Eski alışkanlıkların egemen olduğu bir sektörde, İsviçreli saat yöneticisi bu düzeni bozmak istemeyenleri rahatsız etmekten çekinmiyor. Daniel Bentley
SAATÇİLİK tarihe kök salmış, geleneklerle iç içe geçmiş bir sektör; Vacheron Constantin, Breguet ve Blancpain gibi markaların tümü de Amerikan Devrimi’nden önce var olan ama hâlâ zarif saatler üretmeye devam eden isimler. (Pazar lideri Rolex 115 yıllık geçmişiyle henüz bebek sayılır.)
Ancak bunlar arasında 192 yıldır bu işin içinde olmasına rağmen gözden kaçan bir isim var: H.Moser & Cie. İsviçreli saat üreticisi Heinrich Moser tarafından 1828 yılında Rusya, St. Petersburg’da kurulan H.Moser & Cie, Gustav Fabergé’nin de mücevherat tasarladığı Rus aristokrasisi için saat üretiyordu; hatta Vladimir Lenin bile bir Moser cep saatine sahipti. Ancak marka imparatorluğun çöküşüyle beraber söndü ve 20. yüzyılda zar zor ayakta kalabildi.
Moser 2012 yılında, saat sektöründeki geçmişi birkaç kuşak öncesine dayanan Meylan ailesi tarafından satın alındı. Ailenin büyüğü ve 21 yıl boyunca Audemars Piguet’nin CEO’su olan Georges-Henri Meylan, Moser’in işletmeciliğini o dönemde 35 yaşında olan oğlu Edouard Meylan’a teslim etti; aile büyüklerinin geleneksel işi, asıl mesleği mühendislik olan ve Wharton’dan MBA dereceli Edouard Meylan’ı cezbetmişti. Meylan ailesi zor durumda ama iyi bir potansiyele, yetenekli saat üreticilerinden oluşan bir ekibe ve muhteşem tarihe sahip bir işle karşı karşıya olduğunu anlamıştı; şimdi ise bu varlık geri ödemeye başladı.
Fortune, Edouard’la bağımsız bir saat markasının nasıl yönetilebileceğini, pazarda nasıl tutunacağını ve şirketin küresel pandemide nasıl yol aldığını konuştu.
Bugün var olan Moser kaç yaşında? 192 mi yoksa sekiz mi?
Her şey gibi burada da bir evrim söz konusu, değil mi? Bu marka, 15 yıllık quartz krizi haricinde (70’li ve 80’li yıllar), her zaman üretimde oldu. Kurucusu ve onu izleyen insanların felsefesi ve yaklaşımında her zaman bir devamlılık söz konusuydu. Bugün ürünlerimize baktığımda, geçmişle pek çok bağlantı görüyorum. Ancak tarihle sınırlı kaldığımızı da söyleyemeyiz. Geçmişten esinlenebilirsiniz ama geçmişe saplanıp kalmak yanlıştır.
Sizi markaya çeken nelerdi?
Moser’in beni özellikle cezbeden unsuru mühendisliğe olan yaklaşımıydı. İsviçre’deki en Alman marka olduğunu söyleyebiliriz. Ben Almanya’da mühendislik okudum, eşim Alman; Alman mühendislerin felsefesi ve Bauhaus gibi tasarımcılar beni her zaman cezbetmiştir. Benim selefim (eski Moser CEO’su) Jürgen Lange Doğu Almandı ve sanırım oradan çok şey kattı; ben de bu kattığı değerleri korumak istedim. Ayrıca perpetual takvim hareketimize de hayran oldum. Saat size zamanı ve tarihi gösterir; bundan dolayı da en pratik hareketlerden biriyle karşı karşıyayız. Füme renkli kadrana gelince, Moser bunları sınırlı sayıda üretiyordu; bunu görünce “Vay, ne kadar cool, kimse bunu yapmıyor” dedik. Şimdi ise herkes artık yapıyor sanırım!
Peki marka nerede hata yapmıştı?
Pek çok hata vardı. Bazıları kaliteyle ilgiliydi. Ancak asıl sorun verimlilikteydi. Bunlar gibi ürünler geliştirdiğinizde, salt mühendislik yaklaşımıyla hareket ediyorsanız, hayallerinizin saatini yaratırsınız; bu çok güzel bir şey ama aynı zamanda tehlikeli de çünkü üretim maliyetini ve kaça satabileceğinizi hesaplamıyorsunuz. Bundan dolayı bizler üretimde verimlilik için gerçekten çok çalıştık. Perpetual bir takvim oluşturma süresini 90 saatten -bu iki haftaya eşdeğer- 30 saate indirdik. Bu zaman ve yatırım gerektiren bir süreçti ama markanın para kaybeden bir unsur olmaktan çıkıp kârlılığa geçmesini sağladı.
