismik izolatörlü yapısı olarak inşa edilirken Adana Sağlık Kampüsü 2017’de açıldığında bin 512 sismik izolatörü ile tek temel üzerinde en fazla izolatör kullanılan yapı olarak bu önem önceliğini devralacak.

Yanıkömeroğlu, “2 bin 700 yataklı İkitelli Şehir Hastanesi, aslında Türkiye için şehir hastanelerinin dünyaya açılan kapısı noktası olacak. Bu proje, Üçüncü Köprü ve Yeni Havalimanı güzergahında bulunuyor ve metro hattı ile İstanbul’un tamamına hizmet vermek üzere planlanmış bir hastane. Yaklaşık 1 milyon metrekarelik alanı ile İstanbul’un zaten son yıllarda gelmiş olduğu sağlık turizmini de destekleyecek bir hastane olacak” diyor.

Türkiye sağlık turizmi konusunda hızlı bir gelişim gösteriyor. Şu anda yurtdışından 500 bin hasta çeken Türkiye’nin bunu kısa zamanda 1 milyona ve 2023’te de 3 milyona çıkarma hedefi bulunuyor. Günlük 100 bin ziyaretçisi ile KÖİ modeli ile inşa edilen üçüncü büyük hastane olacak İkitelli Şehir Hastanesi’nde kullanılan sismik izolasyon teknolojisinin mucidinin Japonya olması, iki ülke arasında başlamış olan işbirliğinin iyi bir göstergesi. Yanıkömeroğlu, “Deprem izolasyonunda mucit aslında Japonya. Dünyada bu teknolojileri üretenler hep Japon teknolojisini takip ediyor. Biz de İkitelli hastanesinde Japon Sojitz firması ile işbirliği içindeyiz. Japonya ile işbirliğinde öncelikle bu tür know-how konusunda katkı bekliyoruz. Ardından medikal ekipmanlar. Japon ekipman üreticilerinin pazara hızlı girmelerini bekliyoruz. Ancak işbirliğini çok daha kapsamlı düşünmemiz gerekiyor. Sadece ekipman değil, başka alanlarda da işbirliği yapmak istiyoruz. Hastane işletme işbirliği yapmamız lazım. Bu konuda bu konferans başlangıç olur ve umarım daha çok konuda işbirliği yapılır” şeklinde konuşuyor. 

Rönesans’ın portföyündeki ikinci büyük hastane olan 1,550 yataklı Adana Sağlık Kampüsü’nün şu anda inşası sürüyor. Türkiye’nin güney bölgesine önemli bir sağlık merkezi kazandıracak tesis, 2017’de açılacak. Bin 350 yataklı Bursa Hastanesi ve 2017’nin son çeyreğinde açılması planlanan Elazığ Hastanesi, önemli projeler. Aralık 2016’da açılacak 500 yataklı Yozgat Hastanesi için ekipman alımına gelecek aylarda başlanacak.

Fujifilm: Kanser görüntülemesine katkıda bulunabiliriz
1934’te son kullanıcıya fotoğraf malzemeleri sunmak için kurulan Fujifilm, günümüzde görüntüleme, bilgi ve doküman yönetimi alanında önemli bir şirket haline gelmiş durumda. 1936 yılında röntgen filmleri üretimi ile başlayan gelişme sürecinde 1971 yılında geliştirilen endoskopi, 1983’te ortaya çıkarılan dijital röntgen sistemleri ve özellikle bilgisayar destekli radyografiyi 1984’te kan analizleri ve 1999’daki PACS karar destek sistemleri önemli kilometre taşları. Bu gelişme 2006’da da ultrason teşhis ekipmanlarının geliştirilmesi ile sürüyor. 
2012 itibariyle satın alınan, ABD’li ultrason teşhis ekipmanları şirketi SonoSite ile bir tür mobilite kazanan ve hasta başında bakımla ilgili alana giren Fujifilm, tıbbi cihazlar, görüntüleme sistemleri ve bilgi sistemlerinden oluşan kapsamlı bir portföy ile sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanıyor. 79 binin üzerinde çalışan ve 2014 itibariyle 22 milyar dolar ciroya sahip olan Fujifilm, odaklandığı sağlık sektöründe özellikle teşhis alanında güçlü bir oyuncu.

