Kredi Garanti Fonu can suyu mu?

0
53

KGF Kredileri” sıkıntıdaki şirketler için can suyu olacakken, sistemde bir anlamda “ahlaki erozyona” sebep oldu. Umalım ki son bölüm daha dikkatli kullandırılır. 
 
Almanların toplumsal travması enflasyon, Amerikalıların büyüme, biz Türklerin travması da döviz kurlarıdır. Yılın ilk ayında dolar/TL kurunun 3,94’lere tırmanması biz Türkleri bir anda gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi paralize etti. Doğal olarak ekonomik aktivite hızla yavaşladı, iflas endişeleri artınca hükümet tarafından önemli bir adım geldi.

Kuruluşu 1991 yılına kadar giden, uzun zamandır varlığı bilinen ancak kendi kabuğuna çekilmiş bir şekilde faaliyetini sürdüren Kredi Garanti Fonu (KGF) hatırlandı. Referandum öncesinde ekonomide bir durgunluğun yaşanmasını istemeyen hükümet, en son Nisan 2015’te 2 milyar TL’ye çıkarılmış olan teminat limitini 250 milyar TL’ye yükseltti. Amaç; finansmana erişimde zorlanan KOBİ’lerin ve OBİ’lerin bankacılık sistemi üzerinden finansmana erişimini kolaylaştırmaktı. Mayıs ayının üçüncü haftasında bankalara tanınan limit 160 milyar TL’ye, kullanım da 110 milyar TL’ye kadar çıktı. BDDK’nın mayıs ayı başındaki verilerine göre mart ayı itibariyle bankacılık sektörünün toplam kredi büyüklüğü 1 trilyon 830 milyar TL seviyesinde. Yaklaşık iki ay içinde toplam kredilerin yüzde 6’sı kadar bir artış yaşanmış. 250 milyarlık limitin tamamı kullanıldığında ise oran yüzde 13,6’ya ulaşacak. Bu kadar kısa bir sürede çok hızlı bir kredi büyümesi anlamına gelen bu artış, doğal olarak şirketleri ama daha çok bankaları oldukça memnun etti. Neden mi?
KGF’nin nasıl çalıştığına bir göz atalım. Bankalar KGF’den aldıkları limitlere bağlı olarak “kredi havuzlarını” belirleyerek KGF’ye bildiriyorlar. Fon, her bir kredinin yüzde 85’ini garantiliyor, yüzde 15’lik kısım bankanın riski olarak kalmaya devam ediyor. Fonun üstlendiği “batık tutarı” bankanın kullanmış olduğu garanti toplamının maksimum yüzde 7’sine kadar çıkabiliyor. Bu da toplamda devletin maksimum 17,5 milyar TL’ye kadar bir “batık krediyi” üstlenmesi anlamına geliyor.

İyi niyetli olarak hayata geçen bu imkanı bankalar büyük oranda sorunlu veya sorunlu olmaya aday kredilerini fon şemsiyesi altına sokmakta kullandılar. Zira KGF altındaki kredilerin risk hesaplamasındaki ağırlığı sıfır olarak hesaplanıyor. Bir bankacının deyimiyle krediler “repo yapılamayan Hazine bonosuna” dönüşmüş oluyor. Bu da bankaların sermaye yeterlilik oranlarını pozitif etkiliyor, kredi verebilme ile ilgili legal limitlerini rahatlatıyor.

Bir yandan bu rahatlama, diğer yandan KGF altında verilen yeni krediler (Toplam KGF kredilerinin ancak 1/3’ü olduğu tahmin ediliyor) zaten sınırlı olan tasarruf mevduatlarına olan talebi artırdı. Bu da aylık mevduat faizlerinin yüzde 14,50, yeni kredi faiz oranlarının da yüzde 16-17 seviyelerine çıkmasına neden oldu! Hızlı kredi artışının getirdiği ani fonlama talebi doğal olarak tüm faizleri artırdı.

İşin bir de “teminat” yanı var! Banka kendi yüzde 15’lik risk kısmı için ek kredi veriyor ve toplam krediyi KGF altına koyuyor. Ek verdiği yüzde 15’lik kısmı kredinin vadesi boyunca da “teminat/bloke” olarak mevduatta tutuyor. Krediye ulaşmakta zorlanan firmaların büyük kısmı da bunu mecburen kabul ediyor. Bankalar da böylelikle tüm risklerini kapatmış oluyorlar.

Krediyi alanların bir kısmı sorunlarını ve ihtiyaçlarını karşılamakta kullanırken, krediyi bol bulanların bir kısmının yine at-kat-yat ya da döviz aldıkları yönünde duyumlar var.

İnce eleyip, sık dokumadan verilen “KGF Kredileri” sıkıntıdaki şirketler için can suyu olacakken, kısa sürede hızlı davranılması sebebiyle genel mevduat-kredi seviyesini yukarı çekerken, sistemde de bir anlamda “ahlaki erozyona” sebep oldu!

Umalım ki kullanılmamış olan son bölüm daha dikkatli ve amacına uygun olarak gerçek ihtiyaç sahiplerine kullandırılır. Aksi takdirde bankacılık sektörü 1-1,5 sene sonra yepyeni batık kredi sorunu ile uğraşıyor olabilir.