Sadece Üzüm Toplamaya Gitmediğini Sonradan Fark Eden O Kadın Kimdi?

By Fortune Türkiye

Coğrafi işaretli Ada Karası üzümünün Avşa’daki yolculuğu yalnızca bir hasat değil; toprağın, emeğin ve kimliğin bir ifadesi. Peki bu üzüm, tabağa girmeden önce hangi hikâyelerin taşıyıcısı oluyor?

Avşa’da düzenlenen Coğrafi İşaretli Ada Karası Hasadı, birçok kişi için bir hafta sonu etkinliğiydi. Ama orada, kalabalığın içinde bir kadın vardı ki, bu etkinliği bir ürün tanıtımı değil, hayatının yön değiştirdiği bir an olarak hatırlıyordu.

O kadını tanımadan bu etkinliği tam anlamak mümkün değildi…

İlk adımda dikkat çeken sadece hava değildi

Yenikapı’dan feribotla Avşa’ya ulaştığımda gökyüzü açıktı, ama zemin hâlâ ıslaktı. Yağmurun kısa bir süre önce kesildiği belliydi. Geriye toprak kokusu kalmıştı.

Otelimiz Özkaptan Aquapark’a yerleşme telaşı kısa sürdü. Etkinliğe gelen meslektaşlar arasında selamlaşmalar, hızlı sohbetler, kısa notlar…

Bu seferki yolculuğun ne üzerine kurulu olduğu belliydi: Coğrafi işaretli bir bağda, anlam arayışı.

Biraz dinlendikten sonra Lakerda’ya geçtik.

Öğle yemeğinde “madalyon” adlı özel tabak servis edildi. Balık sevenler için ayrıcalıklı bir lezzetti. Ama ben vejetaryendim.

Tabakta eksik olan, benimle ilgiliydi ama daha sonra bunun, yazının kalanıyla ilgili olduğunu fark ettim…

Mehmet Geçkala – Bağcı, Adil Çamur- Galimi Çınarlı Derneği, Ebru Koralı-İstanbul Ticaret Odası 17.Restoranlar ve Yiyecek İçecek Komitesi Başkanı, Safiye Gönülver- Bağ sahibi, Dilek Gönülver- Bağ Sahibi, Murat Yarar- Belediye Meclis Üyesi

O kadın bağda yalnız değildi

Sandıklı mevkiinde, coğrafi işaretli Ada Karası üzümlerinin yetiştiği bağdaydık. Bizi Safiye Gönülver karşıladı.

Bankacılıktan emekli olmuştu; şimdi üzüm topluyordu. Topraktan anlamadığını açık yüreklilikle paylaştı ama burada bulunma gerekçesi sadece bilgi değil, bağlılıktı.

“Topraktan anlamam ama babamın emeği yerde kalmasın istedim,” dedi.

Emekli maaşından değil, anılarından güç alıyordu. Bilgi, kuzeni Mehmet Geçkala’dan; cesaret kendisindendi.

Sepetlerle toprağa eğilenlerin bir kısmı belki de bu hikâyeyi bilmiyordu. Ama yere, üzümlere uzanan her el, aslında geçmişle temas ediyordu.

Rakamlar bazen neyi gizler?

Akşam yemeği için Büyülü Bağ’a geçtik. Araçta bir hareketlilik var. Ekonomi Gazetesi yazarı Faruk Şüyun ve Bi’nevi Gazete yazarı Reha Tartıcı arka koltukta derin bir muhabbete dalmıştı. Hotel & Restaurant Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hatice Ünal Bilen fotoğrafları gözden geçiriyor, hangilerini paylaşacağına karar vermeye çalışıyordu.

Büyülü Bağ’a vardığımızda tesisin sahibi Alp Törüner bizi karşıladı.

Yağmurun hasadı iki hafta geciktireceğini ama bu sürenin üzümleri daha da olgunlaştıracağını söyledi. Fire oranı, tonaj kapasitesi, ayıklama süreci… Tüm veriler yerli yerindeydi.

Ama asıl cümle başka yerdeydi: “Burada yaşlanan sadece üzüm değil.”

Tesisteki şişe sayısını sorunca herkes tahmin yürüttü. Gerçek rakam: 45 bin.

Açıklama ise daha çarpıcıydı: “Bu kadar şişe olması biraz da pazardaki durgunluğu gösterir.”

