Ayakkabı yan sanayi, ayakkabı ana sektörünün en önemli unsuru olmasına rağmen, zaman zaman göz ardı ediliyor. AYSAD Yönetim Kurulu Başkanı Sait Salıcı ile sektöre yönelik değişimi, zorlukları ve fırsatları konuştuk. – Zeynep Aktaş
Ayakkabı sektörünün sürdürülebilir büyümesinde yan sanayinin rolü, oldukça önemli. AYSAD (Ayakkabı Yan Sanayicileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Sait Salıcı, derneğinin 36 yıllık geçmişinden ve sektördeki önemli gelişmelerden bahsederken, yan sanayinin sektörü besleyen temel güç olduğunu vurguluyor. Deri ayakkabıların yerini spor ayakkabılarının alması, üretim yöntemlerinin değişmesi ve markalaşmanın önemi gibi güncel gelişmeleri tartışan Salıcı, sektördeki rekabeti ve Türkiye’nin uluslararası pazarlarda henüz hak ettiği yerini bulamamasını da dile getiriyor. Salıcı’nın sektörün geleceği hakkındaki öngörüleri ve yaşanan zorluklar, sektör profesyonelleri için yol gösterici bir rehber niteliği taşıyor.
Sait Bey, sektörle ilgili sohbete geçmeden önce derneğiniz hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz?
Derneğimizin 36 yıllık bir geçmişi var. Ben de ikinci dönem başkanlık görevini yürütüyorum. Yönetim kurulunda toplamda dokuz kişiyiz, hepsi de sanayici arkadaşlarımız. Yani bu işin içinde yıllarını vermiş, hala çalışan, işin cefasını birlikte çeken kişileriz.
Ayakkabı yan sanayi dendiğinde, tam olarak neyi anlamamız gerekiyor?
Ayakkabı üretimi, çok kapsamlı bir süreç ve yan sanayi bu sürecin her aşamasında yer alıyor. Ayakkabı, en az 39 farklı parçadan oluşuyor. Bunlar arasında iğne, iplik, yapıştırıcı, deri, taban ve içindeki tekstil kumaşları gibi birçok malzeme yer alıyor. Özetle, yan sanayi, bu 39 sektörü kapsıyor. Örneğin, cırtçı bir sektörde çalışırken, yüzde 30’unu ayakkabıya, yüzde 30’unu tekstile, kalanını ise başka bir sektöre veriyor. Bu, tüm yan sanayinin aslında birbirine bağlı ve hayati bir rol üstlendiği anlamına geliyor.
Yani yan sanayi ile ana sanayi ilişkisi oldukça önemli diyorsunuz…
Kesinlikle, yan sanayi olmadan ana sanayi ayakta duramaz. Biz, ayakkabı üreticilerine sürekli olarak yeni ürünler, kreasyonlar ve teknolojiler sunmak zorundayız. Yüksek teknolojiye sahip ayakkabılar üretmek, sektörü ilerletmek ve yenilikçi kalmak için yan sanayinin güçlü olması şart. Bu güç, ana sanayinin de gelişmesine katkı sağlıyor.

Bu durumda Ayakkabı Yan Sanayicileri Derneği ile Ayakkabı Sanayicileri Derneği arasında hitap ettiği alanlarda belirgin bir fark var?
Evet, her iki dernek de çok kıymetli. Ancak ayakkabı yan sanayi daha az görünür ve bazen yeterince tanınmıyor.
Derneğinizin kaç üyesi bulunuyor?
Derneğimizin yaklaşık 800 üyesi var. Toplamda ayakkabı sektörü ve yan sanayi birlikte yaklaşık 1 milyon kişiye iş sağlıyor. Bu da ciddi bir rakam. Tekstilden sonra emek yoğun sektörler arasında ikinci sırada yer alıyor. Ancak, biraz yalnız kalmış bir sektör diyebiliriz.
Sektörün ihracat büyüklüğü hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ana sektör olarak ayakkabı sektörü aslında 1,5 milyar dolarlık ihracat yapabilen bir kapasiteye sahip. Özellikle yan sanayi ile birlikte istihdam yaratma açısından hayli değerli bir sektör.
Sait Bey biraz da sektördeki üretimle ilgili konuşmak istiyorum. Tüm sektörlerde olduğu gibi sizin alanda da dönüşüm var mı?
Değişim kaçınılmaz, Aslında bu değişime ayak uydurmak, üretim yöntemini değiştirmek sektörü daha verimli hale getirmekte.
