İş Bankası’nın ana sponsorluğu, tenisi dar bir çevrenin sporu olmaktan çıkarma hedefi taşıyor. Yeni lig yapısı, malzeme desteği ve TND fonunun birleşimi, teniste fırsat eşitliği için güçlü bir zemin oluşturuyor. Peki bu bütünleşik model, Türkiye’den bir Wimbledon şampiyonu çıkma ihtimalini gerçeğe dönüştürebilir mi?
İstanbul’un finans merkezine yukarıdan bakan İş Kuleleri’nin 41. katındayım. Camların ardında gri bir gökyüzü var. İçerdeyse metalik sütunlardan yansıyan sıcak ışıklar salonu yumuşatıyor. Masalarda yöneticiler, spor dünyasından isimler, antrenörler, genç sporcular ve kameralarını doğrultmuş gazeteciler…
Burası genellikle astronomik kredilerin veya makroekonomik analizlerin konuşulduğu bir zirve noktası. Ancak bu kez gündem farklı. İçeride elit bir sporun halka indirilmesi planlanıyor.
Peki, bu yükseklikte atılan bir imza, Anadolu’nun en ücra okul bahçesindeki o beton zemini, bir Wimbledon rüyasına dönüştürebilir mi?
Bunu öğrenmem için Türkiye Tenis Federasyonu’nun ana sponsoru olan İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran’ı dinlemem gerekiyor.

Fırsat eşitliğine yapılan yatırım
Türkiye’de tenis, uzun yıllardır belirli bir gelir grubuna hapsolmuş, ekipman maliyetleri nedeniyle erişilmesi güç bir alan olarak görülüyor.
“Haydi Tenise’ projesiyle okullarımıza malzeme desteği veriyoruz” diyor, İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran.
Toplumdaki yaygın algıyı kırmanın yolunun malzemeye erişimden geçtiğinin farkında.
İş Bankası, Türkiye Tenis Federasyonu (TTF) ana sponsorluğu kapsamında, fiziksel bariyerleri kaldırmak için, özellikle desteğe en çok ihtiyaç duyan bölgelerde yoğunlaşan bir strateji izliyor.
“Çocuklarımıza ilköğretim sınıflarında tenis raketi, tenis topu, tenis oynayabileceği malzeme sağlıyoruz.“
Hakan Aran, sporun tabana yayılmasının temel şartının lojistik destek olduğunu belirtiyor. Gerçekleştirilen hamle, sporda fırsat eşitliğini sağlamaya yönelik bir sosyal sorumluluk projesi olduğu kadar, aynı zamanda ülkenin henüz keşfedilmemiş yetenek havuzuna yapılan bir yatırım niteliğinde.
Stratejinin merkezinde, özellikle deprem bölgesi gibi dezavantajlı alanlarda sporla iyileşme ve kalkınma yaratma hedefi var.
“2025 yılında depremden etkilenen 11 ilde başlattığımız pilot uygulamada binlerce çocuğumuzu tenisle tanıştırdık” diyor, TTF Başkanı Şafak Müderrisgil.
Aynı zamanda projenin sosyal etki boyutuna dikkat çekiyor.
Federasyon, 2026 yılında İş Bankası’nın gücünü arkasına alarak 11 ilde 1.100 yeni öğrenciye daha ulaşmayı ve sporun birleştirici gücünü kortlara yansıtmayı planlıyor.
“İş Bankası’nın katkısıyla daha fazla çocuğun tenisle kendi yolunu bulmasına imkân sağlayacağız.“
Şafak Müderrisgil’in ifadeleri hedefin sadece kort yapmak dolmadığına işaret ediyor.
Bu yaklaşım, tenisin hobi olduğu kadar gençler için bir kariyer yolu ve sosyal mobilite aracı olarak konumlandırıldığını da gösteriyor.

Kayıp halka tamamlanıyor
Spor ekonomisinin en büyük sorunu, yetenekli sporcuların profesyonelliğe geçiş evresinde sistemden kopması.
“Gelişim Ligi ile 12–14 yaş sporcularımızın erken yaşta takım rekabetine dahil olmasını sağlayacağız.“
Şafak Müderrisgil, Türk tenisinde 12-14 yaş aralığında ciddi bir rekabet boşluğu olduğunu söylüyor.
Yeni kurulacak bu ligle, altyapıdan gelen yeteneğin heba olması engellenecek. Aslında sektörel anlamda bir verimlilik reformu olarak da okumak mümkün.
Hakan Aran ise sistemin çıktısı olarak başarı hikayelerine odaklanıyor.
“Bir şampiyon çıkarsa, bu, kartopu etkisi yaratacak; başarı hikayeleri çoğalacak.“
Ekonomi literatüründeki çarpan etkisi gibi, teniste çıkacak tek bir küresel yıldızın, tüm endüstriyi büyüteceği ve sponsorluk gelirlerini artıracağı öngörüsünü dile getiriyor.
Cepten yemeyen sürdürülebilir finansman
İş birliğinin en dikkat çekici yanı, klasik logo karşılığı nakit temelli sponsorluk anlayışının ötesine geçen TTF Tenise Destek Değişken Fon (TND) modeli.
Tahvil ve mevduat gibi sabit getirili finansman araçlarına yatırım yapan fonun risk düzeyi düşük.
Spor sever yatırımcılar fona yatırım yaparak bir yandan düşük riskle gelir elde ederken diğer yandan tenise destek olabilme imkanı buluyor.
Hakan Aran, yapının mantığını tek cümleyle özetliyor:
“Fonun yönetim ücreti tenis federasyonuna aktarılıyor.”
Ve ilave ediyor:
“Bu modelde, fonu alanların hiçbir kaybı olmuyor.“
Yatırımcının cebinden ekstra para çıkmadan spora destek olunan rasyonel bir yapıdan bahsediyor.
,”2026 yılında reklam bütçesiyle konunun bilinirliğini artırarak fonu büyüteceğiz” diyor.
Toplantı dağılırken 41. katın geniş camlarından dışarıya bakıyorum. Hâlâ aynı gri manzarayı gösteriyor. Bu yükseklikten şehre bakarken, toplantıya gelirken ki o soru aklıma geliyor:
Anadolu’daki bir okul bahçesi gerçekten bir Wimbledon hayaline yaklaşabilir mi?
Belki hemen değil, ama bugün anlatılan model, o mesafeyi ilk kez görünür bir ihtimale dönüştürüyor…
