Kârlılık düşüyor, şirketler zarar ediyor

0
49

Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Başkanı Ali Yücelen, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından kullanıma açılan “Girişimci Bilgi Sistemi” verilerini ilk kez kullanarak elde edilen verilerin analiz edildiğini ve ortaya çıkan sonucun piyasada yaşanan karlılık sorununu net bir şekilde gözler önüne serdiğini açıkladı. Türkiye’de ilk kez bu veriler kullanılarak gerçekleştirilen analizin önümüzdeki dönemlerde de sık sık tekrarlanarak geliştirileceğini belirten Yücelen; “TÜGİAD olarak şikayet eden bir yapımız yok; durumu saptıyoruz ve yapılması gereken bir şey varsa naçizane çözüme katkı sağlamak istiyoruz” dedi.

Türkiye ekonomisinin son dönemlerdeki en önemli sorununun karlılık olduğunun altını çizen Yücelen, pek çok işadamının ekonominin düzeleceği umuduyla zararına iş yaparak sermayeden yediğine dikkat çekerek ; “Bu sürdürülebilir bir durum değil. Biz kimse fahiş karlar etsin demiyoruz; ancak eğer insanlar işlerinden yeterince kar edemezlerse o zaman o dükkan, fabrika, işyeri kapanır. Günün sonunda acı faturayı hepimiz öderiz.” dedi.  Karlılığın düşük olmasını kan kaybına benzeten Yücelen, “Bir insan belirli bir noktaya kadar kan kaybetmeyi tolore edebilir; ancak ötesi kaçınılmazdır. Bu durumu görerek dikkat çekmek ve çözümüne katkı sağlamak istiyoruz” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
 
“Küresel kriz öncesinde işletmelerimizin ortalama karlılığı yüzde 4.2 seviyelerinde idi… Bugün bu oran yüzde 3.84… İnşaat sektörünün ise Türkiye ekonomisinde üretilen toplam kardan aldığı pay 2006 yılında yüzde 5.2 iken bugün bu oran yüzde 50 oranında artarak yüzde 7.5’e çıkmıştır. İnşaat sektörümüzü kutluyoruz; peki bu süre zarfında inşaat sektöründe üretilen evleri alan; işyerlerine yatırım yapan imalat sektörünün karlılığı ne olmuş diye baktığımızda 2006 yılında yüzde 39.3 pay alan imalat sektörünün bu süre zarfında yerinde saydığını ve yüzde 2.5 oranında bir atış sağlayarak yüzde 40.3’e ulaştığını görüyoruz. Bu tablo ister istemez imalat sektöründeki yatırımcılarımız için inşaat sektörünü daha cazip kılmaktadır.”
 
Her iki sektörün karşılaştırmasını yapan Yücelen, imalat sektörünün Türkiye’deki toplam net satıştan yüzde 27 pay alırken 2013 yılında bu oranın yüzde 24.8’e gerilediğini; inşaat sektörünün ise 2006 yılında yüzde 4.1 olan payının yüzde 30 civarında artarak yüzde 5.4’e yükseldiğinin altını çizdi. 
 
Sektörler arasındaki karlılık karşılaştırmasının reel sektöre darbe vurduğunu belirten Yücelen; ” Türkiye Ekonomisi içerisinde kapladığı alanı son 8 yılda yüzde 30 arttıran, Türkiye ekonomisinde yaratılan kardan aldığı payı yüzde 50 arttıran bir inşaat sektörüne karşılık, kar payını yalnızca yüzde 2.5 arttırabilen; ekonomideki büyüklüğünü ise bırakın arttırmayı azaltan bir imalat sektörü… İşte asıl sorun burada… ” diye analizi özetleyen Yücelen burada bir başka çarpıcı noktaya işaret ediyor; finansman…
 
Finansal kesimden gerçekleşen fon akışının, inşaat sektörüne nitelikli finansman sağladığını, bunun da finansman maliyetlerini aşağıya çekerek sektörün karlılığını desteklediğini belirten Yücelen sözlerine şöyle devam etti:
 
“Bu noktada sorulması gereken soru: İnşaat sektörü bu gelişmeyi hangi kaynaklar ile gerçekleştirdi? Farklı bir ifade ile finansal kesimden gerçekleşen fon akışından inşaatın aldığı pay ne yönde gelişti? 2006 yılında inşaat sektörünün Türkiye’deki ticari kredi toplamından aldığı pay yüzde 6 iken 2013 yılında bu oran yüzde 12’ye yükselmiştir. Başka herhangi bir sektörde bu büyüklükte bir artış söz konusu değildir. İmalat sanayinin 2006 yılında yüzde 36 olan ticari kredi toplamından aldığı pay 2013 yılında yüzde 30’a gerilemiştir. Bu veriler; inşaat sektörünün büyümesi ile birlikte finans kesiminden önemli miktarda fonu kendine çekmeyi başardığını söylemektedir. Bunun neticesinde de sektörün borçluluk oranı (yabancı kaynak/aktif büyüklüğü) diğer sektörler ile kıyaslandığında en yüksek seviyededir. 2013 yılı için inşaat sektörünün yabancı kaynak/aktif oranı yüzde 76’dır. İmalat sanayinde bu oran yüzde 62’dir.”
 
2014 yılında da Türk ekonomisinin büyümesinde inşaat sektörü ön plana çıkacağını belirten Yücelen, inşaat sektörünün toplam ekonomi içindeki büyüklüğünün görece düşük kalmasından dolayı tek başına büyümede etkili olamayacağını, ancak ekonomik hareketlilikte inşaatın önemli bir unsur olduğunu söyledi.
 
