Uzmanlar ekonomiyi nasıl görüyor?

0
118

Eski borsacı ve yazar Nassim Nicholas Taleb ile finans piyasalarında kullanılan “Siyah Kuğu” terimi tam da 2016 yılını anlatıyor. Piyasalarda öngörülmesi zor ve önemli etkileri olan olaylar “Siyah Kuğu” olarak adlandırılıyor. 2016 yılında da hem yurtiçinde hem de yurtdışında tahmin edilmesi zor olaylar ve gelişmeler yaşandı. İçeride başbakanlık değişimi, darbe girişimi, yurtdışında Brexit ve Trump’ın başkan seçilmesi, tüm dünyada terör olaylarının artması gibi birçok gelişme sayılabilir. Böyle olağanüstü bir yıl biterken 2017 yılının nasıl olacağı merak ediliyor.

2017 yılı öngörülerini Azimut Portföy Genel Müdürü Murat Salar, Ekonomist Fatih Keresteci, Euler Hermes Genel Müdürü Özlem Özüner ve Deloitte Türkiye’nin Danışmanlık Ortağı Cem Sezgin ile Swissotel’de biraraya geldiğimiz yuvarlak masa toplantısında konuştuk. 2017’nin belirsizliklerin azalacağı, daha öngörülebilir tahminlerin yapılacağı bir yıl olacağı konusunda herkes hemfikir. Ayrıca, Türkiye geçmişte olduğu gibi yeni hikayesini anlatırsa yatırımcıların da ilgisi artacak. İşte Salar, Keresteci, Özüner ve Sezgin ile yaptığımız sohbet…
 
2016 yılı öngörülemeyen birçok olayla geçti. 2017 yılında gündemde ne olacak?
MURAT SALAR: 2016 yılı çok fazla volatilitenin olduğu zor bir yıldı. Hem sosyolojik hem de ekonomik anlamda kötü olaylar yaşandı. Ancak, 2017 yılından umutluyuz. 2016 yılındaki belirsizlikler 2017’de biraz daha somutlaşacak. Bu da pozitif bir etki yaratacaktır. Türk varlıkları risklerden dolayı ciddi anlamda iskonto içeriyor. 2017 Türk varlıklarının biraz daha değerleneceği bir yıl olacak. Yılın ilk ayları çok önemli. Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması ABD’nin hem ekonomik hem de uluslararası politikada nasıl bir dönem geçireceğinin fotoğrafını verecek bize. Sonrasında da Türkiye’de referandum sürecine gireceğiz. Daha sonra berrak bir tablo olacağını düşünüyoruz. 
 
FATİH KERESTECİ: 2017 için bakmamız gereken dört tane önemli kilometre taşı var. Birincisi, 20 Ocak’ta Donald Trump resmen başkanlık koltuğuna oturuyor. Kampanya sürecindeki söylemlerini realiteye uygulamakta ne kadar muktedir olduğunu göreceğiz. Genel görüş, geçmiş ABD başkanları gibi ABD’nin uzun vadeli politikalarını uygulayacağı yönünde. Ama buna biraz şüpheci yaklaşıyorum. Çünkü, Trump’ın eski başkanlara göre iki farklı özelliği var. Birincisi, kampanyalarında hiç dışarıdan destek almadı. Hep kendi cebinden ödedi. İkincisi, eski başkanlar ekiplerini oluştururken üzerinde uzlaşma sağlanan isimleri koyuyorlardı. Trump kendi bildiğini yapacak; yani “Trump ve sert adamlarını” görüyoruz. İkinci kilometre taşı ise 15 Mart’taki FED toplantısı. Burada Trump’ın politikalarının para politikalarına etkilerini yansıtacak bir kurguyla karşılaşabiliriz. Bu durumda FED’in daha hızlı faiz artırımları gündeme gelebilir. Bu durumda gelişen ekonomiler sert bir satış baskısına maruz kalabilir. Üçüncüsü, Türkiye’de mart sonu ya da nisan başında gerçekleştirilecek referandum sonrasında siyasi anlamda bir normalleşme göreceğiz. Dördüncüsü ise Türkiye açısından da önemli olan Almanya seçimleri. Bu dört faktör 2017 yılını şekillendirir. Ama belirsizlikler netlik kazanacağı için önümüzü görebileceğiz.
 
