Erpiliç yakın coğrafyanın liderliğine oynuyor

0
714

İstanbul’dan Bolu’ya Erpiliç’in fabrikasına ulaşmak üzere çıktığımız yolculuk dört saat sürüyor. Tavukçuluk kırsal alanda üretim yapan nadir sektörlerden. Dolayısıyla Bolu köyleri tavuk yetiştiriciliğinin etkisiyle göç vermeyi epey azaltmış. Erpiliç için Göynük, Mudurnu ve Taşkesti’de çalışan yaklaşık bin 100 anlaşmalı üretici ailesi, farklı kapasitelerdeki üretim çiftliklerinde piliç yetiştiriyorlar. Toplam bin 414 kümesin tamamı köylerde. Geleneksel yollara bağlı kalarak, günde yaklaşık 400 bin kesim yapılıyor ve Erpiliç bünyesinde yer alan damızlık tesisleri, kuluçka tesisleri, yem fabrikaları ve kesimhanelerde çalışan 2 bin 800 kişi piliçlerin beslenip, büyütülmesi, kesilmesi ve talebe göre paketlenip ambalajlanmasını sağlıyor. Son aşamada Türkiye’deki 70 bayiye; 210 nakliyeci taşeron 93 kamyonla her gün ürün sevkiyatı yapıyor. Erpiliç’in bir aile şirketi olarak 1970’li yıllarda temelleri atılırken, Ercivciv adıyla yapılan üretimin Erpiliç’e dönüştüğü 1997 yılıyla birlikte de entegrasyonun ilk adımı geliyor.
 
Erpiliç, 2016 yılında kârlılığını artırdı ve yüzde 18,5 büyüdü. 2016 yılı net satışları 1 milyar 228 milyon TL olarak gerçekleşen şirketin, pazar payı yaklaşık yüzde 10. Erpiliç, üç yem fabrikasında yılda toplam 500 bin ton yem üretiyor. Erpiliç’in; Göynük, Mudurnu ve Bolu olmak üzere üç ayrı bölgede; kendi bünyesinde üç ünite yetiştirme, 15 ünite damızlık yumurta üretim tesisi bulunurken bu tesisler; 180 bin metrekarelik kapalı alanda üretimi gerçekleştiriyor. “Erpiliç, Fortune 500 listesinde yer alan net satışları 1 milyar TL’nin üzerinde olan ilk 160 şirket arasında. Son üç yıllık sıralamalara baktığımız zaman Erpiliç’in 159’uncu sıradan 153’e; geçtiğimiz yıl ise 152. sıraya yükseldiğini görüyoruz. Şirketin geçtiğimiz yıl satışları yüzde 18,5 oranında artış gösterdi” diyen Fortune Türkiye Borsa Editörü Zeynep Aktaş, tüketicilerin en çok beyaz et sektörünün güvenirliğini sorguladığı bir dönemde şirketin cirosunu artırmayı başarmasının önemli olduğunu söylerken ekliyor; “Erpiliç’in yatırımları ile sektördeki payını artırmayı hedeflediği gözleniyor. Ciroda istikrarlı artış sağlaması, Fortune 500 listesinde 150. sıraların üst seviyelerine tırmanmasını sağlayabilir.”  
 
Erpiliç’te kesimhaneler ve satış pazarlamadan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Süleyman Öztürk ve canlı üretim, idare ve finanstan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Ericek ile önümüzdeki birkaç yılda gerçekleştirmeyi planladıkları yatırım atağını konuştuk. Sektörü değerlendirirken son dönemdeki satın almalara dikkat çekildi.
 
Erpiliç’in sektördeki yerini tanımlayarak başlayabiliriz. Yüzde 18,5 büyümeyi zorlu geçen bir yılın ardından nasıl yakaladınız?
Ericek: Sektörde pazar payımız yüzde 10. Yıllık ortalama 180 bin ton et üretim kapasitesine sahibiz. 12 bin 500 metrekarelik iki kesimhanemiz var; biri Göynük’te; diğeri Bolu’da.
Öztürk: Yine aynı tonaj malı üretiyorsunuz ama üretim maliyetleri çok ciddi anlamda arttı. 2015- 2016 yılları arasında kârlılıkta da bir miktar artış var. Yüzde 18’in üzerindeki büyümemizde maliyetlerin artışının etkisi büyük.  Yüzde 18’lik cirodaki büyüme tamamen kârlılık anlamında büyüme olarak anlaşılmasın.

