2009 yılında suistimal önleme, iç soruşturma, adli muhasebe ve uyum alanlarında uzmanlaşmak amacıyla kurulan Cerebra, birçok sektörden yerli ve yabancı şirketlere, etik kültürün yerleşmesi ve suistimal risklerinin yönetilmesi konusunda stratejik danışmanlık hizmetleri sunuyor. Artık global yatırımcıların bir şirkete sadece “kâr ediyor mu?” diye bakmadığını; “nasıl kâr ediyor?” sorusunu da sorduklarını söyleyen Cerebra Suistimal Önleme, İnceleme ve Uyum Yönetici Ortağı Fikret Sebilcioğlu, “Uluslararası fonlar, yatırım kararlarını verirken şirketin uyum süreçlerine, iç kontrol mekanizmalarına, yönetim şeffaflığına ve etik politikasına da bakıyor. Bu nedenle etik kültürü güçlü olan kurumlar, sadece itibar kazanmakla kalmıyor, aynı zamanda yatırım çekme kabiliyetlerini de artırıyorlar” diyor.
Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
1993–2009 yılları arasında PwC İstanbul ve Rotterdam ofislerinde bağımsız denetçi olarak görev yaptıktan sonra, 2009 yılında Cerebra’yı kurdum. O dönemden beri, ağırlıklı olarak iç soruşturmalar, suistimal incelemeleri, beyaz yaka suçları, adli muhasebe, kurumsal istihbarat, rüşvetle mücadele ve kara para aklamayı önleme alanlarında çalışıyorum. Yıllar içinde rüşvet, yolsuzluk, varlıkların kötüye kullanımı, zimmete para geçirme, tedarik zinciri suistimalleri ve kara para aklama konularını içeren çok sayıda büyük soruşturmayı yürüttüm. Etik İtibar Derneği (TEİD) ve Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olmanın yanında, farklı sivil toplum kuruluşları ve profesyonel platformlarda etik, uyum ve suistimal konularında yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyor ve kurumlarda farkındalık yaratacak projeleri hayata geçiriyorum.
Cerebra’nın faaliyetlerinden ve uzmanlık alanlarından bahseder misiniz?
Cerebra, 2009 yılında suistimal önleme, iç soruşturma, adli muhasebe ve uyum alanlarında uzmanlaşmak amacıyla kuruldu. Bizim işimiz, bir kurumun görünmeyen risklerini görünür hale getirmek. Bu, yalnızca bir soruşturma faaliyeti değil; aynı zamanda bir güven inşası süreci. Bu vizyondan hareketle, suistimal önleme ve iç kontrol sistemlerinin güçlendirilmesi kapsamında, kurumların risk analizlerini yapıyor, mevcut süreçlerini inceliyor ve caydırıcı kontroller tasarlıyoruz. Bir kurumda usulsüzlük veya etik dışı bir davranış iddiası ortaya çıktığında, adli muhasebe teknikleri, veri analitiği, açık kaynak araştırmaları ve mülakatlar yoluyla olayın gerçeğini ortaya çıkarıyoruz. Kurumsal istihbarat konusunda ise odak noktamız, karar anında sürprizleri azaltmak. Yani işe alınacak bir yönetici, ortak olunacak bir şirket ya da seçilecek bir tedarikçi hakkında derinlemesine geçmiş araştırmaları yaparak kurumların doğru karar vermesini sağlıyoruz. Birçok sektörden yerli ve yabancı şirketlere, etik kültürün yerleşmesi ve suistimal risklerinin yönetilmesi konusunda stratejik danışmanlık hizmetleri sunuyoruz.
Şirket içi suistimallerin ekonomik etkisi hakkında neler söylersiniz? Bu sadece kurumları mı etkiliyor, yoksa topluma da yansıyan bir tarafı var mı?
Bu konunun çoğu zaman fark edilmeyen bir boyutu var: Her suistimalin maliyetini eninde sonunda toplum ödüyor. Bir şirket içinde meydana gelen suistimal, örneğin bir yolsuzluk, zimmet ya da varlıkların usulsüz kullanımı, yalnızca etik bir ihlal değil, çoğu zaman doğrudan maliyetleri arttıran bir unsurudur. Bu maliyet daha sonra ürün fiyatlarına yansır. Basit bir örnekle anlatayım: Eğer bir projede tedarik zinciri aşamasında bir yolsuzluk yaşanmışsa, maliyetteki bu fark ürünün satış fiyatına er yada geç dahil olur. Aynı şey üretici firmalar için de geçerli; üretim veya tedarik sürecindeki suistimalin faturası, son tüketiciye yansır. Bu yüzden biz Cerebra’da yaptığımız işi sadece “kurumsal risk yönetimi” olarak görmüyoruz. Bu, aynı zamanda bir toplumsal refah projesi. Çünkü suistimallerin azalması, güven ortamının artması, ülkenin ekonomik istikrarına doğrudan bir katkı sağlıyor.
Türkiye’de en sık karşılaştığınız suistimal türleri neler?