ÖZLEM ÖZÜNER: Makro taraftan bakarsak dünya büyük bir devinim içinde. Petrol ve dolarla yönetilen dünyada tekrar bir servet paylaşımı oluyor. Çin bir güç olarak gelmeye çalışıyor. Rusya eski gücü olmamasına rağmen “Oyunun bir parçasıyım” diyor. ABD tekrar kendi düzenini kurmaya çalışıyor. Bütün ülkeler daha korumacı, marjinal politikalarla kendi seçmeninden oy almaya çalışıyor. Bu değişim yaşanırken gelişmekte olan ülkelere akan likidite gelişmiş ülkelere geri dönüyor. Bölgesel ticaret anlaşmalarının güçlü olduğu döneme giriyoruz. İç pazara geldiğimizde ise 2016’da şirketler son nefeslerini verdiler, 2017 yılına nefes kalmadı. Türk şirketleri çok ucuz, kelepir denebilir. 2017 yılında konsolidasyonlar görebiliriz. Bu durum sonrası için daha iyi bir model getirebilir bize. Çünkü, bazı sektörlerde küçük oyuncular, birbirlerini rekabette öldürüyor. Şirketlerde ciro varsa, “O benim kârımdır” diye düşünüyorlar. Şirketlerin gerçek anlamda kârlılık üretmesi gerekiyor. Bu sürdürülebilirlik bilinci özellikle birçok küçük ve orta ölçekli şirkette yok. İyi bir hikaye olursa, dış politikada da taşlar yerine oturursa, dünya düzeninin getirdiği oyuncular rollerini benimserlerse Türkiye de rol alacaktır bulunduğu lokasyon itibariyle. Ne yaparsak kendimiz yapacağız.
 
CEM SEZGİN: Napolyon’un “para para para” sözü gibi “jeopolitik jeopolitik, jeopolitik” diyerek bu konunun altını çizmek istiyorum. Ne FED’in açıklamaları, ne diğer olaylar, tüm dengeler Türkiye için ikincil önemde. Gezi olaylarıyla başlayan üç-dört yıllık süreçte sıkıntılı bir sosyal atmosfer var. Bu tabii bireylerin tüketim taleplerini etkileyerek iç piyasaya da darbe vuruyordu. Ama jeopolitik risklerle beraber iç piyasadaki durgunluğun yanına ihracat pazarlarındaki çekingenlik eklendi. Türkiye’nin 2015’in ortalarına kadar yaşadığı problem orta gelir tuzağıydı. Gelişmekte olan ülkeler arasında bu konuda lig atlayan tek ülke var o da Güney Kore. Türkiye şanslı bir dönemdeydi, petrol fiyatları düşüş trendindeydi. Ancak, yukarı bir seyir izlemeye başladı. Türkiye son üç senedir 220 ülke ve alan arasında en çok ziyaret edilen altıncı ülke. Geçen sene yerini korudu. Ancak, bu yıl turizm gelirleri yüzde 45 küçüldü. Turizm ekosistem olarak yan sektörleriyle beraber Türkiye için kritik önemde. Turizm gelirlerinin 2017’de çok değişeceğini düşünmüyorum. Ama yerine bir şey koymalıyız. Ekonomide çeşitlendirmeye gidilmeli. İnşaat sektörü ekonomiyi canlı tutuyor ama Avrupa’nın büyük ekonomilerine baktığımızda üretim, turizm, tarım ve turizmin üzerine teknolojiyi de koyuyorlar. Yani yumurtaları tek sepete koymazsanız bir şekilde kurtarıyorsunuz. Dünyada ilk defa şu andaki kuşak bir önceki kuşağa göre fakirleşiyor. Türkiye’de de böyle. Bu arada, 2001’de bankacılık sektöründe yaşanan temizlenmenin 2017’de diğer sektörlerde olacağını düşünüyorum. Bu uzun vade için iyi olabilir.
 
