Avrupa Birliği ile köprüleri atacak mıyız?

0
40

Referandum öncesinde; Hollanda’daki seçimlere üç gün kala ciddi bir kriz yaşandı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya sınır dışı edildi. Almanya ile “Nazi” polemiği yaşandı. Avusturya, Danimarka ve Avrupa Birliği’nin (AB) diğer önde gelen ülkeleri ile gerilim yaşandı.

Gerilim yaşadığımız AB, ihracatımızın neredeyse yüzde 50’sini gerçekleştirdiğimiz, doğrudan sermaye yatırımlarımızın üçte ikisinin geldiği bir “ekonomik coğrafya”. Doğrudan yatırımlardaki en büyük payı da Hollanda alıyor. Her ne kadar bu ülkeden gelen sermaye doğrudan Hollanda’ya değil, Hollanda’nın “vergi iklimini” kullanan tüm AB ve yakın coğrafyasına ait olsa da… Yine de menşei itibariyle AB ağırlıklı. Diğer yandan son zamanlarda artan banka ve özel sektör eurobond tahvil ihraçlarının yapıldığı ve en büyük yatırımcılarının da geldiği bölge AB.

Hal böyleyken; 25 Nisan’da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Türkiye’ye yönelik “siyasi denetim” kararı aldı. Karar sonrasında Başbakan Yıldırım “Türkiye olarak biz bu kararı tamamen siyasi bir karar olarak görüyoruz. Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmüyor” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’yi 13 yıl sonra yeniden siyasi denetim sürecine almasına yönelik kararı “tamamen siyasi” olarak nitelendirdi ve “Kararı tanımıyoruz” dedi. Biz kararı tanımıyor olabiliriz ancak AB nezdinde referans olabilecek bir karar!

Ayın son günlerinde dışişleri bakanları toplanıyor. (Siz bu yazıyı okuduğunuzda toplandılar) Kararın ne olduğunu henüz bilemiyorum. İhtimaldir ki bu sefer de bir “müzakereleri dondurma” kararı çıkmayacak. Ancak bu durum ilelebet sürecek değil. Son aylardaki gerilimin içerideki referanduma yönelik mesajlar nedeniyle yaşandığı, referandumdan sonra bunun yerini yumuşamaya bırakacağı beklenirdi. Ancak seçimlerdeki yolsuzluk iddialarını ciddiye alan ve üyesi olduğumuz Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) hazırlamış olduğu raporları da “tanımayan” hükümet ve Cumhurbaşkanı, bu gerilim politikasını sürdürdü.

AKPM’den çıkan kararda bunun yansımaları mutlaka var. Dışişleri bakanları da “durdurma” kararı vermiş ise bu etkinin yayılarak devam ettiğini, yok eğer durdurmayı bu sefer vermedilerse, mülteci kartının bir kez daha müzakere edilmesine zaman kazandırmak için olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Ancak AB de bu “mülteci şantajına” sonuna kadar katlanacak değil. Bir yerde bizim dışımızda bazı seçenekleri (Ürdün ve hatta İsrail’de kamplar gibi) değerlendirecektir.

Üyesi olmak için müzakereleri sürdürdüğümüz bir birliğin üyelerinin önde gelenleriyle gerilim politikası izlerken, birliğin tamamına “şantaj” yaparken, nasıl olacak da eşit bir üyelikten söz edeceğiz? Biliyor ve katılıyorum ki üyelik sürecinde AB de samimi davranmadı. Ancak temelde AB üyesi olmaktansa AB kriterlerindeki bir ülkede yaşamak istediğimi defalarca yazmış, söylemiş birisi olarak; AB üyeliğinden çok, “AB üyelik yolculuğunun” çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu küçüklüğümde telden araba, ya da çivili tahtadan futbol sahası yaparkenki ruh halime benzetiyorum. Benim için telden arabayı yapmak eğlenceliydi, telden araba ile oynamak değil. Ha keza çivili tahtayı hazırlamak, çivileri aralarından bozuk para geçecek şekilde yerleştirmekti asıl ilginç olan. AB üyeliğinde de “maç sonucunun” kaç kaç olduğundan çok sahadaki oyun önemli olmalıydı!

Gelinen noktada AB üyelik sürecini sona erdirmek için her iki tarafta istekli görünüyor. Ancak kimse ilk adımı atan olmak istemiyor. Taraflar her seferinde topu karşı takımın sahasına bırakma telaşında. AKPM kararı sonrasında Başbakan Yıldırım “Türkiye belki bir kaybeder ama Avrupa Birliği iki kaybeder” demiş.
 
Mesele “kayıp-kayıp” değil, “kazanç-kazanç” temelinde ele alınmalı!