Ada Karası üzümü, balıkçılıkla iç içe bir turizmin simgesi mi olacak, yoksa yazlık kalabalığın arasında kaybolacak mı? – Zeynep Aktaş
Orta Çağ’da din adamlarının sürgün yeri olarak kullanılan Avşa’da, ilk üzümlerin bu sürgündeki papazlar tarafından yetiştirildiği ve zamanla şarap üretiminin geliştiği anlatılır. Buradan taşınan üzüm ve şarapların en yakın yerleşim olan Erdek’e ulaştırıldığı biliniyor. Evliya Çelebi, doğrudan Avşa’dan söz etmese de iki kez ziyaret ettiği Erdek’i anlatırken bağlarından ve dokuz çeşit şarabından bahseder. Gözlemleri yalnızca bir ürünü değil, bölgenin geçim kaynaklarını ve kültürel kimliğini de yansıtıyor. Bugün Avşa’da Ada Karası’nın coğrafi işaret kazanması, bu eski gözlemleri yeniden gündeme taşıyor. Soru ise şu: Bir ada, yüzyıllar öncesine uzanan hikâyesini bugün yeniden yazabilir mi?
Şimdi tablo yeniden değişiyor. Ada Karası üzümün coğrafi işaret alması, bağcılığın yalnızca tarımsal değil, kültürel bir kimlik olarak da görülmeye başladığını gösteriyor. Toskana’da şarabın, Santorini’de volkanik toprağın turizmin taşıyıcı unsuru olduğu düşünüldüğünde, Avşa da kendi sınavıyla karşı karşıya. Bu sınav, tarımla turizmi buluşturmak ve ada ekonomisinin geleceğini yeniden şekillendirmek ile alakalı.
Marmara Adalar Belediyesi’nin 6-7 Eylül tarihlerinde ikincisini düzenleyeceği ‘Bir Başkadır Avşa’ buluşması bu dönüşümün vitrini olacak. Programda bağ bozumu yürüyüşleri, sardalya şöleni, konserler ve atölyeler yer alıyor. Belediye Başkanı Aydın Dinçer’in ifadesiyle, ‘Ada Karası sadece bir üzüm değil, bir kimlik.’ Bu bakış, organizasyonu yalnızca kültürel bir etkinlik olmaktan çıkarıp ada ekonomisine doğrudan katkı sağlayacak bir buluşma haline getiriyor.
Şarabın tarih boyunca bir kimlik taşıyıcı olduğu bilinir. Bizans döneminde dini ritüellerin parçasıydı, Osmanlı’da ticaret ürünü oldu, Cumhuriyet’in erken yıllarında Tekel fabrikalarıyla modernleşmenin simgesine dönüştü. Bugün coğrafi işaretle yeniden gündeme gelmesi, Avşa’nın tarihsel döngüsünü tamamlar nitelikte. Üretimden uzaklaşıp turizme yaslanan ada, şimdi bu ikisini yeniden birleştirme arayışında.
Elbette mesele yalnızca şarap değil. Balıkçılık da Avşa’nın belleğinde güçlü bir yere sahip. Sardalya, hem mutfak kültürünün parçası hem de ekonomik yaşamın simgelerinden biri. Sardalya şöleninin gündeme gelmesi, ada turizminin yalnızca güneş ve denizle sınırlı kalmaması gerektiğini hatırlatıyor. Bu aynı zamanda kıyı turizminin tekdüzeliğini aşmak için yaratıcı bir hamle.
Bugün turizmin yönü tüm dünyada “deneyim” odaklı. Airbnb’nin gastronomi turları, Toskana’daki bağ rotaları, Bordeaux’daki şarap müzeleri bunun örnekleri. Türkiye’de Kapadokya’nın şarap rotaları, Gaziantep’in gastronomi turları öne çıkıyor. Avşa’nın çabası bu küresel eğilimin Marmara’daki karşılığı. Yani mesele yalnızca bir etkinlik değil; adanın kimliğini yeniden kurma denemesi.
Kuşkusuz bu dönüşüm kolay olmayacak. Ada Karası bağlarının canlanması yatırım, sabır ve pazarlama gerektiriyor. Sardalya gibi geleneksel ürünlerin etkinliklerle görünür kılınması yerel halkın yaşamına doğrudan katkı sağlayabilir. Ancak asıl soru şu: Bu girişimler geçici bir ilgi mi yaratacak, yoksa kalıcı bir ada hikâyesine mi dönüşecek?
Türkiye’nin turizm hikâyesi çoğu zaman Ege kıyılarındaki yazlık kasabalar üzerinden anlatılır. Oysa Avşa örneği başka bir şey söylüyor; turizm yalnızca tatil değil, aynı zamanda üretim ve kimlik meselesi. Ada Karası ve sardalya yeniden değer kazanırsa, ada sadece yaz tatilcilerinin uğrak noktası değil, yılın farklı zamanlarında da yaşanabilir bir yer haline gelebilir.
Belki de Avşa’nın geleceğini en iyi anlatan cümle şarap üreticilerinin dilinde gizlidir: “Üzüm kökünü toprakta, hikâyesini insanda bulur.” Ada Karası’nın kadehte bıraktığı tat, Avşa’nın turizmdeki yeni hikâyesine dönüşebilir. O zaman Evliya Çelebi’nin yüzyıllar önce bahsettiği şarap, yalnızca bir tarih anısı değil; bugünün ve yarının kültürel mirası olur.