Türkiye’deki vakalar, ağırlıklı olarak tedarik zinciri, finans & muhasebe ve insan kaynakları alanında toplanıyor. Tedarik zincirinde en çok karşımıza çıkan konular, tedarikçilerle çıkar çatışmaları, fatura şişirmeleri, hayali faturalar, ihaleye fesat karıştırma, lojistik ve nakliye suistimalleri ve varlıkların çalınması oluyor. Finans & muhasebe tarafında ise nakit hırsızlıkları, harcama suistimalleri, çek suistimalleri ve paravan şirketler aracılığıyla varlıkların çalınması gibi vakalar görüyoruz. İK süreçlerinde de ağırlıklı olarak ücret, ikramiye ve mesailer üzerinde yapılan suistimaller ile hayali çalışan vakalarını sıklıkla görüyoruz. Bahsettiğim bu suistimallerin çoğu da sahte fiziksel veya dijital doküman yaratılması ile veya orijinal belgeler üzerinde yapılan tahrifatlarla gizleniyor.
Bir şirket içi suistimal olmasa da, işe alım süreçlerinde sıkça karşılaştığımız başka bir tablo daha var: adayın geçmiş iş deneyimlerini olduğundan farklı göstermesi, referanslarını kurgulaması ya da diploma ve sertifika gibi belgelerde gerçeğe aykırı beyanlarda bulunması.
Bu nedenle bir kurumda belgeyi değil, belgenin dayandığı olayın doğruluğunu test etmek çok önemli. Cerebra olarak yürüttüğümüz soruşturmalarda daima olay örgüsünü, ilişkili tarafları ve potansiyel çıkar çatışmalarını bütünsel bir çerçevede inceliyoruz. Çünkü sahte bir belgenin arkasından genellikle kurgulanmış bir hikâye çıkıyor.
Tedarik zinciri suistimallerinin önlenmesinin kurumlara finansal kayıplar dışında ne gibi katkıları olur?
Tedarik zinciri suistimallerinin önlenmesi, şirketlerin sadece finansal kayıplarını azaltmakla kalmaz, kurumun sürdürülebilirliğini ve itibarı da korunmuş olur. Bu doğrultuda alınacak önlemler sayesinde; risklerin proaktif olarak yönetilmesini, süreçlerin şeffaf ve izlenebilir hale getirilmesini ve tüm paydaşların etik ilkelere uygun davranmasını sağlamak hedeflenir.
Şirketler için etik kültürün ve şeffaflığın stratejik değeri sizce nedir?
Artık global yatırımcılar bir şirkete sadece “kâr ediyor mu?” diye bakmıyor; “nasıl kâr ediyor?” sorusunu soruyor. Uluslararası fonlar, yatırım kararlarını verirken şirketin uyum süreçlerine, iç kontrol mekanizmalarına, yönetim şeffaflığına ve etik politikasına da bakıyor.
Bu nedenle etik kültürü güçlü olan kurumlar, sadece itibar kazanmakla kalmıyor, aynı zamanda yatırım çekme kabiliyetlerini de artırıyorlar. Biz Cerebra olarak pek çok yerli şirketin, güçlü iç kontrol mekanizmaları kurarak yabancı yatırımcı nezdinde ciddi bir güven kazandığını gözlemledik. Dolayısıyla etik ve şeffaflığın, rekabet gücüyle doğrudan ilişkili stratejik varlıklar olduğunu söyleyebilirim.
Şirket içi yolsuzlukları tespit etmek neden zor?
Yolsuzlukta üçüncü taraflarla çıkar birliği ve usulsüzlüğün meşru ticari faaliyetlerin içine gizlenmesi söz konusudur. Bu da tespiti zorlaştırır. Etkisi ise çok daha yıkıcı olabilir çünkü kurumsal kültürü bozar, çalışanlar arasında adalet duygusunu zedeler, güven ortamını yok eder. O yüzden yolsuzlukla mücadelede sadece finansal kontroller yetmez; etik iklimin güçlendirilmesi ve çalışan farkındalığının artırılması gerekir.
Teknolojinin bu süreçlerdeki rolü nedir? Yapay zekâ, veri analitiği gibi araçlar işin neresinde?
Teknoloji bugün bizim işimizin merkezinde. Yapay zekâ algoritmaları, belgelerdeki anormallikleri tespit ediyor, farklı kaynaklardan gelen veriler arasında tutarsızlık olup olmadığını analiz ediyor. Açık kaynak istihbaratı ve veri analitiği sayesinde, kişi veya kurumlar arasındaki görünmeyen bağları ortaya çıkarabiliyoruz. Ancak teknolojinin tek başına yeterli . olmadığını da vurgulamak isterim. Bizim alanımızda sonuçları anlamlandıran, bağlamı okuyan insan uzmanlığı çok önemli. Doğru sistem, doğru süreç ve doğru insan birleştiğinde, suistimal riskini en aza indirmek mümkün oluyor.
Şirketler bu riskleri azaltmak için ne yapmalı? Sizin yöneticilere tavsiyeniz ne olur?
Kurumlar genellikle bize bir sorun yaşandıktan sonra geliyor, yani yangın çıktıktan sonra. Oysa en etkili strateji, o yangını hiç çıkarmamak. Bunun yolu da güçlü bir iç kontrol sisteminden, doğru tasarlanmış süreçlerden ve şeffaflık kültüründen geçiyor. Bir kurumun risk yönetimi yaklaşımı proaktif olmalıdır. Eğer çalışanlarınız suistimalin gizlenemeyeceğini, adil bir denetim sisteminin işlediğini bilirlerse, bu başlı başına bir caydırıcılıktır. Bizim işimiz sadece suistimali tespit etmek değil; kurumların sürdürülebilir bir güven iklimi içinde faaliyet göstermesini sağlamak. Çünkü güven, bir kurumun en değerli ve en kırılgan varlığıdır.