Murat Bey, hem İtalyan Azimut’un hem de diğer yatırımcıların bu ortamda Türkiye’ye bakışı nasıl?
SALAR: Kısa vadeli yatırımcı için Türkiye çok para kazanma potansiyeli bulunan bir ülke. Ama aynı zamanda öngörülemeyen risklerden dolayı da yüksek zararların oluşabileceği bir pazar. Orta ve uzun vadeli yatırımcı için ise fiyatlar çok cazip. Azimut da Türkiye’ye orta ve uzun vadeli bakıyor. 16 ülkede faaliyet gösteren grup, münferit bir gelişmeyle bakış açısını değiştirmiyor. Global ölçekte de yatırımcıların böyle baktığını düşünüyorum. Son 1,5 yıllık dönemde birçok sorun yaşandı. Bunlara rağmen dünyada büyümenin mumla arandığı bir dönemde büyüyoruz. İşsizlik rakamlarının artması rahatsız ediyor. Ama Türkiye mülteci kabul ediyor. İnsani anlamda bu iyi bir şey. Türkiye’nin hikayesi doğru anlatılırsa, yaşananların kronik bir sorun olmadığı anlatılırsa ucuz kalan Türk varlıklarına ilgi gelecektir. Azimut açısından da Türkiye uluslararası operasyonları arasında en memnun olduğu, en büyük potansiyel arz ettiğine inandığı bir pazar.
 
Fatih Bey, FED faiz artırımlarına devam edeceğini vurguladı. 2016’da dört kez artırım yapacağını açıklamıştı ama bir kez yapabildi. 2017’de dejavu yaşar mıyız?
KERESTECİ: ABD ekonomisi bir ivme kazanmış durumda. İşsizlik oranı yüzde 4,6’ya geriledi. Enflasyonda ufak kıpırdanmalar var. FED Başkanı Yellen’ın dediği gibi mali tarafta herhangi bir itekleyici olmadan dahi ABD ekonomisi hedeflere paralel ilerliyor. Önemli olan nokta Trump’ın harcamaları artırıp, vergileri kısma yönünde aslında iç piyasaya ciddi mali genişleme şoku verme ihtimaliyle bu olgu birleşirse FED’in üç değil üçten fazla faiz artırma ihtimalini de konuşabiliriz. Bu anlamda 15 Mart’taki FED toplantısı önemli olacak. Daha fazla faiz artırımı senaryosunda gelişen ekonomilere yönelik fon akımları terse döner. Türkiye de kırılganlığı yüksek olduğu için gelişen ülkeler içinde en fazla etkilenen ekonomilerden biri olur. Ama tersi bir senaryoda, yani Trump’ın düşünüldüğü kadar mali genişlemeye gidemediği, ABD enflasyonunun yukarı gitmekte zorlandığı ve faiz artırım ihtimalinin üç değil de iki olduğu durum gelişmekte olan ülkelere nefes aldırır.
Türkiye’de 2000’li yılların başlarında finans sektörü rehabilite edilmiş, kurumsal altyapı geliştirilmiş, hukuki çerçevede ilerleme kaydedilmiş, enflasyon tek haneye gerilemiş, büyüme yüzde 5’lere oturmuştu ve bir hikaye vardı. Bir de AB hikayesi vardı. 2010’ların başında ise çözüm süreci vardı. Bunlar Türkiye’nin cazibesini yukarı çekiyordu. Şimdi de hikaye var ama bunu ortaya çıkarıp çıkarmayacağımız önemli olacak. Bunu da referandum sonrasında ortaya çıkacak tablo belirleyecektir.
 