Tıbbi cihazlarının piyasada kabul gördüğünü ve bulundukları her alanda birinci ya da ikinci sırada yer aldıklarını belirten Fujifilm Corporation Başkanı ve COO’su Shigehiro Nakajima, “Türkiye’de çeşitli hastaneler ve görüntüleme merkezlerinde binden fazla endoskopi ve 100 adet mamografi cihazımız kullanılıyor. Türkiye’de 2011’de bir iştirak oluşturduk. Bu pazar bizim bir numaralı önceliğimiz oldu” diyor. 

Nakajima, Türkiye pazarında var olan işbirliklerini geliştirmek ve yeni işbirlikleri oluşturma noktasında dikkat çekici olanaklar bulunduğunu kaydediyor ve “Türkiye’de kanser görüntüleme sistemlerine katkıda bulunabiliriz; özellikle göğüs kanseri önemli bir alan. Mide kanserinde endoskopi cihazlarımızı sunabiliriz. Kanser görüntüleme sistemlerine katkıda bulunabiliriz. Sağlık ve bakım konusunda da geniş yelpazeye yayılan ürünlerimizden ve dünyadaki tecrübemizden yararlanılabilir” diyor.

Fujifilm Türkiye Genel Müdürü Cengiz Metin de, “Sadece teşhis değil, önleyici süreçler açısından da önem kazanan meme kanserinde, dijital mamografi ile doğru zamanda teşhis sağlık harcamaları ve halk sağlığı açısından odaklanılması gereken bir konu. Bu konuda Fujifilm olarak görüntüleme anlamında dünyadaki en yüksek çözünürlüğe ve en düşük dozaj etkisine sahibiz” diyor. 40 yaştan sonra kadınların her yıl kontrolden geçmesi, düşük dozajı daha önemli hale getiriyor. Memedeki lezyonları otomatik işaretleyen sistemler, endoskopi tarafında dokuyu derinlemesine tespitler yapan ve kanserin yayılma biçimini belirlemeyi sağlayan endoskopik ultrason sistemler ve bunları destekleyen değerlendirme sistemleri üzerinde çalışmalar yapan Fujifilm, PACS Synapse ile doktorların hasta bilgilerine mobil cihazlarını kullanarak uzaktan erişmesine de olanak tanıyor. Kadınlarda meme, tiroid ve kolon; erkeklerde ise prostat, akciğer ve kolon en yaygın kanser türlerini oluşturduğu Türkiye’de kanser oranlarında artış yaşanırken teşhise zemin oluşturan taramanın önemi artıyor. Fujifilm’in taramaya yönelik mobil çözümleri en ücra köşelere gidebilmeyi sağlarken teknik servis ve eğitim destekleri ile performansın yükselmesi sağlanıyor. 

İstanbul’da Liv Hospital’da kurulan uluslararası eğitim merkezi ile özellikle Afrika’dan gelen doktorlara eğitim veriliyor. Yurtiçinde ise Kanser Erken Teşhis ve Tedavi Eğitim Merkezi (KETEM) ile birlikte yürütülen çalışmalarda 93 kuruma ulaşılırken 10 mobil tarama merkeziyle bu sayının 103’e çıkarılması planlanıyor. KETEM’in 285 merkezinde dijital çalışmaların yapılacağı gelecek dönemde Fujifilm’in odağını düşük radyasyonlu cihazlarla hasta konforunun yükseltilmesi oluşturacak.

Toshiba: Sağlıkta teknolojiyi Fatih Sultan Mehmet gibi kullanmak
Toshiba Kıdemli İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Satoshi Tsunakawa, İstanbul’un fethinde yeni top teknolojisi kullanılarak aşılamaz denilen surların aşılmasında olduğu gibi kendilerinin de yeni teknolojilerle sağlık sektörünü değiştirdiklerini belirtiyor. Çok sevdiği İstanbul ile bu tür bir bağ kuran Tsunakawa, Japonya’da her üç ölümden birinin kanserden kaynaklandığı günümüzde Aquilion adı verilen yeni görüntüleme sistemleriyle kanserin bu aşılamaz denen duvarları aşmaya çalıştıklarını söylüyor. Röntgende doz azaltımına başlayan Toshiba’nın ultrason dalgalarıyla tanı (SMI) ile düşük kan akışı olan böbrek korteksini muayeneyi son derece güvenli hale getirilmesi ve MRI cihazlarında çıkan gürültünün azaltılması ile hasta konforunun yükseltilmesi, surlara yapılan diğer top atışlarını oluşturuyor. 