Sessizce anlatılan her veri, başka bir hikâyeye işaret ediyordu. Sayılar sadece ölçmekle değil, susmakla da ilgiliydi.

Yemek ne olduğu değil, nerede olduğuyla hatırlanır

Yemek, fıçılar arasında kurulan uzun bir masada servis edildi.

Sardalya ve sirkeyle hazırlanmış kalyoz hızla tükendi. Laros da aynı şekilde tükendi. Tabağa konanlar değil, konamayanlar konuşulmaya başladı.

Bazı yemekler yavaş tüketildi, bazıları hiç dokunulmadan bırakıldı. Bu, damakla değil, dikkatle ilgiliydi.

Hatice Ünal Bilen “ilk defa böyle bir yerde yemek yiyorum” dedi. Masada kimse söylenene itiraz etmedi ama herkesin bakışı etraftaydı.

Bu, restoranda yenen bir akşam yemeği değil, mekânla temas halinde bir duraktı. Yemeğin ne olduğu kadar, nerede olduğu da tadı belirliyordu.

Kahvaltıda bir diş hekimi

Ertesi sabah Atamer’in Yeri’nde kahvaltı vardı. Hâlâ biraz yorgunduk ama masaya oturduğumuzda gözler daha dikkatli, kulaklar daha açıktı.

Adanın kendine has bir sabah sessizliği olur ya, burada o sessizliği en çok zeytinyağında bekleyen kızarmış ekmek bozuyor. Ama bu defa o sessizliği bozan, bir diş hekiminin üzüm tutkusu oldu.

Belediye Meclis Üyesi Şahin Alabaşı, eliyle adanın yönünü gösterip “Burası Ada Karası’nın doğduğu yer” diyordu.

Yanında oturan, belediyenin kültür işlerinden sorumlu Duygu Üstün, not defteri yerine hafızayla çalışıyor gibiydi. Detayları geçiştirmiyor, her ayrıntıyı bir bağ gibi örüyordu.

Şehirle bağı kuran feribot

İDO Genel Müdürü Murat Orhan da kahvaltıydı. Adaya günde altı sefer düzenlediklerini söyledi. Belki de bu, sadece bir sefer sayısı değil; adaya olan inancın göstergesiydi.

Kurumsal İletişim Müdürü Sencan Taşçı’yla ayaküstü konuştuk. Buraya geliş sebeplerimizin ne kadar ortaklaştığını düşündüm.

Tabağın sadeliğiyle masadaki kelimeler birbirini tamamlıyordu.

Ada Karası sadece bir üzüm mü?

Çınaraltı’da Ada Karası Sohbetleri düzenlendi. Sade Gastronomi’nin yönticisi Ebru Koralı’nın moderatörlüğünde üreticiler ve uzmanlar konuştu.

Sözcükler netti ama ses tonlarında başka bir şey vardı. Levon Bağış, Alp Törüner, Gamze Sezer ve Ali İhsan Bortaçina sırayla konuşurken, ortaklaşan bir ifade vardı: Sürekliliğin önemi.

Konuşmalar Ada Karası üzerineydi; ama asıl dikkat çeken, anlatılanların yalnızca bir üzüm türüyle sınırlı kalmamasıydı. Herkes ürünü tarif ederken aslında onun etrafında oluşan tarihi, emeği ve kültürü de aktarıyordu.

Coğrafi işaretin, sadece bir üretim biçimi değil, korunması gereken bir ilişki biçimi olduğunu söylüyorlardı.

Aynı etkinlikte herkes aynı şeyi mi yaşar?

Akşam İskele Meydanı’nda Sardalya Şöleni’nde ızgaralar kuruldu, üzüm suyu ikram edildi.

Kapanıştı.

Dönüş saati yaklaşıyordu.

Kalabalık arasında yürürken, sabah bağda tanıştığımız Safiye Hanım yine oradaydı. Elinde tabak yoktu, sadece izliyordu. Belki doyum başka bir yerdeydi.

Dönerken, aklım yine o ilk soruya takıldı…

Sadece üzüm toplamaya gitmediğini sonradan fark eden o kadın kimdi?

Etkinlikte yüzlerce kişi vardı ama bu cümle yalnızca birine değil, belki hepimize aitti.

BENZER MAKALELER

SON MAKALELER

Loading...