Özlem Hanım, yılın başında şirket iflaslarında artış yaşanmıştı. OHAL’le yasak geldi. Şirketlerde durum nedir?
ÖZÜNER: İflas oranlarında yüzde 8’lik bir artış bekliyoruz. İflas erteleme mekanizmasının ortadan kalkmasıyla şirketler aslında kapanmaya da zorlanıyor. Konkordato var ama tam işlerliği yok. Piyasada ödeme vadeleri 60-90 günden 120 güne çıktı. Türkiye bir KOBİ ülkesi. KOBİ’ler için ilave tedbirler alınıyor. KGF mekanizması, teşvik yağmuru altındayız. Ama biz kendimizi iyi hissetmedikçe bu teşvik mekanizmalarının çok işe yaramayacağını düşünüyorum. Moralimizin düzelmesi gerekiyor. Bir de ihracatımızı artırmalıyız. İhracat yüzde 7 azaldı. İhracatta kurların olumlu etkisini bekliyoruz ama bu gerçekleşmedi. 2017’de ihracat olumlu bir sürpriz yaparsa bu büyümeye de yansır. Bir de bankacılık sektöründe müşteriyi iyi seçme, riski iyi yönetme önemli hale geldi. Likidite yurtdışında eskisi kadar yüksek değil. Bu paralar gelişmekte olan ülkelere yöneliyor. Bankalarımız kendi kaynaklarıyla yatırım yapacak, iyi firmaları seçecek. Bu nedenle konsolidasyonlar kaçınılmaz görünüyor. Kimya, demir-çelik gibi kura dayalı sektörlerde hasarlar söz konusu. Tüketici güveninin düşmesiyle birlikte perakende de etkileniyor.
 
Özlem Hanım’ın da değindiği gibi şirketler açısından zor bir dönem. Cem Bey, siz şirket yöneticileriyle sık sık görüşüyorsunuz. Onlar ekonomik gidişatı nasıl görüyor?
SEZGİN: Aralarında Türkiye’nin de olduğu 17 Avrupa ülkesindeki CFO’larla düzenli anketler yapıyoruz. 17 ülke içerisinde sadece iki ülke Türkiye ve Almanya, jeopolitik riski ilk sıraya koyuyor. Türkiye’de ikinci risk olarak TL’nin volatilitesi gösteriliyor. Kur Rusya’da dördüncü sırada. Üçüncü riske nakit akışını koymuşlar. Nakit akışı iflasları tetikleyebiliyor. Dördüncüsü ise iç talepteki daralma. Emtia fiyatları ise Türkiye’deki CFO’ların gördüğü en büyük beşinci risk. Bir de Türkiye’de son 10 yılda en önemli risk ne dersiniz aslında göçmenler. 82 milyon nüfuslu ülkede 5 milyon göçmen var. Bunun sosyal etkilerini bir kenara koyduğumuzda ciddi ekonomik etkiler de var. 5 milyon göçmen Türkiye ekonomisine ciddi bir yön verecektir. Önemli ticari ortağımız olan Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişmeler de bizi etkiliyor. Avrupa yüzünü ABD’ye, ABD Avrupa’ya döndü. Tabii Trump sonrasındaki gelişmeleri görmemiz gerekiyor. Bir de Türk CFO’lar kendi şirketlerinin iflasından değil tedarikçisinin, bayisinin iflasından korkuyor. Çünkü, salgın hastalık gibi kendilerini de etkileyecektir. Bu yüzden sadece kendi mali tablolarına değil, ekosistem içindeki tüm mali tablolara hakim olmaya çalışıyorlar.
 
Murat Bey, jeopolitik risklerin etkilerinin 2017’de devam edeceği görülüyor. Bunun yansımaları nasıl olur?
SALAR: Aslında en büyük risk 2016 yılında yaşadığımız olayların yeni normal hale gelmesi. İnsanların kafasında bu yaşananın değişmesi gerekiyor. Büyük şehirlere, tüm Türkiye’ye sıçrayan terör eylemleri var. Bunların bir şekilde önlenmesi gerekiyor. Sadece Türkiye’de değil global ölçekte de terör olayları yaşanıyor. Dünyada da siyaseten zor bir dönem yaşanıyor. Mikro milliyetçiliğin yüksek sesle söylendiği bir dönem. Dini açıdan radikalleşme sosyolojik yapıdaki bozulmanın da bir parçası aynı zamanda. Bunların ekonomik yansımaları dünyanın büyümesini de negatif etkiliyor. Türkiye açısından baktığımızda, yine 2017’de nasıl bir pozisyon alınacağı önem kazanıyor. Bunu çok iyi yönetebiliriz. Özellikle dinsel anlamda dünyanın ayrıştığı bir dönemde Türkiye sadece jeopolitik olarak kritik bir lokasyonda değil, insani yapısı olarak da bir geçiş ülkesi. Bazı şeyleri doğru göstermek anlamında Türkiye, nüfusunun yüzde 99,9’unun Müslüman olduğu bir ülkenin aslında dini inançlarını yerine getirirken, 21. yüzyıldaki diğer insanların yaşam biçimiyle de barışık olduğunu gösterebilecek bir ülke. Bu Türkiye’nin değerini çok artırır, konumunu güçlendirir. Bunu potansiyel bir pozitiflik olarak görüyoruz.
 