Üretim çeşitlendirmesinde hangi tarzlar öne çıkmakta?
Bir yandan ölçeklendirme yaparak daha büyük üretim tesislerinin kurulması mümkün. Diğer taraftan, büyük fabrikalar yerine daha butik üretim yaparak, İtalya’daki gibi el işçiliğine dayalı katma değerli ürünler üretmek de bir seçenek.
Peki bu saydıklarınızı hayata geçirmek zor mu?
Bu tür değişimlerde markalaşma çok önemli. Bir yere toplamak, kümelenmek gerekiyor. Bu da başka bir büyük sorun. Bu noktada gerçekten de sektörde büyük zorluklarla karşılaşıyoruz.
Neden kümeleşme gerçekleşemiyor?
Kümeleşme gerçekten bir sorun. Özellikle küçük üreticilerin bir araya gelip daha büyük bir güç oluşturması oldukça zor. Ancak sektör bunun öneminin farkında. Kümeleşme, hem üretim hem de pazarlama anlamında büyük avantajlar sağlayabilir. Ancak büyük tesislerin kapanmasının ya da küçülmesinin yaşandığı bir süreçte küçük üreticilerin kümeleşmesi de zorlaşıyor.
Bu durumda ne öneriyorsunuz?
Daha kaliteli ve katma değerli üretim yapabilen bir sistemin kurulması gerekiyor. Bu noktada markalaşma ve tasarım ofislerinin devreye girmesi şart. Yani, sadece üretim değil, aynı zamanda tasarım ve marka oluşturma süreçlerine de odaklanmalıyız. Coğrafi avantajımızla, yüksek kapasiteyle bu dönüşümü gerçekleştirebilir. Ancak, bunu yaparken stratejik bir planlama ve uzun vadeli bir yaklaşım gerekiyor.
Söyleminizden sektörde sanki bir durgunluk olduğu sonucuna varıyorum.
Durgunluk aslında çok belirgin. İki yıl öncesine kadar satılan miktarlar, bugün oldukça düşük seviyelerde. Ekonomik sıkıntılar, işçilik maliyetleri ve diğer genel giderler gerçekten işin içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Öyleyse sektörde kayıplar gündeme gelebilir mi?
Evet, aslında bu süreç başka sektörlerde de gözlendi. Ayakkabıcılık sektörü için de benzer bir durum söz konusu. Fakat Türkiye’nin kapasitesi hala çok büyük. Ayakkabı üretim kapasitemiz 2022’te 500 milyon çift civarındaydı. Bu kapasitenin 380 milyon çiftinin ihracatını gerçekleştirdik. Geri kalan kısmı iç piyasada değerlendiriliyor. Bu kapasiteyi korumak için bazı firmalar yurt dışı üretimi devreye soksa da, buradaki üretim gücümüz hala önemli.
Sonucunda üretim kapasitesi düşer mi?
Kapasite konusunda aslında biraz azalma oldu. Bununla birlikte Türkiye’nin ayakkabı üretim kapasitesi hala yüksek.
Türkiye’nin coğrafi konumu sektör için avantaj dediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Evet, Türkiye’nin coğrafi konumu gerçekten çok büyük bir avantaj. Uçakla 3-4 saatlik mesafede, ayakkabı sektörünün ticaret hacmi 60 milyar dolar olan ülkelere ulaşabiliyoruz. Ancak 1,5 milyar dolarlık ihracat rekorumuz bu hacmin yüzde 10’unu bile bulmuyor. Yani, potansiyelimizin çok gerisindeyiz.
Coğrafi avantaja rağmen neden potansiyel değerlendirilemiyor?
Üretim açısından ciddi zorluklar yaşanıyor. İş gücü maliyetleri, genel giderler ve sektördeki ekonomik dalgalanmalar üreticileri zor durumda bırakıyor. Eskiden bölgeler arasındaki maliyet farkları daha avantajlıydı. Ancak şimdi İstanbul da, Diyarbakır da benzer zorluklarla karşılaşıyor. Bu durum, özellikle küçük üreticiler için büyük bir engel oluşturuyor.
Markalaşamamak da sorunun bir devamı mı?