Toshiba’nın karbon iyon sistemi, radyasyonun vücudun sağlıklı kısımlarını da hasta etmesi durumunu ortadan kaldırırken karbon iyonunun üç kat daha kuvvetli olması, hastanın üç kat daha fazla sayıda hastane ziyareti yapması gereğini ortadan kaldırarak yaşam kalitesini artırıyor. Bu yöntem aynı zamanda tedavi süresini kısaltarak daha fazla hastaya hizmet edilmesini sağlıyor. 1994’ten bu yana 9 binden faza hastanın tedavisinde kullanılan bu yöntem, 3D nokta taraması gibi sadece Toshiba tarafından sunuluyor.

Ağır parçacıklı ışın tedavisi aygıtı ise, kanser tedavisinde küçük bir akciğer kanserinin günübirlik tedavi ile iyileştirilmesine kadar yükselen bir performansı mümkün kılan bir tedavi yöntemi sunuyor. Bilgisayarlı tomografide (BT), 640 kesitli BT ile bir turun 0,275 saniyede tamamlaması sayesinde kalp ve akciğer gibi hareketli organların görüntülenmesine olanak tanınıyor. Hızın artması, geleneksel örneklerdeki dozun 40’ta birine düşülmesi ve hastada yaratılan etkinin aşağı çekilmesi sonucunu getirirken yükselen performans sayesinde çok küçük kanser oluşumlarının da tespit edilmesi de mümkün oluyor. Ağır parçacık (ya da karbon) ışınının tedavi tarafında sağladığı olanaklarla birlikte bu görüntüleme avantajları kanserle mücadelede önemli bir etki yaratmaya aday.

Tsunakawa, kanserle mücadelede bu tür kapsamlı bir yaklaşımın benimsenmesinin önemine işaret ederken gurur duydukları gelecek nesil ağır parçacık ışın tedavi cihazının kurulması adımlarının atılması durumunda bu sürecin donanım ile sınırlı kalmaması gerektiğini de kaydediyor. Tsunakawa, böyle bir durumda uygulanmak üzere Japonya’nın Yakın Kızılötesi Yansıma Spektroskopisi (NIRS) gibi ileri teknoloji kullanan işletmelerinden destek alarak eğitim çalışmasında bulunmak gibi kapsamlı bir paket üzerinde çalıştıklarını ifade ediyor.   
Türkiye’de kurduğu TMST adlı şirket ile ülkemize verdiği önemi gösteren Toshiba, 2014’te Türkiye’de ultrason ve bilgisayarlı tomografide önemli bir pazar payına ulaştı. Şirket, yeni hastanelerde KÖİ modeli ile yer almak istiyor. Türkiye’nin sadece kendi içindeki değil, komşu ülkelerdeki kanser hastaları için de bir çekim merkezi olmasını sağlayacak şekilde Ortadoğu, Yakındoğu ve Avrupa’da bir ilk oluşturacak gelecek nesil ağır parçacık ışını tedavi merkezini Türkiye ile birlikte kurmak istediklerini belirten Tsunakawa, bunun sadece erken teşhis ve tedavi ile sınırlı kalmayarak hastalık sonrası tedaviyi de kapsayan bir süreç olarak kurgulanması gerektiğine işaret ediyor. Bu, kanseri ortadan kaldırmak için kurulması zorunlu olan sisteme işaret ediyor.

LSI Medience: Rahat, sağlık ve sürdürülebilirlik için KAITEKI
30 milyar dolar konsolide geliri, 500 grup şirketi ve 68 bin çalışanı ile dünyanın en büyük 10 kimya şirketinden biri olan Mitsubishi Chemical Holdings içinde yer alan LSI Medience, klinik testlerle hastalıklar ve yaşlanmanın sağlığını etkilediği insanların yaşam konforunun yükseltilmesine hizmet ediyor. LSI Medience Klinik Test Faaliyetleri Genel Müdürü Kenichi Uchino, “Mitsubishi Chemical Holdings Group’ta bizler ‘KAITEKI’yi gerçekleştirme’ ve ‘KAITEKI yönetimini uyarlama vizyonu ile hareket ediyoruz. KAITEKI, sadece insan için değil toplum ve dünya için de sürdürülebilir bir duruma işaret ediyor” diyor.