Fatih Bey, tek yatırım yapılabilir nota sahip olduğumuz Fitch, 27 Ocak’ta değerlendirme yapacak. Bir not düşüşü bekliyor musunuz?
KERESTECİ: Bekliyorum. Şu anki mevcut konjonktürde zaten Fitch’in notumuzu indiriyor olması gerekiyordu. Bugünkü şartlarla 27 Ocak’a gidersek notumuz inecektir. Ancak, bu beklenti satın alındı. Not düşüşü olsa da çıkışlar olmaz. Bir ülkenin yatırım yapılabilir nota en az iki kuruluştan sahip olması gerekiyor. Türkiye bunu kaybetti. Türk bankalarının önemli bir kısmı kendini Fitch üzerinden notluyor. Fitch’ten not düşüşü bankacılık sektörüne ek bir maliyet getirecektir. Ama bunlar da fiyatlandığı için bir şokla karşılaşmayız. Notumuz indikten sonra olumlu adımlar atılırsa not artırım beklentisine girilebilir. Tabii burada kritik nokta normalleşme olacak. Türkiye’nin AB ile ilişkileri normalleşir, OHAL’den çıkılırsa, ekonomi de normalleşir. Ekonomik aktivite kurun seviyesine değil, volatilitesine bakılıyor. Finans dışı sektörün net döviz açık pozisyonu 212 milyar dolar. Kur yüzde 10 yukarı gittiğinde, bu 21 milyar dolar kambiyo zararı anlamına geliyor. Geçmiş krizlere baktığımızda, örneğin 1994’te de 2001’de de Türkiye’nin krize girip çıkması hızlı oluyor. Yani, kısa zamanda bunu çözüyor. Çünkü, bizim kayıtdışı bir ekonomimiz var. Kayıtdışı ekonominin genelde dolarda uzun vadeli pozisyonu var. Dolayısıyla, kur şokundan denge noktasına giderken Türkiye’de mülkiyet el değiştiriyor. 2017’de de konsolidasyonlar, satın almalar ve bunun sonucunda mülkiyetin değişmiş olduğu bir düzlemden geçme ihtimalimiz kuvvetli. Bu da sağlıklı bir durum. Sistemin rehabilite edilmesiyle Türkiye uzun vadede daha sürdürülebilir ve istikrarlı hale gelir. Bütün bunlar nottan da önemli. Ki bunları yaptıktan sonra notun artma ihtimalini de konuşabiliriz.
 
Özlem Hanım, Türkiye’nin yeni hikayesinin yazılmasında ihracata değindiniz. Dünyada birçok ülke sorunlu. İhracat için potansiyel pazarlar nereler olabilir?
ÖZÜNER: Avrupa Birliği ülkeleri tekrar tüketime yönelmiş durumda. Özellikle İspanya’nın 2017’de iyi bir büyüme rakamı göstermesi bekleniyor. Geleneksel Avrupa Birliği ülkeleri dışında Afrika kıtasına da bakılabilir. Örneğin, Afrika’da kimya sektöründe iyi bir ihracat potansiyeli var. Ama bizim şirketlerimiz ya bilmiyorlar ya da o pazarı tanımıyorlar. Şirketlerimiz, bu pazarları iyi bilen parnerlerle risklerini değerlendirerek oralara girebilir. Mısır tekrar toparlanıyor, Fas, Cezayir alım halinde. Kurun geldiği seviye Türk şirketleri için Latin Amerika ülkelerine ihracatı da mümkün kılıyor. Navlun bedelleri nispeten düştü. O nedenle biraz moralimiz düzelse ihracat yapabilecek ülkeler bulabileceğiz. Rusya tekrar toparlanacak; zaten geleneksel, bildiğimiz bir pazar. O yüzden ihracat 2017’de iyi bir sürpriz yapabilir. Ortadoğu’daki jeopolitik durum düzelmedikçe o bölgeye ihracat güç. İran belirsizliğini koruyor. Yakın zamanda Güneydoğu ziyareti yaptım. İran’a tezgah taşıyan tekstil firmaları var. Bu şekilde orada şirket kurarak dış yatırım yapmak şirketlere büyüme getirebilir.
 
