Hastalıkları Yüz Tanıma İle Okuyor

    0
    85

    Türkiye’den Japonya’ya uzanan yolculuğunda bugün G20, Birleşmiş Milletler ve gizli istihbarat teşkilatları gibi önemli organizasyon ve kuruluşlarda kullanılan yüz tanıma teknolojisini geliştiren Ayonix CEO’su Sadi Vural, en son NIST’in (Amerika Teknoloji Standard Merkezi) gerçekleştirmiş olduğu NIST 2018 testlerinde dünyanın en hafif yüz tanıma motoru olarak birinci oldu. Kişilerin yüzleri üzerinden hastalık tanıma ve teşhis üstüne araştırma konuları ise Vural’ın geliştirdiği fikri farklı bir noktaya taşıyor.

    DÜNYANIN üçüncü büyük ekonomisi teknoloji devi Japonya ile Türkiye’yi biraraya getiren AOTS’nin düzenlediği ve Fortune Türkiye’nin de medya sponsoru olduğu 19 Kasım’daki “Türkiye- Japonya İnovasyon Zirvesi”ne katılan Doç. Dr. Sadi Vural, Zirve’nin en renkli ve ilginç isimlerinden biri olmuştu.

    Japonya’daki hayatı ve yaşadıkları, izleyenler için rehber niteliğinde bilgilerle doluydu. Vural, İstanbul Üniversitesi İngilizce Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun. Yüksek lisans eğitimini Kyoto-Japonya’da, doktora eğitimini ise Osaka Üniversitesi Arai Laboratuvarı’nda tamamladı. Burada dünyanın en ünlü robotistlerinden biri olan ve kendi robotunu yaparak tüm dünyaya ismini duyuran Prof. Hiroshi Ishiguro’nun öğrencisi oldu. Sony, Rohm, Fujitsu, Toshiba gibi firmalarda uzun süre çip, mikro işlemci ve cep telefonu için mikro işlemci geliştirme projelerinde çalıştı. 2007’de Ayonix Yüz Tanıma Teknolojileri şirketini kurdu. Osaka Üniversitesi’nde Ziyaretçi Doçent olarak da görev yapan Vural, halen kendi şirketi Ayonix bünyesinde yüz tanıma, yüzden hastalık tespiti ve akıllı kameralar konularında çalışmalarını sürdürüyor.

    Japonya’dan sorularımızı cevaplayan Vural, gündemdeki Koronovirüs için bir de not paylaşıyor ve maske dışında en büyük talebin tuvalet kağıdı ve kağıt havluya olduğunu söylüyor. Vural; “Virüs nedeniyle mağazalarda birçok ülkede müşteri başı bir adet, iki adet tuvalet kağıdı, kağıt peçete sınırlandırılmasına gidiliyor. Ancak aynı kişi günün farklı saatlerinde gelip, tekrar satın alıyor. Bunun tespiti için mağazalarda yüz tanıma sistemini kullanıyoruz” diyor.

    Kariyer süreciniz hakkında bilgi verir misiniz?

    Türkiye’deki tek çalışma deneyimim; üniversitenin üçüncü sınıfında part time olarak bir santral montaj firmasında aldığım bakım destek göreviydi. Monoton öğrencilik hayatından çıkıp, iş ortamında bulunmak, müşterilere servis, bakım destek ve eğitim vermek çok keyifliydi. Daha sonra yüksek lisans için geldiğim Japonya’da master sonrası iş hayatıma başladım. İlk önce Sony’de köpek robotlar için bir çip geliştirme grubunda görev aldım. Dar koltuklarda ve masalarda, asıl çalışmanın, toplantıların akşam sekizden sonra başladığı Sony’de ilk deneyimim çok ağrılı ve zorlu ama bir yandan da keyifli geçti. Sonrasında girdiğim Amerikan firması IKOS’un Japonya ofisinde saha mühendisi olarak görev aldım. California’da aldığım eğitimler sonrasında firmanın başka firmayla birleşmesi ve işten çıkarıldıktan sonra başladığım Toshiba ve ardından Fujitsu Mobile telefon geliştirme ekibinde oldukça zorlu geliştirme süreçlerinden geçtim, ciddi sorumluluklar üstlendim. Daha sonra kendi firmamı açıp, çalışmalarımı global pazarda devam etmek istedim. İlk kurduğum firmada 1,5 sene sonra ortağımın iş etiğine aykırı davranışlarıyla firmadaki haklarımı kaybettikten sonra 2007 yılında şu anki firmam, Ayonix’i kurdum. 2012 yılında Okan Üniversitesi dekanından aldığım teklif üstüne Türkiye’de çalışmalarımı devam ettirmek istedim ve ülkeye dönüş yaptım. Okan Üniversitesi’nde üç ay, ardından Yıldız Teknik Üniversitesi’nde beş ay yardımcı doçent olarak çalıştıktan sonra tekrar Japonya’ya döndüm. Şu an Osaka Üniversitesi’nde Doçent Dr. unvanı ile akademisyenliğe, Ayonix’te CEO, Avustralya’da kurulu Strong Room’da AI (Yapay Zeka) Direktörü ve aynı zamanda Ayonix Avustralya’da da kurucu başkan olarak iş faaliyetlerimi sürdürüyorum.