Bu yaklaşımın ortaya çıkardığı KAITEKI Değeri, sürdürülebilirlik yönetimi, ekonomi yönetimi ve teknoloji yönetimi olmak üzere üç ayak üzerinde şekilleniyor. Performans ürünleri, sağlık ve endüstriyel malzemeler olmak üzere geniş bir faaliyet alanına sahip olan Mitsubishi Chemical Holdings’de dev organizasyonun ve ürün/hizmet ile müşteri çeşitliliğinin ortaya çıkardığı karmaşıklığa bu felsefe ile yanıt veriliyor.
LSI Medience, bu dev yapı içinde klinik test hizmetleri, ilaç geliştirme destek servisleri, tıbbi bilişim, gıdalarda sağlık koşullarını geliştirme ve hijyen analizi ile IVD ürünlerini kapsayan bir alanda faaliyet gösteriyor. Bu faaliyet alanı teşhisin destek birimi olarak görülebilir. Bu, değer yaratmak ve kalite yönetimi sözcükleri ile tanımlanan bir iş modelini ortaya çıkarıyor.

Klinik test işlerini ana faaliyet alanı olarak belirleyen şirketin bu faaliyetleri, Japonya’da herkesin sigorta şemsiyesi altında yer aldığı sağlık sisteminin ve buna bağlı muayene/tedavi sistemi temel alınarak şekillendirilmiş durumda.

Bu sistemin olanak sağladığı testlerin merkezileştirilmesi modeli, test kalitesinin istikrarı ve yatırım verimliliği açısından etkili bir yöntem olduğunu ortaya koymuş durumda. Bunun şekillendirdiği klinik testlerde dış kaynak kullanımı pazarının Japonya’daki ılımlı büyümesini sürdürerek bu yıl 5,4 milyar dolara ve 2020’de de 6 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Japonya’da 400 milyar doların üzerine çıkan sağlık harcamalarının 10 milyar dolarlık bölümünü oluşturan klinik testlerin yarısı LSI Medience gibi bağımsız laboratuarlar tarafından gerçekleştiriliyor.        

2010’da nüfusu 120 milyona ulaşan Japonya’da yaşlı nüfusun artması ve çalışan nüfusun oranının azalması şeklinde ortaya çıkan demografik değişim, sağlık hizmetlerinin klinik testler alanındaki bölümünde de verimlilik ihtiyacını artırarak bu sistemi teşvik ediyor. 

LSI Medience, Tokyo’daki merkezine her gün Japonya’nın dört bir yanından ulaşan 120 bin test numunesi ile geleneksel biyokimyasal testlerden ileri genetik testlere kadar uzanan geniş bir yelpazede gerçekleştirdiği testlerle sistemin önemli bir oyuncusu durumunda bulunuyor. Merkezileşme ile yakalanan ölçek, LSI Medience’in benzeri yapılarda olduğu gibi, yatırım tutarı yüksek kaliteli test donanımlarını, insan kaynağını, test sistemlerini ve gerekli bilgi teknolojisi altyapısını sürekli olarak üst düzeyde tutabilmesini sağlayan unsuru oluşturuyor. Bu, modelin hastanelerin tek başlarına bu yatırımları yapmasına göre daha geçerli bir yöntem olmasını da beraberinde getiriyor. 

Uchino, Türkiye’deki KÖİ projeleri ile bu sistemin Türkiye’de de işler hale gelmesine katkıda bulmak istediklerini söylüyor. “Türkiye’deki KÖİ hastane projelerinin KAITEKI konsepti ile sürdürülebilir ilerlemeyi yakalamasını umuyoruz” diyen Uchino, Türkiye’deki KÖİ projelerinden beklentilerini ise, “insan kaynaklarının geliştirilmesi, ekipmanların daha üst seviyelere yükseltilmesi ve sürekli inovasyon” olarak sıralıyor. Uchino, “KÖİ’nin Türkiye ve Japonya deneyiminde üç önemli nokta var. Birincisi, öncelikle insan kaynakları geliştirilmeli. Laboratuvar personelini elde tutmak da önemli. İkincisi ekipmanların geliştirilmesi önemli. Kalite için uygun yatırımlar yapılmalı. Üçüncüsü ise sürekli inovasyona değinebiliriz. Yeni teknolojilerin kullanılması önem taşıyor” şeklinde konuşuyor. 

