Borç limitlerinin artması tehlikeli mi?

0
30

ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz artırımı ve bilanço normalleşmesine gittiği, diğer merkez bankalarının da bunu izleyeceğini düşündüğümüzde, artık Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bol ve ucuz kaynak dönemi yavaş yavaş sona eriyor. Önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülke ekonomilerinin kırılganlıkları piyasaların daha da gözüne batacak. Türkiye gibi cari açığının çoğunu sıcak para ile karşılayan ülkelerin de sorunlarla karşılaşmaları mümkün. Cari açığın finansman tarafına baktığımızda, ülkeye doğrudan yatırım girişi azalırken, portföy yatırımları artıyor. Tabi bu durum cari açığın finansmanı açısından iyi bir haber değil. Diğer yandan, bankacılık ve özel sektörün de kaynak bulmakta iyice zorlandığı görülüyor. Bu yıl uzun yıllardır ilk defa bütçe açığı da hızla yükseliyor. Bu da 2009 yılında olduğu gibi borçlanma limitlerinin artmasını gündeme getiriyor. Hatırlanacağı gibi 2009’da küresel krizin Türkiye ekonomisine olumsuz etkisini sınırlamak amacıyla faiz dışı harcamalar hızlandırılırken borçlanma limitlerinin aşılacağı anlaşıldı. Bunun üzerine, hazırlanan torba yasa ile borçlanma limiti beş katına çıkarıldı.

Hazine 2009’da 53,8 milyar TL net borçlanmaya giderken borç stokunun milli gelire oranı ekonomideki yüzde 4,7’lik reel daralma ile birlikte 2008’deki yüzde 38,28’den yüzde 44,24’e yükseldi. Ancak, sonraki yıllarda alınan tedbirler ve ekonomideki toparlanma ile bütçe disiplinin yeniden güçlendirilmesi sonucu borç stokunda düşüş trendine dönüldüğünü belirten Odeabank Ekonomik Araştırma ve Stratejik Planlama Direktörü Ali Kırali, “2009 deneyimi de gösteriyor ki ekonomiye yapılan destekler geçici nitelikte olursa mali disiplin ve makroekonomik temellerdeki tahribatlar da kısa süreli kalabilir” diyor.

2016 Ekim ayında hazırlanan Orta Vadeli Program (OVP) ve Orta Vadeli Mali Plan (OVMP) çerçevesinde Hazine’nin 2017 yılında net borç kullanımının yaklaşık 47,5 milyar TL olması öngörülüyordu. Bu tutar kanun değişikliği olmadan ilki Hazine’den sorumlu Bakanı’nın, ikincisinde de Bakanlar Kurulu’nun onayı ile iki kez artırılabilecek. Kırali, bu imkânlar kullanıldığında net borç kullanımının bu yıl 52,2 milyar TL’ye yükselebileceğini söylüyor. Bu tutarın üzerine çıkılabilmesi için ise kanun değişikliği gerekiyor. Ali Kırali, “Hazine nakit dengesi gerçekleşmelerine göre ilk yedi ayda Hazine’nin net borç kullanımı 33,5 milyar TL seviyesine ulaştı. Kalan beş ayda aynı hızda olmasa da borçlanmanın devam edeceği öngörülüyor. Böylece 52,2 milyar TL’lik yasal hedef aşılarak 60 milyar TL’nin üzerinde net borç kullanımı olabilecek” diyor.

Bütçede öngörülenden fazla borçlanılmasının bir zorunluluktan kaynaklandığını belirten T-Bank Baş Ekonomisti Veyis Fertekligil, “Bu sene ekonomik büyüme hızını artırmak için hükümetin uyguladığı vergi indirimleri ve ekonomiyi teşvik önlemlerinin etkisiyle bütçe açığının hızla artması Hazine’nin iç ve dış borçlanma ihtiyacının da hızla artmasına yol açtı. Buna ek olarak KGF uygulamalarıyla da bankaların kredi hacmini hızla artırmaları, buna karşılık mevduatta aynı hızda bir artış olmaması bankaların da kaynak açıklarının hızla artmasına yol açtı” diyor. Bu durumun ilk etkilerinin piyasalarda faiz oranlarının artması olduğuna dikkat çeken Fertekligil şöyle devam ediyor:

“Diğer taraftan, devletin özellikle iç borçlanmaya ağırlık vermesi zaten piyasada kıt olan borçlanma kaynaklarının özel sektör açısından daha da azalmasına yol açacaktır.  Ayrıca, 2000 öncesi Türkiye ekonomisine baktığımızda Hazine’nin ölçüsüz borçlanmasının da krizin tetikleyicilerinden olduğu hatırlanabilir. Faiz oranlarında düşüş isteyen kamu idaresinin faizlerin daha da artmasına doğru bir yol izlemesi de ilginçtir. Aslında tüm bunlar Türkiye ekonomisinin kaynak ihtiyacının bir sonucudur. Büyümeyi artırmayı isteyen idareciler, kaynak yokluğunda iç ve dış borçlanmaya ağırlık veriyor, bu da ikiz açıkların yani hem bütçe hem de cari açığın artmasına yol açıyor.”
Bu arada, ekonominin tek patronluğuna Mehmet Şimşek’in getirilmesi piyasalar tarafından olumlu karşılanıyor. Ancak, uygulamalar ve yapısal reformların Türkiye’nin doğru bir kalkınma modeli olarak benimsenmesi gerektiği hatırlatılıyor. Sürdürülebilir büyüme, düşük enflasyon, düşük cari açık ve düşük bütçe açığı hedefleriyle birlikte sağlanması gerektiğine dikkati çeken Fertekligil, “İç ve dış borçlanmanın artırılması ile büyümeyi hızlandırabilirsiniz, ancak bunun gelecekteki olumsuz etkilerini ve sonsuza kadar sürmeyeceğini de düşünmek zorundasınız” diyor.
 
Kamu ağırlığı
Geçtiğimiz ay BOTAŞ’ın 2016 yılı kurumlar vergisi rekortmeni olduğunun ortaya çıkması gözleri kamu şirketlerine çevirdi. BOTAŞ 2016 yılı Fortune 500 Türkiye listesinin de lideriydi. 2017 listesinde ise üçüncü sıraya gerilemesi dikkat çekti. Listede geçmiş yıllarda olduğu gibi kamu şirketlerinin ağırlığı hissediliyor.

Diğer yandan, ekonomide de kamu ağırlığı kendini belli ediyor. Özellikle 2016 yılı ikinci yarıda büyümeyi desteklemek üzere alınan tedbirlerle kamu harcamalarında ciddi bir hızlanma görüldü. Ekonomide son dönemde kamu ağırlığının fazlasıyla hissedildiğini hatırlattığımız Odeabank Ekonomik Araştırma ve Stratejik Planlama Direktörü Ali Kırali, “Ancak, geçtiğimiz yıllardaki eğilimlere baktığımızda da uzun vadede hem merkezi yönetimin hem de genel kamunun faiz dışı harcamalarının milli gelire oranının yükseldiğini görüyoruz. Dolayısıyla, kamunun ekonomideki ağırlığının artmakta olmasının sadece son döneme has bir olgu olmadığını düşünüyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor.