​Brexit tamam. Sıradakiler kimler?

    0
    56

    İngiltere’de yapılan AB referandumunda birlikten çıkma taraftarlarının kazanması, kıta Avrupası’nda da özellikle mülteci kriziyle beraber hızla büyüyen AB karşıtı cephenin elini daha da güçlendireceği aşikâr. Fortune’da yer alan analiz haberde de, İngiltere referandumundan bağımsız olarak Avrupa kıtasında AB’ye yönelik kuşkuculuğun (euroskepticism) artık AB düşmanlığına dönüştüğüne dikkat çekiliyor. 
    İşte AB’ye yönelik öfkenin belli başlı nedenleri ve Avrupa için işaret ettikleri:

    1.    İTALYA
    İtalya’da öfke genel olarak euro’nun ülke ekonomisi üzerindeki etkisine yönelik. Euro bölgesinin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya’nın yüzde 130’un üzerindeki borç/GSYİH oranı ülkeyi hem batamayacak kadar büyük hem de kurtarılamayacak kadar büyük (too big-to-fail and too big-to-save) bir pozisyona sokmuş durumda. 
    Başbakan Matteo Renzi, ekonomik açıdan popülist bir hareket olan 5 Yıldız Hareketi’nin (M5S) euro’dan çıkılması için yaptığı baskılarla karşı karşıya. M5S taleplerine kulak asılmayacak bir oluşum değil. Nitekim M5S’in adayı Virginia Raggi oyların yüzde 67’sini alarak Roma’nın belediye başkanı seçildi; bir başka adayı da İtalya’nın endüstri merkezi olan Turin’in belediye başkanı oldu. Anketler bugün seçim yapılması halinde,  M5S’in birinci parti olacağını gösteriyor.

    2.    İSKANDİNAVYA
    Diğer AB üyesi ülkelerde, birlik karşıtlığı daha çok doğrudan göçmen kriziyle bağlantılı. Örneğin, İskandinavya… 10 milyondan daha az nüfusa sahip olan İsveç, kişi başına herhangi bir Avrupa ülkesinden çok daha fazla mülteci kabul etti. Zaten milliyetçi, göçmen karşıtı İsveç Demokrat Parti’nin ülke politikasında daha aktif bir rol oynamaya başlaması tesadüf değil.  Finlandiya’daki aşırı milliyetçi True Finn partisi ise geçen yılki seçimlerde oyların yüzde 20’sini almayı başardı.

    Danimarka’daki Halk Partisi de geçen yılki seçimlerde, sekiz yıla kıyasla yüzde 50’lik bir artış kaydetti. Daha da önemlisi, Liberallerle azınlık hükümeti kurarak göçmen karşıtı gündemini yürürlüğe koymayı başardı. 

    3.    DOĞU AVRUPA
    Gömenler Doğu Avrupa’daki AB karşıtı partilerin elini güçlendirdi.  Bazen partilerin ülkelerin siyasi gündemlerini değiştirmek için illa hükümette yer almaları gerekmiyor.  Nitekim Nigel Farage ve yeni kurulan İngiltere Bağımsızlık Partisi Başbakan David Cameron’u AB konusunda referanduma gitmeye zorladı.
    Macaristan’da hükümet olan sağcı Fidesz Partisi’nin başı Viktor Orban anti-Semist ve ırkçı Jobbik Partisi’nin tehdidiyle karşı karşıya. Jobbik 2006’da yüzde 2 olan oy oranını yüzde 21’e çıkarmayı başardı. Mülteci akınına karşı sınırda tel duvar örme fikrini hayata geçiren Orban hükümeti ise, bu duvar sayesinde ülkeye giren günlük mülteci sayısını 4000’den 100’ün altına düşürdü.

    4.    ALMANYA
    Macaristan tel duvar örerken,  Almanya Şansölyesi Angela Merkel mültecilere kapılarını açtı. Şimdiye kadar Almanya’ya bir milyonu aşkın mülteci geldi. Ancak Almanların yüzde 64’ü Merkel’in gelecek yıl seçimlere katılmaması gerektiğini düşünüyor. Halen güçlü bir alternatif olmadığından Merkel’in CDU koalisyonu gelecek yılki seçimlerin favorisi olsa da, son yıllarda aşırı sağcı, AB karşıtı Alternative für Deutschland (AfD) partisi özellikle İslam karşıtı retoriğiyle yükselişte. Parti 2013 yılı seçimlerinde parlamentoya girmesi için gereken yüzde 5’lik barajı geçemedi ama halihazırdaki anketler oy oranını yüzde 10 -12 arasında gösteriyor. Bu rakamlar gelecek yıl da geçerli olursa AfD İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Bundestag’da sandalye kazanan ilk aşırı sağcı parti olacak.

    5.    FRANSA
    Fransa’da risk daha yakın. 2011 yılında aşırı sağcı, AB karşıtı Ulusal Cephe’de koltuğu babasından devralan Marine Le Pen anti-semitist söylem ve diğer aşırı sağcı fikirlerden uzaklaşarak İslam, göçmen ve AB karşıtlığına dayanan daha mantıklı bir zemine oturmayı başardı. 

    Halihazırda anketler Marine Le Pen’e yüzde 20 civarında bir oy gösteriyor; gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yüzde 28’lik bir oy alabileceği hesaplanıyor. Fransa’nın, ana akım partilere öncelik tanıyan iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimleri göz önüne alındığında, analistler Marine Le Pen’in cumhurbaşkanı olabileceğine pek ihtimal vermiyorlar ancak şu bir gerçek ki, Fransız politikası üzerindeki etkisi gittikçe artıyor.

    Sonuç olarak AB karşıtı öfke ve referandum taleplerinde perde yeni açılıyor.