Döviz kurundaki dalgalanma maliyet artışını beraberinde getirdi diyebilir miyiz?
Ericek: Dövizin artışıyla yem maliyetleri de arttı. Piliçte yüzde 60’ın üzerindeki maliyet unsuru yemdir. İthal ettiğimiz hammaddeler bizde hemen hemen yüzde 50 bandında.  Dolayısıyla dövizdeki artıştan direkt etkileniyoruz. 2015 yılı kârlılıkların düşük olduğu, bazı firmaların bilançolarda zarar yazdığı bir yıldı. 2016 yılında ise, maliyetteki ve fiyatlardaki artışı göz önüne aldığımızda ciromuz büyüdü. Aynı zamanda kârlılıkta da artış oldu.
Öztürk: İthal yem hammaddelerinin girişi tonaj olarak yüzde 35-40’larda ama soya ve soya küspesi gibi katma değerli ürünler ithal edildiği için büyüklüğü yüzde 50’yi buluyor. İç piyasadan aldığımız mısır fiyatları da çok arttı. Her sene yüzde 5-8 bandında artış yaşanıyor. Türkiye’de tavukçuluk sektörü üretilen toplam mısırın yüzde 60’ını tüketiyor. Doların yükselmesiyle beraber soyada ve soya küspesindeki artışlar yem maliyetlerini artırıyor. Bu saatten sonra bu maliyetlerin geri gelme şansı da yok.

Bu dalgalanmanın diğer yandan ihracata etkisi ne oldu?
Ericek: Dövizdeki artış olumsuz etkiliyor gibi gözükse de ihracat şansımızı da arttırıyor. Sektörün son iki yıldan beri  kârlı devam etmesindeki etken, döviz kurlarının yüksek olması da diyebiliriz. Tabi sektörde bir iki oyuncunun üretimi durdurması ve aynı zamanda dünya piyasalarında trendin Ortadoğu pazarına, özellikle Türkiye’ye yönelmesi etkili oldu. Brezilya’da yaşanan olumsuzluklar, Türkiye’ye talebi artırdı ve bu sayede fiyatlar da artmış oldu.
Öztürk: 2013-14-15 yıllarında üretim fazlalığı ve firmaların borçlanma yapılarının iyi olmaması, finans sürecini iyi yönetememeleri ile birlikte sektör açısından parlak geçmedi.  2016 yılında da birkaç firma üretimi durdurunca piyasada arz- talep dengesi oluştu ve fiyat da dengelendi. Üretim maliyetleri artmasına rağmen işler iyi gitti. Irak, Suriye, Libya’ya çok iyi ihracat yapıyoruz. Oradaki en büyük artılarımız Türkiye bir İslam ülkesi; elle kesim yapıyor ve helal gıda sertifikalarımız var. Maliyet bazında Brezilya ile rekabet etme şansımız olmasa da, saydığım özelliklerimiz sayesinde malımızı satabiliyoruz.

“KIRMIZI ETİ KISKANDIRAN PEMBE ET”
Birkaç ay önce Bolca Hindi’yi satın aldınız. Türkiye’de hindi tüketimi kişi başına 1 kilogramı bulmuyor. Bu satın almaya nasıl karar verdiniz?
Ericek: Hindi sektöründe tavukla örtüşen bir yapı var. Canlı üretim, besleme, damızlık süreci… Geçen sene Bolca Hindi’nin cirosu 100 milyon TL idi. Çalışan sayısı ise 300’e yakın ve yüzde 20 pazar payıyla lider. Hindi eti kırmızı ete yakın protein değeri var ve sağlık açısından da beyaz ete benziyor. Şuan kırmızı et ithal ediyoruz. Hindi eti üretimini arttırdığımızda fiyatlar daha uygun ve daha rekabetçi olacak. Kırmızı et ithalatını da azaltmış olacağız.
Öztürk: Hindi eti kişi başına yılda ortalama 750 gram tüketiliyor. Tavuk eti tüketimi ise 23 kg. Dolaysıyla lojistik anlamda da 750 gramlık tüketim bu üreticileri çok zorlamış. Erpiliç’in lojistik ve dağıtım gücünü hindide kullanacağız. Hindi tüketiminin düşük olması rahatça raflarda, restoranlarda bulunamamasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin yıllık 40-50 bin ton arasında seyreden hindi eti üretimini üç yıl içinde 100 bin ton seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz. Tırlarımıza her gün, örneğin 300 ile 500 kilo arasında hindi eti de koyarak bulunabilirliği arttırmaya başladık. Sloganımız; “kırmızı eti kıskandıran pembe et”.
 