İkinci olarak, markanın kimliğini masaya yatırdık. Saatlerin üretim maliyeti oldukça yüksek olsa da, görece ucuz fiyata satılıyordu ve insanlar şöyle diyordu: “Oh, Moser getirisi yüksek bir saat”. Bu yaklaşım benim için şoke ediciydi çünkü maddi değerin lüksle ilişkisi yoktur. Bunun tam tersidir. Ben markayla müşteriler arasında duygusal bir bağ kurmaya çalışıyorum. Biz bunu şeffaflık ve dürüstlükle ama aynı zamanda provokatif bir biçimde ve ister olumlu ister olumsuz bir fikre sahip olsun, kimsenin Moser’e ilgisiz kalmamasını sağlayarak yapmaya çalışıyoruz.
Provokatif olmaktan söz ederken, Moser bu son derece şık, klasik görünümlü saatleri üretiyor; ancak aynı zamanda bazı konsept tasarımlarınızla tartışmaları da fitillemiş oldunuz. Bu ürünler nasıl aynı markanın bir parçası oluyor?
Şöyle açıklayayım: Bir sanatçıya baktığınızda, bizler Fransızcada özel olarak tek bir resme bakamayacağınızı söyleriz; eserleri anlamanız için bütüne bakmanız gerekiyor. Ürünün kendisinden çok tüm konsept saatlerle olan ortak özellikleri asıl iletilmek istenen mesajı oluşturuyor. Bir fikrin, felsefenin ya da değerlerin simgesini korumaya çalışıyoruz. Örneğin, insanlar bize şunu soruyordu: “Akıllı saat üretecek misiniz? Akıllı saatler saat endüstrisini yok edecek mi?” Ve birden Swiss Alp saatini lanse ettik (Apple Watch’la ilginç bir benzerliği olduğunu da not edelim.) Son derece klasik, şık ama aynı zamanda modern bir saatti. Ve de soruları cevaplamış oldu.
En son ürettiğiniz Streamliner, Audemars Piguet Royal Oak’un başlattığı yaygın trende uygun, paslanmaz çelik spor bir saat. Halen oldukça kalabalık bir segmentte nasıl var olabiliyorsunuz?
Kendi kendime şöyle dedim: “Tamam, markamı nasıl büyütebilirim? Bu pastadan payımı istiyorum.” Bu fırsatçı bir söylem gibi gözükebilir ama tüm bu yeni markalar aynı şeyi gördüler ve aynı sonuca vardılar. Ancak eğer daha küçük bir markaysanız, ürününüzün daha büyük bir markanın yanına yerleşmesi ve aynı zamanda farklılaşması gerekiyor. Bizim yorumumuz olan Streamliner da, 45 yıldır yapılagelen bir şeyin kopyası olmak yerine farklı olan ve bu endüstriye bir şeyler katan son derece özel bir kasaya sahip. Zaten şimdiden büyük bir başarıya imza attı.
Pandemi nedeniyle İsviçre saat ihracatı 2020’nin ilk yarısında yüzde 35 oranında geriledi. Bu sizi nasıl etkiledi?
Sektörün veteranı Jean-Claude Biver’la yapılan bir söyleşiyi dinliyordum; kendisi şöyle diyordu: “Krizler bağımsızlar için fırsat yaratır.” Söyledikleri doğruydu. Dürüst olmak zorundayım, muhteşem bir yılımız oldu. Ocak ayında, sokağa çıkma kısıtlamalarının başlamasından hemen önce, Streamliner Chronograph’ı lanse ettik ve pazara çıkar çıkmaz da siparişler almaya başladık. MB&F saat markasıyla yaptığımız işbirliği çok dikkat çekti. İsviçre’de korona kısıtlamalarının başladığı iki hafta içinde online bir platform lanse ettik ve bu her ay, gelirimizin yüzde 20 ila 25’ini sağlıyor; doğrudan tüm dünyaya satıyoruz. Kısacası, bizimki gibi bir markaysanız, doğru ürünleriniz varsa ve gerektiği gibi harekete geçebiliyorsanız, son derece başarılı bir yıla imza atabilirsiniz.