İkisi de Bedava Ama Hangisi Ucuz?

By Fortune Türkiye

Rüzgâr geceleri de esiyor, güneş her gün doğuyor… Peki, bu kadar bol kaynağın olduğu bir dünyada asıl maliyet nerede saklı? TÜREK 2025’te TÜREB Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erden’den dinlediklerim bu sorunun cevabını bambaşka bir yerden verdi.

İzmir’in eylül güneşi otelin salon camlarına vuruyordu. Türkiye Rüzgar Enerjisi Kongresi’nin düzenlendiği otelin loş salonuna girerken elimdeki program kartına değil, tavandaki projektörlerin nerede durduğuna bakıyordum. Salonun içi serindi ama bu serinlik otelin değil, içeriye dolan klimanın tonuyla alakalıydı.

Benimse aklımda dönen tek bir cümle vardı: “Güneş gündüz doğar ama rüzgâr gece de eser.”

Son yıllarda enerji sohbetlerinde sıkça duyduğumuz bu laf, kulağa şiirsel gelse de çok teknik bir hesaplaşmanın kapısını aralıyor.

Rüzgâr mı daha ucuz, yoksa güneş mi daha verimli?

Bedava kaynaklara dayanan bu iki enerji türü arasında görünmez bir maliyet savaşı yaşanıyor.

Ve işin içine yatırım, depolama, izin süreci ve mevzuat girdiğinde, mesele sadece doğaya bakarak karar verilemeyecek kadar karmaşık hâle geliyor.

Türkiye Rüzgar Enerjisi Kongresi’nde TÜREB Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erden’in konuşması tam da bu sorunun göbeğine yerleşti.

Yüksek tavanlı salonda, mikrofonun başına geçtiğinde ilk cümlesi gayet netti:

“Dünya enerji sistemleri köklü bir dönüşümden geçiyor.”

Bu dönüşümün Türkiye cephesinde nasıl yaşandığını özetlemek için rakamlarla konuştu.

14 GW’a ulaşan rüzgâr kurulu gücümüzle Avrupa’da 6’ncı, dünyada ise 12’nci sıradayız. Ama asıl dikkat çekici olan, yalnızca bugünkü rakamlar değildi. 18,5 GW’lık depolamalı rüzgâr projesi başvurusu, 2 GW’ı geçen YEKA süreçleri ve 600 MW’lık lisanssız kapasiteyle birlikte çok daha büyük bir portföyün yolda olduğunu söylüyordu.

“Geçişi yaşıyoruz, hâlâ artçı şoklarıyla” dedi; ama bu cümlede bir uyarı da gizliydi.

Kaynağı değil, sistemi yöneten kazanıyor

Türkiye enerji üretiminde artık kömür-hidro-doğalgaz üçlüsünden çıkıp rüzgâr-güneş-depolama eksenine geçmiş durumda. Fakat bu geçiş, yalnızca yeni santral inşasıyla olmuyor.

İbrahim Erden’in vurguladığı gibi mesele, bu kaynakların “akıllı, maliyet etkin ve teknoloji odaklı” biçimde sisteme entegre edilmesi. Çünkü kaynak bedava olsa da, sistem pahalı.

Kurulu gücü artırmakla övünmenin bir sınırı var; asıl marifet bu gücü şebekeye zamanında, dengeli ve sürdürülebilir biçimde aktarabilmek.

İşte bu noktada güneşin düzenli ama kısa süreli katkısı ile rüzgârın dalgalı ama geceyi kapsayan yapısı arasındaki fark belirleyici oluyor.

Bu nedenle yatırımların yalnızca üretime değil, depolamaya ve bağlantı altyapısına yönelmesi şart.

Rüzgâr santrallerinin geceleri devrede kalabilmesi, arz-talep dengesinde güneşe göre avantaj yaratıyor. Fakat bu avantaj, yatırım süreçlerinin yavaşlığı nedeniyle çoğu zaman kayboluyor.

Erden’in dikkat çektiği “48-60 ayı bulan önlisans ve izin süreçleri”, sadece yatırımcıyı değil, ülkenin enerji güvenliğini de riske eder hâle gelmişti.