Japonya’ya göre farklı bir demografiye sahip olan Türkiye’nin buna uygun bir strateji belirlemesi gerektiğine dikkat çeken Uchino, KÖİ modeli ile komşu ülkelerden yüksek performans gösterilebileceğini söylüyor.

Astellas Pharma: Bugünün ve geleceğin tıbbı için molekül üretmek 
1894 yılında kurulan Fujisawa ile 1923’te kurulan Yamanouchi’nin birleşmesiyle ortaya çıkan Astellas Pharma, 1980 ve 1990 yıllarında gerçekleştirdiği çeşitli satın almalarla küresel bir ağ oluşturmuş bir ilaç şirketi. 11,4 milyar dolar cirosu olan şirket, çok uluslu ilaç firmaları arasında ilk 25’te yer alıyor. 17 bin çalışanı ile 50’den fazla ülkede hizmet veren Astellas, Japonya’da sektöründe ikinci firma olmasının yanında bütün gelişen pazarlarda yer almasıyla dikkat çekiyor.

2008’de üç kişi ile başlayan operasyonunu 112 kişiye çıkaran Astellas için Türkiye önemli bir faaliyet alanı. Yılda 2 milyar dolar ile cirosunun yüzde 17’sini Ar-Ge’ye ayıran Astellas Pharma’nın bu araştırma geliştirme faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıkan ürünler, Türkiye’deki hastaların da derdine deva oluyor. Şirket pazardaki dört molekülü ile özellikle organ nakli sonrasındaki tedavilerde hayat kurtarmaya hizmet ederken hastane bakım hizmetlerinin geliştirilmesine de katkıda bulunuyor. 

“Birçok hayatı kurtarmak için çalışıyoruz” diyen Astellas Pharma İlaç Genel Müdürü Mark Dekker, “Türkiye’de yılda 4 bin organ nakli yapılıyor. Bunların yüzde 90’ında vücudun nakledilen organı reddetmesini ve bağışıklık sorunlarını engellemek için Astellas ürünleri kullanılıyor” diyor. 

Astellas Pharma ürünleri, organ naklinin yanı sıra üroloji, dermatoloji, onkoloji, anti-enfeksiyon ve ağrı yönetimi alanlarındaki ilaçlarda kullanılıyor. Dekker, “Onkoloji çeşitli kuruluşların üzerinde durduğu bir alan ve bu konuda Türkiye gelişiyor. Bu alanda Enzalutamide ürünümüz var. Kolon ve prostat kanseri konusunda erken aşamada hastalara umut veriyor. Dünyada birçok hastaya sunuluyor. Türkiye’de de en kısa zamanda hastalara sunmak istiyoruz” diyor.

Türkiye pazarında üçü 2009/2010 döneminde sunulmaya başlayan 4 molekül ile faaliyetini sürdüren Astellas Pharma, bunların üçü ile ilgili pazarlarda lider konumunda. Şirket, anti-enfeksiyon alanında, ABD ve Japonya’da başarısını kanıtlamış olan Micafungin’i de piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Mantar enfeksiyonlarına karşı kullanılan bu ilacın yanı sıra Fidaxomicin’in de Türkiye’deki hastanelere sunulmak üzere getirilmesi planlanıyor. Her iki ürün, hastanelerdeki bakım kalitesinin artırılmasına hizmet edecek. 

Dekker, satış rakamı ile orantılı olarak Türkiye’de klinik deneylere katkı paylarına bakıldığında, kendilerinin açık ara önde olduğunun görüldüğüne işaret ediyor. 1 Ocak 2014 ile 30 Kasım 2014 arasındaki dönemde 10 milyon liralık satış başına gerçekleştirdikleri klinik deney sayısının 0,82 olduğunu ifade eden Dekker, bunun en yakın rakiplerinin yaklaşık yüzde 50 üzerinde olduğuna işaret ediyor. Şirket Türkiye’de klinik deneylere yatırım katkısında da AIFD üyeleri arasında yüzde 7’lik paya sahip. Bu, 2008’den bu yana çalışan sayısının hızla artmasının da işaret ettiği gibi Türkiye’ye verilen önemin bir göstergesi.

 

BENZER MAKALELER

SON MAKALELER

Loading...