Hindi tüketimini arttırmaya yönelik başka planlarınız var mı?
Öztürk: Öncelikle bugüne kadar ürün raflarda bulunmamış insanlar ürünü tanımıyor. Hindi etinin hindi külbastı, hindi kavurma, hindi biftek gibi bir takım katma değerli ürünlerini üretmeye başladık.  Hindi etinin nasıl pişirileceği konusunda tadım ve pr kampanyaları yürüteceğiz. Önce soslu ürünlerle piyasaya çıkmayı düşünüyoruz
Ericek: Hindi etinin gelişim süreci dişilerde 4 ay; erkeklerde 5 ay gibi… Tavukta ise 41-42 günde yetiştiriyoruz. Kırmızı etten yüzde 40-50 oranında ucuz ama tabii tavuktan da biraz pahalı. Yani etin kilogram fiyatına ortalama 50 lira dersek hindi eti 25 lira hatta biraz daha altında.
İşlenmiş ürünler ve şarküteri tarafı nasıl gidiyor?
Öztürk: Şarküteri tarafında zayıfız ama kaplamalı ürün tarafında son 4-5 aydır atağa geçtik; nugget şinitzel, cordon bleu, köfte, döner gibi kaplamalı pişmiş ürünler gibi… Kaplamalı ürünlerde günlük ortalama 20-25 ton satışımız var.

BEYAZ ETTE GÜVENİLİRLİK MESELESİ
Tavuk etinin sağlık açısından güvenilirliği tartışmaları sürüyor. Antibiyotik, GDO’lu yemler, hormon kullanımı konularına siz de açıklık getirir misiniz?
Öztürk: Dünyada hiçbir yerde tavuk etinde hormon kullanımı yok.  Antibiyotikler, büyütme faktörlü antibiyotikler ve tedavi amaçlı antibiyotikler olarak ayrılıyor. Büyütme faktörlü antibiyotikler Türkiye’de kullanılıyordu. Fakat 12-13 yıl önce AB ülkeleri büyütme faktörlü antibiyotik kullanımını yasaklayınca Türkiye de yasakladı.
Ericek: İlaç ve antibiyotik konusu, yem hammaddesi ve hızlı gelişme, günümüzde tartışılan ya da tüketicilerin tavukla ilgili merak ettikleri üç başlık. İlaç ve antibiyotik, ihtiyaç duyulduğunda,  veterinerlerin takibi ve kontrolüyle reçeteye bağlı olarak kullanılıyor. Antibiyotik kullanımı sadece tavuğun üzerinden tartışılıyor gibi. Hâlbuki sütü, peyniri, kırmızı eti ve balığı da ilgilendiriyor. Sektörümüzün derli toplu ve entegre yapısı sayesinde Tarım Bakanlığı çok hızlı şekilde, istediği zaman ve her noktadan takip ve kontroller yapıyor.  Açıkçası bu ilaç ve antibiyotikler pahalıdır ve bu sebeple üretici mümkün olduğunca kullanmakta istemez. Antibiyotik kullandığımızda etten atılım süresini sahadaki veteriner arkadaşlar takip ediyor. Hayvanların tümü hastalanıyor ve tümüne antibiyotik veriliyor gibi bir algı var. Belki yüzde 10-15’i için antibiyotik kullanılıyordur. Tarım Bakanlığı Türkiye genelinde her ay yaptığı numune kontrollerinde, yüzde 0,5 veya 1 oranında kalıntı çıkıyor.
Yemin temeli mısır, soya ve buğdaydır. Soyanın girmediği yer yok. Fakat GDO, tükettiğimiz hayvansal gıdadan insana geçmiyor. Hayvanın GDO’lu yem hammaddesi yemesi demek, ete geçtiği anlamına gelmiyor.
Bir de hızlı gelişme konusu var. O da genetikle ilgili. İyi bir anne ile iyi bir babayı alıyor ve gen ıslahı yapıyorsunuz. Elde ettiğiniz yavrulara ihtiyacı olan ortamı sağladığınızda çok hızlı şekilde gelişiyorlar. Bugün yurtdışından ithal ettiğimiz inekler günde 20-25 litre süt veriyorlar. Halbuki kendi ineklerimizin sütü günde 3-5 litreyi geçmezdi. Tavukta da benzer bir durum söz konusu.
Öztürk: Dünyada 230 milyon ton ticarete konu soya var ve bunun yüzde 90’ı GDO’lu. Tüm dünyada hayvan yemlerinde GDO’lu soya kullanılıyor. AB ülkelerinin bazıları sadece yemde kullanımını serbest bıraktı. Bazıları hem yem de hem de insan gıdası kullanımını, paketlerin üzerinde yazmak koşuluyla, serbest bıraktı. Tavuğun 41 günde yetişmesinin tek nedeni ıslah.