Yeni düzenlemeyle bu süre 24 ayın altına çekilebilecek. Sektör için bu, neredeyse zamanla yarışta yeni bir rekor anlamına geliyor.

Bürokratik güneş tutulması sona eriyor mu?

İbrahim Erden’in konuşmasında üzerinde en çok durduğu başlık “Süper İzin” düzenlemesiydi.

Yaklaşık 1,5 yıllık bir çalışmanın sonunda yasalaşan bu düzenleme, uzun zamandır sektörün en çok şikâyet ettiği noktaya temas ediyor: izin süreçlerindeki tıkanıklık.

Rüzgâr yatırımlarının doğası gereği; orman, tarım, kültür varlıkları, hava yolları gibi onlarca kurumdan onay alması gerekiyor. Bu da süreci hem zaman hem de maliyet açısından ağırlaştırıyor. Yeni sistemde tüm izinlerin tek bir merkezden, eş zamanlı ve daha hızlı ilerlemesi planlanıyor.

Erden’e göre bu reform, yalnızca yatırımcının değil, kamuoyunun da kazanımı.

Çünkü daha hızlı devreye alınan projeler, enerji arz güvenliğini artırıyor; daha fazla yenilenebilir kapasite, dışa bağımlılığı azaltıyor. Bu da Türkiye’nin hem cari açığına hem de iklim taahhütlerine doğrudan katkı sağlıyor.

Yani bir izin formu sadece bir imza değil, aynı zamanda bir dış ticaret ve çevre politikası aracı hâline geliyor.

Bu çerçevede bakıldığında, “Süper İzin” düzenlemesi teknik bir detay değil; kamu yönetiminin dönüşüm kapasitesine dair bir gösterge.

120 GW için hangi teknoloji, hangi fiyat?

Türkiye’nin 2035 yılına kadar 120 GW yenilenebilir enerji hedefine ulaşması için önünde ciddi bir yatırım programı var. Bu hedef yalnızca bir rakam değil; planlanan santraller, şebeke altyapısı, depolama sistemleri ve tüm bunların finansmanı anlamına geliyor.

Erden’in konuşmasında bu vizyonun altının, Bakanlık tarafından geçtiğimiz yıl açıklanan Ulusal Enerji Strateji Belgesi ile doldurulduğu vurgulandı. Yani, hedef var ama plan da hazır.

Ancak burada asıl mesele, bu planın uygulama kısmı. 120 GW hedefi için hangi oranda rüzgâr, hangi oranda güneş tercih edilecek? Depolama ne kadar sürede, ne maliyetle hayata geçecek? Ve belki de en önemlisi: hangisi daha ucuz olacak?

Burada fiyat sadece kWh başına üretim maliyeti değil; yatırım süresi, kapasite kullanım oranı, sistem entegrasyonu ve hatta sosyal kabul gibi onlarca faktörün toplamından oluşan bir denklem.

Yani “ikisi de bedava” olsa da, ucuz olanı hesaplamak bu kadar kolay değil.

Güneş gündüz güzel, rüzgâr gece faydalı

İzmir’den dönerken aklımda hâlâ aynı soru vardı: “Hangisi daha ucuz?”

Gün içinde üretimi zirveye çıkan güneş mi, yoksa daha düzensiz ama geceleri de çalışan rüzgâr mı?

Bu sorunun yanıtı artık teknik tablolarla değil, kamu politikasıyla veriliyor.

Çünkü enerji dönüşümünün merkezinde artık yalnızca teknoloji değil, regülasyon, finansman ve planlama var. Ve bu planlamada, sadece üretim değil, zamanlama da kritik.

Güneşin ucuzlayan panelleri ve rüzgârın artan kapasiteleri, enerji sistemine katkıda bulunurken aralarındaki rekabet de devam edecek.

Ama aslında kazanan ikisinden biri değil; kazanan, doğru zamanda doğru kaynağı devreye alabilen sistem olacak.

Belki de bu yüzden, TÜREB Başkanı “Sistemi yöneten, geleceği yönetir” diyor.

Enerji gibi görünse de konu hâlâ insanla ilgili. Planlayanla, bekleyenle, izni verenle.

Ve belki de artık “bedava” olanı değil, “zamanında” olanı seçeceğiz.

BENZER MAKALELER

SON MAKALELER

Loading...