Cem Bey yatırım profili nasıl değişiyor?
SEZGİN: Şu anda yatırımlarda genel bir trendden bahsetmek zor. Büyümek isteyen de var, küçülmek isteyen de. Türkiye’ye yatırım yapma kararı alanların yanı sıra çıkma kararı alanlar da var. Bir yıl önce Avrupa-ABD menşeli sermaye yerine Körfez, Çin ve Rusya gibi ülkelerden sermaye akmaya başlamıştı. Yani, bölgesel bir değişim vardı. Bir de uzun vadeli fabrika, üretim yatırımları yerine kısa vadeli fonlar aktif olmaya başlamıştı. Türkiye’ye orta vadeli bakan fonların da hâlâ ilgisi var. Belki varlık fiyatları ucuzladığı için ilgililer. Bu pozitif bir şey. Risk olarak gördüğüm bir diğer konu şu: Türkiye’de faaliyet gösteren Global Fortune şirketlerinde çıkışlar başladı. Bunların çıkmaması gerekir. Bundan 7-8 yıl önce şirketler bölgesel “hub” olarak Türkiye’ye seçtiler. Yavaş yavaş bu “hublar” Dubai, Moskova ve Doğu Avrupa’ya kayıyor. Bunu trendi geri çevirmemiz gerekiyor.
CFO’lara “Şirketleriniz ne tarz projeler yapıyor” diye sorduğumuzda şöyle yanıt veriyorlar: Bundan iki yıl öncesine kadar inorganik ve organik büyüme, yeni pazarlar, yeni sektörler, holdingleşme öne çıkıyordu. Şimdi ise ilk sırada maliyet kontrolü, ikinci sırada maliyet azaltımı, üçüncü sırada organik büyüme, dördüncü sırada yeni pazarlara açılma, beşinci sırada ise şirket alımı var.
 
Murat Bey, bu süreçte parasını değerlendirmek isteyen yatırımcılara ne önerirsiniz?
SALAR: Klasik olacak ama kısa vadeli işlemlerden ve kaldıraçlı işlemlerden uzak durmalarını öneririm. Çünkü, önceden öngörülemeyen gelişmeler fiyatlamaların içine dahil ediliyor. Her ne kadar Merkez Bankası son toplantısında faiz artırmamış olsa da piyasa faizini artırdı. 10 yıllık tahvil faizleri yüzde 11,5’lere, gösterge tahvil yüzde 11’lere geldi. Bunca yaşanan olayları düşünüp riskin böyle devam etmeyeceği öngörüsüyle Türkiye’nin uzun vadeli kağıtları bir fırsat oluşturuyor. Bu kağıtları portföylerde bulundurmakta fayda var. Yine TL cinsi varlıklarda dikkatli seçilmiş özel sektör tahvilleri alınabilir. Diğer taraftan orta ve uzun vade için borsa ucuz. Tarihsel olarak bakıldığında da bu böyle. Döviz taşımak isteyenlere ise Türk bankalarının dolar cinsi kağıtlarını öneririm. 2017 yılsonunda doların düşük bir seviyede yılı kapatma olasılığı var.
 
