İnsanlığın iyiliği için çifte sorumluluk

0
70

Vodafone Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Süel, şirketlerin ve bireylerin içinde bulundukları coğrafyanın sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek politikalar geliştirmesi gerekmesini çifte sorumluluk olarak adlandırıyor. Vakfın şimdiye kadarki başarısını sosyal sorumluluğu finansal geri dönüşten net çizgilerle ayırmasından kaynaklanıyor. Önümüzdeki dönemde gündemin gereklerini yerine getirmek içinse sosyal iş modelleri ve bireysel sorumluluk duygusuyla aksiyon almak isteyen insanların önüne bu isteklerini yönlendirebilecekleri kanalların konulması çok daha önemli hale geleceğe benziyor. Kodlama eğitimlerinde küçük yaşlardaki çocuklarla elde edilen sonuçlar, özellikle bunun devamı olarak kurumsal sosyal sorumluluk projelerine daha büyük kaynak ayrılmasını dayatıyor.
Bu dünyanın heyecan verici yanını ise, kodlama eğitimlerinde ortaya çıkan sonuçlar oluşturuyor. Çocukların algoritma oluşturmayı öğrenerek sonuç almada gerçekleştirdikleri yüksek performans ve buradaki başarının Vodafone Vakfı’nın kodlama eğitimlerinde vites yükselterek ölçek oluşturma cesaretini bulmasındaki model, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu zincir reaksiyonun iyi bir örneğini yaratmışa benziyor. Şimdi önümüzdeki soru, bu örnek üzerine yeni bir salgoritma inşa etmeyi başarıp başaramayacağımız.

Süel, “Vodafone deyince ilk akla gelen bizim tüketicilerimize verdiğimiz telekomünikasyon servisleri. Tabii ki bu bizim ana işlerimizden biri ama sosyal sorumluluk da şirket vizyonunun ana parçalarından biri. Şirketin ve içinde yer alan bireylerin bulunduğu coğrafyaya karşı sorumlulukları olarak tanımladığımız çifte sorumluluk, bizi sadece telekomünikasyon hizmetleri değil aynı zamanda ülkenin iyiliği için projeler geliştiren biri kurum haline getiriyor” şeklinde konuşuyor.

Süel’in kendisini en şanslı Vodafone çalışanlarından biri olarak hissetmesine neden olan Vodafone Vakfı Başkanlığı görevi, omuzlarına sosyal sorumluluk alanında doğruları yapma konusunda da ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Süel’in burada da şanslı olmasını sağlayan etken, Vodafone Grubu’nun ya da başka bir deyişle global Vodafone organizasyonunun deneyimi. Vodafone Grubu’nun 1980’li yıllarda İngiltere’de ortaya koyduğu “Müşterim olsun ya da olmasın burada bu ülkenin vatandaşlarının sosyal ihtiyaçlarına cevap veren projeler yapmak istiyorum. Bunu yaparken de bu işin sürdürülebilirliğini ve yönetişimini sağlama almak için bunu vakıflaşarak yani ayrı bir tüzel kişilik üzerinden, ayrı bağımsız bir mütevelli heyeti olan ayrı bir kişilik üzerinden yapmak istiyorum” şeklindeki vizyon Türkiye’de vakıf organizasyonunun da başarısında önemli rol oynamış.
Ortaya çıkan sonuçlara gelince Süel, “Vodafone Grubu seneler içinde Türkiye dahil olmak üzere uluslararası genişleme yatırımları sırasında ‘ben yatırım yaptığım ülkede herhangi bir yatırım geri dönüşü beklemeden vakıflaşmaya başlarım’ diyerek bu vizyonu yaygınlaştırıyor. Biz de Türkiye’de 2007 yılında yani Vodafone’un burada bulunduğu birinci yılda vakfımızı kurduk. Tabii ki takdir kamuoyunun ve insanların ama gözlemlerimize göre de güzel şeyler yaptığımızı görerek başımızı yastığa kendimize çok daha güvenerek koyabiliyoruz” diyor.
Şirketler için bile olsa Türkiye koşullarında uzun sayılabilecek 10 yıllık sürede gerçekleşen faaliyetlerin başarısı, bir algortima dahilinde hareket edilmesine ve uygun bakış açısı ve ölçüm kriterinin kurgulanmasında yatıyor. Algoritma Süel için çok önemli bir sözcük ve konsept. Kodlama eğitimlerini ele alırken bunu daha net görmek mümkün oluyor ancak bu aşamada da Süel, “Bakış açısı ve ölçüm kriteri olmadan başlanacak bir sosyal sorumluluk süreci sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla önce bakış açısını çok iyi oluşturmak; sonra da yaptığın işi belirli kantitatif ve kalitatif kriterlere göre ölçmek. Biz bunu oluşturmak için vakfın kuruluşunun ardından bir sene hiçbir şey yapmadık” diye anlatmaya başlıyor. Süel, “Ülkenin sosyal ihtiyaç haritasını; hangi bölgede kimin ne ihtiyacı olduğunu; kimlerin o güne kadar ne tür çalışmalar yaptığını; devletin sosyal sorumluluk ve sosyal politlkasının ne olduğunu; özel sektörle devletin ortak çalışabileceği ve devlete tamamlayıcı anlamda destek olabileceğimizi anlamak ve bunların fizibiletisini yapmak için bir yıl harcadık” şeklinde konuşuyor.