Bir de gezen tavuk hikâyesi var. Gezen tavuk tüketicilerin ilgisini çekmeye başladı.
Ericek: Tüketicinin bu konuda kandırıldığını ya da yanıltıldığını düşünüyorum. Bizim yumurtacı diye tabir ettiğimiz damızlık hayvanlar ekonomik ömrünü tamamlayıp, yaklaşık 1 buçuk yıl sonra kesiliyorlar. Bunlar raflarda pazarlarda organik, gezen tavuk diye satılıyor. O tavuklar zararlıdır demiyoruz ama etleri sert olur. Örneğin mangala götüremezsiniz.
Öztürk: Organik tavuk alacaksanız mutlaka Tarım Bakanlığı’ndan üretim izni olan markalı ürünleri tercih etmelisiniz. Organik tavuk diye tabir edilen tavukların ırkı farklı. Bu hayvanlar genetik olarak 90-120 gün aralığında büyüyor. Denemesini de yaptık. Kahverengi ırkları ve bir de bizim etçil hayvanları kümese koyduk. Ayını yemle besledik. Beyaz etçil ırklar 41 günde diğerleri,  68-69 günde 2,5 kiloya ulaştı. Bunun birinci nedeni genetik; yani ıslah. Tavuğu istersek 50 -60 gün kümeste bekletiriz. Fakat hayvan belli bir yaştan sonra daha fazla yem tüketmesine rağmen daha az kilo alıyor. Ekonomikliğini kaybediyor.
Dünyanın en büyük tavuk üreticisi ve ihracatçısı BRF Türkiye’deki beyaz et sektörünü radarına aldı. Banvit’i satın aldı. Keskinoğlu’nu alacağı söyleniyor. Böyle bir gıda devinin sektörü domine edebilecek olması sizi endişelendiriyor mu?

Ericek: BRF özellikle bizim ihracat yaptığımız Ortadoğu pazarındaki en büyük oyuncu. Buradaki üretimi o bölgeye satmayı düşünüyor olabilir. BRF’nin Türkiye pazarına girişi ile Ortadoğu’da daha fazla ihracat yapma şansı bulunabilir. Fiyatlar noktasında ise, dünyada hammadde fiyatları zaten birbirine yakın. Bizimle rekabet edip fiyatı kıracağını çok zannetmiyorum.
Öztürk: Türkiye’de tavukçuluk sektörü en iyi organize olmuş, modern tesislere sahip, neredeyse tamamı ambalajlı ve markalı ürünlerden oluşan sektörlerden biri. O sebeple Türkiye BRF’yi cezp etti. Ayrıca Türkiye tavukçuluk sektörü, dünyanın pek çok ülkesindekine göre genç bir sektör.  Arap ülkelerinde kişi başına tüketim 40 kilo, ABD’de 40 kilo, AB ülkelerinde 25-30 kilo. Türkiye de ise henüz daha 23 kg. Gidilecek mesafe çok.
Sektör ihracatının yüzde 60’ını Irak’a yapıyor. İhracatla ilgili AB ülkelerinden tamamen vaz mı geçtik?

Öztürk: Sektör 10 yıldan beri AB’ne ihracat yapmak için çabalıyor. Tesisler defalarca denetlendi. AB Türkiye’ye izin vermiyor; buradaki firmalara değil. Bizde artık ümidimizi kestik. Mesela Japonya’ya ihracat yapabilmek için başvurduk. Şart olarak AB’ni gösteriyorlar. Burada kaçırdığımız fırsat şu;  AB ülkeleri ve Japonya’da göğüs eti tüketimi çok daha fazla. Dolayısıyla göğüs eti fiyatları iyi. Biz de ise but eti revaçta ve fiyatı yüksek. O bölgelere ihracat yapabilirsek karlılık ve üretim anlamında rahatlarız.
Ericek: İhracatı çeşitlendirmemiz gerekiyor. Irak’ta ilişkiler gerilir ve ihracat sıkıntıya girerse sektör için bu büyük bir risk olur.

Son dönemde yatırımlarınız gündemde. Yatırım konusunu biraz detaylandırır mısınız? Planlarınız neler?
Öztürk: 2018 yılında 250-300 milyon liralık bir yatırım sürrecine başlayacağız. Şuandaki tesislerimiz ancak 180 bin ton et üretimi için elverişli ama Türkiye’de tavuk eti tüketimi ve ihracatı artacak. Dolayısıyla pazar payımızı koruyabilmek için yeni yatırımlar yapmamız gerekiyor. 30 bin metrekare kapalı alan kesimhane yatırımımız ve yeni bir yem fabrikası yatırımımız olacak. 4-5 yıl içerisinde bu yatırım sürecini tamamlayarak kapasitemizi 300 bin tona çıkarmayı hedefliyoruz
Ericek: Tabii bu yatırımlar arz-talebe ve Türkiye’deki konjonktüre bağlı olarak devam edecek.