Fatih Bey, sizin doların yönüne ilişkin tahmininiz nedir?
KERESTECİ: Birkaç açıdan bakalım dolara. Birincisi Merkez Bankası’nın reel efektif döviz kuru var. Bu 2003’ten bu yana en zayıf seviyesinde. Bu endeks bize TL’nin aşırı satıldığını gösteriyor. İkincisi birim işgücü maliyetine bakalım. Yani dış ticarette TL ne kadar avantaj veya dezavantaj sunuyor? Hem verimliliğin artmadığı hem de işgücü maliyetlerinin yukarı geldiği bir noktada TL çok ucuz değil. Hatta TL, Türkiye ölçeğindeki ülkelerle karşılaştırıldığında pahalı görünebilir. Üçüncüsü ise fon giriş ve çıkışlarına bakalım. TL de portakal gibi bir ürün aslında. Ürünü talep edenler artarsa fiyatı yukarı gelir, düşükse aşağı gelir. Son üç-dört aydır “Kur bir miktar aşağı gelse de alsam” gibi bir algı var. O yüzden bunlar bize kurun daha da yukarı gidebileceğini gösteriyor. Önce Trump’ın politikalarını göreceğiz. Martta da FED toplantısını. Bu süreçte biz referanduma giderken dolar/TL mevcut seviyelerin epeyce üzerine çıkabilir. Ama Merkez Bankası’nın yükselen kurla beraber hatırı sayılır bir faiz artırımına gidebileceğini düşünüyorum. Yani, mart sonu gibi kurda en yüksek seviyeyi görürüz. Referandumla hızla aşağı gelir. 2017 yılını da bugünkü seviyenin altında tamamlayabiliriz.
 
Özlem Hanım, kurların çalkantılı olduğu, belirsizliklerin arttığı bir ortamda özellikle ihracat yapmak isteyen şirketlerin sigorta ihtiyaçları da artıyor mu? İflaslar ya da ekonomideki olumsuzluklar sizin hasar prim oranlarınızı nasıl etkiledi?
ÖZÜNER: Bu sene hasar prim oranlarımız çok yüksek. Topladığımız primlerin yüzde 100’ünü hasar olarak verdik. Sektör genelinde ortalama yüzde 120’yi buluyor. 2017’nin biraz daha iyi olacağını düşünüyorum. Biz de sürekli kâr etmeden poliçe yapmaya devam etmek istemiyoruz. Bir yerde kârlılığı yakalamamız lazım. Poliçe kesmeye devam ediyoruz tabii çünkü, talep çok yüksek. Ama burada riskini doğru yöneten firmalarla çalışmak istiyoruz. Sonuçta burada sigorta var diye gözü kapalı satış yapan şirket de gördük. Bu anlamda daha seçiciyiz. Çünkü, reasürans kapasitesi de sınırlı. Türkiye’nin risk primi arttı. Bu nedenle reasürörlere de doğru müşteri getirmeliyiz ki onların iştahı devam etsin.
 
Cem Bey, sizin şirketlere önerileriniz var mı?
SEZGİN: Globalde Deloitte S&P 500 endeksindeki şirketlerin kârlılıklarını inceledi. Bir üretim şirketi bire bir katma değer sağlarken, hizmet bire iki, teknoloji bire dört, network kuran ve buradan değer yaratan şirketler çok az çalışanla bire sekiz katkı sağlıyor. O yüzden Türkiye’nin dijital ekonomiyi yakalaması gerekiyor. Bugün makroekonomik düzeyde ne yaparsanız yapın tabanda mikro ekonomik düzeyde bu eksene gelmezseniz kısa vadeli bir kazanım olur. Eskiden örnek verilirdi, kaç ton fındık satarsak bir uçak alabiliriz diye. Artık uçak önemli değil, uçaktaki akıllı sistemleri üretmek ya da savunma sanayii önemli hale geldi. Bir uyarım var. Türkiye’nin dünya ekonomileri içindeki yeri 16-17’nci sıradaydı. Şimdi 20’nci olma riskiyle karşı karşıyayız. Bunun psikolojik bir etkisi de var. Bunun olmaması için çalışmalıyız. Bir de umut var. Türkiye 82 milyon nüfusu olan bir ülke. Ticarete hevesli bir ülke. Bunu da atlatır.