Hangi konuya odaklanılacağı ile ilgili bu konu, sosyal sorumluluk işinin yol haritasının en önemli adımlarından biri. İkinci konu ise, hangi iş ortağıyla çalışılacağı. Süel, iş ortağının şirketin sosyal sorumluluk alanına yönelik olarak sorumluluk ve heyecandan kapasite, tecrübe ve bakış açısına kadar birçok noktada ince eleyip sıkı dokumayı gerektiriyor. Bu iki ayak, başarılı bir sosyal sorumluluk projesinin ön koşullarını oluşturuyor.
Süel, “Sosyal sorumluluk projelerinde doğru temaya odaklanmak ve doğru kişi ile iş yapmak kilit önemde. Burada bazı kelimeleri çıkartıp başka kelimeler koyarsak bu aslında dünyada yaptığımız her şey için geçerli” diyor. Bu ön koşul sağlandıktan sonra başarı için ölçümleme çok büyük önem taşıyor. Sosyal etki ve performans analizlerinin tüm sosyal sorumluluk ve kurumsal sosyal sorumluluk projelerine uygulanması ile ölçülebilir bir büyüklük yaratmak gerekiyor. Süel, “Nasıl ki bir şirket başarı kriterlerini belirli performans ölçütlerine göre veriyor, sosyal sorumluluk projelerinde de kendi özelliğini dikkate alarak bu kriterlerin getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. O yüzden biz yaptığımız tüm sosyal sorumluluk çalışmalarında; öncesinde ve sonrasında ölçümler yapıyoruz. Öncesinde amaç bir fotoğrafı çekmek; biz nasıl bir dünya ile karşı karşıyayız. Sonrasında da biz bu dünyada ve hedeflediğimiz grupta, nasıl bir etki bırakıyoruzu analiz ederek işimizi doğru yapıp yapmadığımızı görüyoruz. Bu, yanlış yaptığımız konusunda bizi düzeltip ondan sonraki aşamalarda doğru adımlar atmamızı sağlıyor” şeklinde konuşuyor.

Bu sadece basit matematiksel bir ölçüm değil. Etki analizini yaparken farklı bir yöntem izlemeyi tercih ettiğini söyleyen Süel, “Aslında burada bence kilit kelimelere odaklanmak lazım. O kilit kelimelerden biri de ilham vermek. Bugün Tesla örneği, bu tür bir ilham veriyor. Açık konuşmak gerekirse, iki gün önce baktım bunu almaya kalksam binebilir miyim Türkiye’de diye. Neden: sürdürülebilirlik, yepyeni bir teknoloji olması ve geleneksel kalıpların dışına çıkması ile benim karakterimle uyuşuyordu. Ama bir yandan da ben bunun enerjisi biterse nerede şarj edeceğim; yolda kalırsa ne olur gibi şeyleri de düşünmüyor değilim. Ama bu ilhamı yaratmak çok önemli” diyor.

Bunun en iyi örneğinin çıktığı yer ise, kodlama eğitimleri. Süel, “Yedi yaşındaki bir çocuğu kodlama ile yani bizim dönemimizin tabiriyle bilgisayar programlama ile tanıştırıp onun yaptığı bir uygulamayı bizim kuşak gibi 20 küsur yaşına kadar beklemeden yaptığını görmek Tesla örneğinden farksız. Ben bu şekilde diğer yedi yaşındaki çocuklara, 14 yaşındaki çocuklara ve onların velilerine ilham veriyorsam, bir heyecan katıyorsam; ülkenin politika yapıcıların ‘ya doğru bir alan bu, ne kadar erken o kadar iyi’ dedirtebiliyorsam; biz tüketen değil, üreten toplum olmalıyız dedirtebiliyorsam; geleceğin toplumunu bugünden inşa etmeliyiz deyip bugünden adımları erkenden atmalıyız dedirtebiliyorsam; ilham verme görevini yerine getiriyorum demektir. O yüzden aslında benim sosyal sorumluluk projelerimin başlangıç temasında hep ‘ben bunu yaptıktan sonra ne hissettirmeliyim, nasıl bir enerji vermeliyim’ sorusu var” ifadesini kullanıyor.