    Ayonnix ile odak noktanız nereler?

    Şu an kişilerin yüzleri üzerinden hastalık tanıma ve teşhis üstüne araştırmalarımı yaparken, aynı zamanda da iş dünyasında güvenlik ve pazarlama alanlarında faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Şirketin odak noktaları; güvenlik alanında devlet kurumları, havalimanları ve şehir güvenliği ile akıllı şehirlerin oluşturulması üzerine çalışmalar, perakende pazarında ise süpermarketler, Fintech (Banka), okul, hastane gibi insanların yoğunluklu kullandığı alanlarda yaş, cinsiyet, yüz ifadesi analizlerini yaparak giren çıkan kişilerin sayısı, oralarda kalış sürelerini ve çok özel müşterilerini tespit etmek gibi bilgileri içeren yazılımları üretiyoruz.

    Kullanımlara bir örnek olarak günümüzde koronavirüs’ten kaynaklanan toplumsal sorunları verebiliriz. Mesela maske üretiminde kullanılan malzemenin azalmasıyla birlikte onunla aynı maddeyi kullanan tuvalet kağıtları ve kağıt havlulara talebin arttığını biliyoruz. Mağazalar da birçok ülkede müşteri başı bir adet, iki adet gibi sınırlandırmalara gidiyorlar. Ama aynı kişi günün farklı saatlerinde gelip alabiliyor, bunun tespiti çok mümkün değil. Bunu önlemek için yüz tanıma sistemini sunuyoruz mağazalara. Bunun gibi sektörün zor durumda kaldığı çok daha fazla alan var ve bunlar da sadece yüz tanıma ile aşılabilecek konular.

    Orta ve uzun vadeli hedefleriniz nelerdir?

    Orta vade planımda Amerika pazarı var. Amerika’daki pazar ağırlığımızı büyütme ve daha yüksek satışlar yapmak hedefindeyiz.

    Üç sene içinde Amerika’da pazarın yüzde 5’ini, beş yıl içinde de yüzde 18’sine erişmeyi planlıyoruz. Bunun yanında UK, Japonya, Rusya, UAE, Avustralya ve Güney Amerika’da orta vadede satış yapmak istediğimiz ülkeler arasında. Uzun vadeli planda (7-10 sene) ise, IPO hedefimiz var. Firmanın Avustralya ayağını borsaya açıp, NewYork Nasdaq’da “listed company” olmak üzere planlamalar yapıyoruz. Bunun yanında da firmanın piyasa değerinin uzun vadede 20 milyar dolara çıkmasını bekliyoruz.

    Japonya size nasıl bir bakış açısı kazandırdı?

    İstanbul’da Elektronik Mühendisliği lisans eğitimime devam ederken yurtdışına karşı ilgim vardı. O zamanlar Barış Manço’nun Japonya hakkında yaptığı programlar oldukça ilgimi çekerdi ve üniversitenin üçüncü sınıfında yaz tatili döneminde gidip, görünce hayran oldum. Yüksek lisans ve doktora için en uygun ülke olduğunu düşündüm. Japonya’nın birçok avantajı var ama benim için en büyük avantajı araştırmalarımı sürdürebilmem için gereken her türlü desteği, imkânı, kaynakları sürekli sağlaması olmuştur. Bu imkanlar cihaz, yer, ortamın sağlanması gibi noktalar. Ayrıca çok huzurlu bir ülke. Kafanızı meşgul eden hiçbir şey olmuyor. Yapmak istediğinize odaklanabiliyorsunuz. Diğer bir avantajı ise, üniversiteler ile firmaların beraber iç içe çalışması. Firmalar sürekli geri dönüş yapar, üniversite çözüm üretir bu şekilde teknoloji gelişir. Ne için kullanılacağını bilmeden araştırma yapmıyorsunuz, bizzat görerek yapıyorsunuz ve bu da araştırma yaparken müthiş bir motivasyon veriyor. Dezavantajı ise Japon halkının antisosyal ve çok stresli olması. İkili ilişkiler de pek iyi değil ve kimsenin kendisine güveni yok. Bu tür davranışlar da çok konuşmayı seven ikili ilişki dostu olan Türkleri depresyona sokuyor. Tek dostunuz araştırmanız ve yayınlarınız oluyor. Kimse ile iletişime geçemiyorsunuz ve bu da zamanla asosyalliğe itiyor. Diğer bir dezavantajı ise şüphesiz dil. Japonca fonetik bir dil ve yazı karakterlerini öğrenip, dili kullanmak çok uzun yıllar alıyor. Tıp dahil dile ihtiyaç duyacağınız bir konuda araştırma yapıyorsanız o zaman Japonya çok uygun bir ülke değil.