Markalaşmak, gerçekten çok zorlu bir süreç. Eğer kendi markanı yaratamıyorsan, fason üretim yapmak zorunda kalıyorsun. Ancak, fason üretim yaparken bile kendi markanı yaratman gerekiyor. Bu süreçte devlet desteklerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bireysel çabalarla büyük hedeflere ulaşmak oldukça zor. Ticari hayatı kolaylaştıracak adımlar atıldı, ancak hala üreticiler mağazalarda kendi markalarını çıkarmakta zorlanıyor.
Kurumsallaşamama da meselenin bir parçası mı?
Burada en büyük sorun, zihniyet devrimi yapmamız gerektiği. Eskiden sanayiciler her şeyin başında olmak istiyordu; üretimden, satışa kadar her aşamada yer almak. Ancak bu, artık sürdürülebilir bir yaklaşım değil. İnsanların bu süreçleri tek başlarına yönetmesi zor. Kurumsallaşma korkusu da burada devreye giriyor.
Kurumsallaşma korkusu derken neyi kast ediyorsunuz?
İnsanlar, kurumsallaşmakla birlikte patronluklarının elden gideceğinden korkuyor. Oysa kurumsallaşmak, işlerin daha verimli yürümesini sağlar. Üretim konusunda kabiliyetli olan bir kişinin, satış ve yönetimle uğraşmaması gerekiyor. Çünkü üretim ve perakende satış arasında büyük farklar var. Kurumsallaşma, sektördeki verimliliği artırır ve iş süreçlerini daha profesyonel hale getirir.
Satış ve üretim arasında farka işaret ediyorsunuz. Buradan neye varıyorsunuz?
Evet, satış ve üretim çok farklı alanlar. Öncelikle, bir markayı yaratmak, sadece üretim yapmakla olmayabilir. Tasarım ofisi kurabilir, üretimi dışarıda yaptırabilirsiniz. Yani, üretim yapmadan da markalaşabilirsiniz.
Bunun örneği var mı?
Tabi ki, dünya çapında büyük markalar var. Adidas ve Nike, kendi üretimlerini yapmıyor. Tasarımlarını yapıyor, üretimi ise başka yerlerde yaptırıyorlar. Bu, markalaşmanın bir yoludur. Üretim ve markalaşma birbirinden bağımsız iki süreç, ancak doğru yönetildiğinde birbirini tamamlayabilir.
Peki Türkiye’de neden yurt dışına açılabilmiş bir marka yok?
Bu aslında çok düşündürücü bir durum. Türkiye gibi büyük bir pazar içinde, ayakkabı alanında dünyaya açılan bir milli markamız yok. Bunu biraz da kurumsallaşma eksikliğine bağlıyorum. Bu zihniyetle de sektör gelişmekte zorlanıyor.
İhracat performansınızı nasıl buluyorsunuz?
Türkiye, deri ve ayakkabı sektöründe ihracat açısından önemli bir konumda. Kilo başına 10-11 dolar ihracat geliri ile dünya sıralamasında dördüncüyüz. Bu, oldukça yüksek bir rakam. Özellikle, ihracat hacmini artıracak stratejiler ile bu rakamları daha da yukarı taşıyabiliriz.
Biraz da tüketici tercihlerinden konuşmak istiyorum. Ayakkabıda yönelim nereye doğru gidiyor?
Dünyada deri ayakkabılara olan ilgi azaldı, özellikle spor ayakkabılarının hakimiyeti arttı. Şu anda insanlar daha rahat ve konforlu ayakkabıları tercih ediyorlar.
Bir oran verebiliyor musunuz?
İstatistiklere göre, dünyada yüzde 70 oranında spor ayakkabı giyiliyor. Rahat kullanım sunan ayakkabılar öne çıkıyor. Artık neredeyse takım elbisenin altına bile spor ayakkabıları giyiliyor. Bu da deri üretimini etkiliyor.
Sektördeki zorluklara ve değişen tüketici tercihlerine rağmen, Sait Vakkas Salıcı’nın ayakkabı yan sanayine dair öngörüleri, geleceğe dair umut verici bir yol haritası sunuyor. Hem yerel hem de uluslararası alanda büyüme potansiyeline sahip olan sektör, doğru stratejilerle daha güçlü bir konuma gelebilir. Salıcı, markalaşma ve inovasyonun önemine dikkat çekerken, Türkiye’nin coğrafi avantajlarını kullanarak sektördeki kapasitenin artırılmasının gerektiğini belirtiyor. Kümeleşme ve iş birlikleri ile ayakkabı yan sanayisinin daha verimli hale getirilebileceğini vurgulayan Salıcı, sektörü bir arada hareket etmeye davet ediyor.