Bunu zorlayan bir de denge var. Süel, kendi boyutlarındaki bir vakfın binlerce ya da 10 binlerce insana ulaşma gücünün olmasına karşın Türkiye gibi çok büyük bir ülke ölçeğinde bunun küçük kaldığına dikkat çekiyor. Bu nedenle de, bu heyecanı yaşatmak ve bu hissiyatı vermek çok önemli. Süel bu değerlendirmeleri, 10 yılda farklı projelerde 4 milyon insana dokunmuş ve toplam 29 milyon liralık bir sosyal sorumluluk yatırımı yapmış bir vakfın lideri olarak sarf ediyor. Bu, küçük çaplı olmayan bir vakıf profili.

Faaliyet alanı itibariyle bakıldığında ise, akıllı telefon devrimi ile telefonun, çekirdek görevi olan konuşmanın ve haberleşmenin dışına çıkmış olması, Süel’in önüne iyi bildiği ve hayatı dönüştürücü güce sahip bir diğer aracı koyuyor. Süel, “Bunu bireyler ve kurumlar verimliliklerini ve rekabetçiliklerini artırırken maliyetlerini azaltmak için kullanıyor. Bu araç ile sosyal fayda yaratmak için Vodafone Grubu ile birlikte bir vizyon geliştirdik. Başlardaki ismi Mobile for Good olan bu vizyonu, ‘Teknoloji Hayatın Hizmetinde’ şeklinde Türkçeleştirdik. Bu konu beni o kadar heyecanlandırıyor ki, bugün benim kapımı ‘Hasan teknoloji hayatın hizmetinde konusu ile ilgili kafamda bir proje var’ diye çalan biri 12-24 saat arasınde benim kapımdan girmiş, bana anlatmış olur” şeklinde konuşuyor.
Eğitime ve eğitimin erkene alınmasına verilen önemde akıllı telefonların gelişmesinin yarattığı yeni dinamiklerin rolü de büyük. Vodafone Vakfı, eğitimi erken yaşa çekmek için 2008-2009 döneminde okul öncesi eğitime sosyal yatırımlar yaparken Türkiye’nin sıçramak yapmak için duyduğu ihtiyaçların tespitinde pratik bir yaklaşım sergileyerek kadınları da işin içine katıyor. Aradan geçen sürede 20 ilde 20 bin kadının eğitimini gerçekleştiren Vodafone Vakfı, kadının güçlendirilmesi anlamında önemli mesafe kat ederken ekosistemini başarılı kılmak için algoritmasına önemli bir unsuru daha eklemiş oluyor. Buradaki algoritma sözcüğü, Süel’in hayatında taşıdığı önemin yanı sıra büyük heyecan duyduğu kodlama eğitimleri ile arasındaki köprüyü de oluşturuyor. Süel, “Algoritma, bilinirliği biraz az olan bir kelime. Algoritma en basit şekliyle, genellikle bir problemin çözümü ya da bir aksiyonun gerçekleşmesi gibi bir hedefe yönelik olarak bir kişinin aşması gereken adımları, yapması gereken işleri belirli bir düzende; belirli bir mantık sırasına ve belirli bir sebep sonuç ilişkisine göre bir yol haritası çizmektir. Bizim 30-40 yıl önceki Basic programı ile bugünkü kodlama programı arasında ruh anlamında aslında değişen bir şey yok” diyor ve önemli bir farkında altını çiziyor. Süel, “Biz bu algoritma mantığını ne zaman öğrendik; sen ve ben? Üniversitede. Ve bu algoritma mantığını bizler ya keşke bunu daha önce öğrenseydik diyoruz. Bunun erkene çekilmesinin aslında kafaların olumlu anlamda değişmesini sağlayacağı inancımızdan yola çıkarak bu projeyi başlattık. Projenin başlangıç ruhu buydu. Bir başka nokta, üreten mi tüketen mi olacağımız. Benim sekiz yaşında bir kızım var; zamanını oyunla geçiriyor. Genelde bunlara çok meraklılar. Biz şunu neden hayal etmiyoruz: çocuk oyunu yazsın” şeklinde konuşuyor.

Vodafone Vakfı’nın bakışının içine yerleşmiş olan bakış açısını Süel, “Biz bireylerin kendi çözümlerini bulmaları için algoritma mantığını erken almanın, edinmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Erken yaşta kodlama ile tanışma bunu sağlıyor. Biz eğitimlerimize başladığımızda olumlu anlamda o kadar şaşırdık ki… Dört saat içinde bir robota futbol maçı yaptırabilecek çocuklarla karşılaştık. Bu hem o çocuğun kendisine hem de velisine o eğitimin girişi ve çıkışı arasında bambaşka bir bakış açısı kazandırdı. Ben ne yapabilirim diye geldi; ben şunları yapacağım diye çıktı. Bu büyük bir heyecan…” sözleriyle anlatıyor.