İmalat sanayinin 2013-2014 karşılaştırmasını yapan Yücelen, “Bu tablodan şu yorumu kolaylıkla yapabiliriz: Türkiye’de imalat 2. Çeyrekte frene bastı, durmadı ancak oldukça yavaşladı. Önemli bir trend yakalamıştı çeyrekler bazında (tablodan görülebilir), yüzde 1.8, yüzde 3.7, yüzde 4.6, yüzde 4.9, yüzde 5.3 ve bu çeyrekte rakam bir anda yüzde 2’ye düştü… Bir de inşaat büyümesine bakalım. İlk yarıda Türkiye’de, büyüme rakamını iki çeyrek boyunca istikrarlı bir şekilde sürdürebilen tek bileşen: İnşaat yatırımı. İkinci çeyrek büyüme rakamı yüzde 4.3 olarak gerçekleşti” diye konuştu.
 
İnşaat sektörünün Türkiye’deki ekonomik canlılığın sağlanması açısından önemli olduğunun altını çizen Yücelen, “Girişimci Bilgi Sistemi verilerinden türetilen sektörel girdi-çıktı matrisi üzerinden kısmi Leontief matrisi oluşturduk ve bu matris ile hangi sektörün ekonomide ne derece canlılık yarattığını test ettik. ” dedi ve analiz sonucunu açıkladı…
 
TÜGİAD analizinde, inşaat sektörünün cirosundaki birim artış ile elektrikli ev aletleri sektörünün cirosundaki aynı orandaki bir artış ekonomi üzerinde yarattığı hareketlilik sorgulandı. Teorik anlamda elektrikli ev aletleri sektörünün, stratejik açıdan ülke ekonomisi, ülkenin gelişmesinde daha önemli olduğu öngörülür.  Ancak analiz sonuçları bu anlamda farklı bir gerçeğe işaret ediyor. İnşaat ve elektrikli ev aletleri sektörlerinin her ikisinin de aynı oranda büyüdüğü öngörüldüğünde, ülke genelinde ekonomik canlanma, elektrikli ev aletleri imalatında 1 birim ise inşaat sektöründe 3 katı yani 3 birim olarak gerçekleşiyor.  Bunun anlamı şu: İnşaat sektörü kendisi ile bağlantılı çok sayıda sektörü hareketlendirirken elektrikli ev aletleri sektöründe bu gerçekleşmiyor.  Türkiye’de otomobil üretimini aynı oranda artırsanız dahi inşaat sektörünün yarattığı ekonomik canlılığı yakalayamıyorsunuz. (İnşaat yüzde 25 daha fazla canlılık yaratıyor). Bu sebepten dolayı siyasi irada inşaat üzerinden ekonomik canlılık yaratma gayreti içerisinde, bu açıdan değerlendirildiğinde sektörün “ekonomiye hareket kazandırma” noktasında önemli bir işlevi var. 
 
Yakın zamanda Sayın Ali Babacan’ın da inşaat sektörünün büyümeye bütün katkısına rağmen, üretmeden, sadece inşaatla büyüme ile ilgili kaygısını dile getirmesini çok olumlu karşılıyor ve reel sektörü önemseyen samimi bir uyarı olması nedeniyle kendisini kutluyoruz. Burada ifade etmek istediğimiz tek husus, inşaatla büyümenin sağlıksızlığı ve sürdürülebilir olmadığı değil. İmalatın karsızlığından dolayı kaynaklar ve özellikle finansman, imalattan inşaata doğru kayıyor. İnşaat, ürettiği kârdan dolayı, finansal hizmetler sektörü tarafından destekleniyor. Buradan da çıkarılacak sonuç, son dönemde müşahade ettiğimiz ticari krediler hacmindeki artışın maalesef imalat sektörüne gereği gibi yansımadığıdır.”
 
Arazi Rantı, fabrika yatırımlarını olumsuz etkiliyor…
Ali Yücelen yaptığı açıklamada inşaat sektöründeki gelişmenin bir diğer yansımasına dikkat çekerek, üretime dönük yatırım yapmak isteyen firmaların “arazi rantı” nedeni ile imalat yatırımı gerçekleştirecek uygun arazi bulamamaları ya da buldukları araziye yüksek bedel ödemek zorunda kaldıklarını belirtti. Ekonomi Bakanlığı tarafından her ay yayımlanan yatırım teşvik verilerinden bu durumu çok net görebildiğini belirten Yücelen gerçekleştirdikleri analizin sonuçlarını açıkladı:

Buna göre (aşağıdaki grafikten görüleceği üzere) yıllar bazında Türkiye’de imalat yapmak için yani fabrika kurmak için yatırımcının katlandığı toplam sabit yatırım maliyetleri içerisinde araziye ödenen bedel incelenmiştir. 2011 öncesinde binde birin altında olan bu oran geçtiğimiz üç senede binde üçün üstüne çıkmıştır. Bu durum, son yıllarda arazi rantı ile birlikte arazi fiyatlarındaki artışın, imalat yatırımı yapmayı daha pahalı hale getirdiğini çok net göstermektedir.

Analiz sonuçlarını değerlendiren Yücelen, “son üç yılda üretim yapmak isteyen bir yatırımcı fabrikasını kuracağı arsaya, 2010 öncesine göre 2-3 kat bir bedel ödemek zorunda kalmaktadır” dedi. Yücelen yaptığı açıklamada “aslında bu durum, bugüne kadar çokça dile getirilmeyen bir “negatif dışsallığı” bize sayısal olarak göstermektedir. Türkiye’de üretim mi yoksa inşaat mı dendiğinde yatırımcı inşaatı tercih etmekle kalmıyor, arazi rantı ile birlikte yükselen arazi fiyatları Türkiye’de fabrika kurulmasını çok daha pahalı hale getiriyor…” dedi.