Ben kimim?

0
89

Ar-Ge yatırımlarının büyümesi, ülkelerin geleceğin dünyasını kucaklama niyetine işaret eden önemli bir gösterge ancak buna eşlik eden kimliğin netleştirilmesi daha önemli.

Kısa süre önce bir yurtdışı gezide ilgi çekici bir sıralama ile karşılaştım. Global bir şirket, bu özelliğini vurgulamak için dünyanın dört bir yanında açtığı Ar-Ge merkezlerini sıralarken neden bu merkezleri bu ülkelere açtığının da sıralamasını verdi.

Hindistan yazılım alanında çok güçlüydü; bu ülkeye o yatırım yapılmıştı.

Rusya algoritma geliştirmedeki gücü ile bu konuda Ar-Ge yapacak üssü elde etmişti.

Kuzey Avrupa ülkeleri, geçmişte Nokia gibi bir markayı yaratabilmiş olmanın etkisiyle mobili kendisine çekmeyi başarmıştı.

İtalya mikrodalga tarafında çok iyiydi. Bu yüzden yatırım yapılmıştı.

Fransa, modayı yakından takip eden ve belirleyen ülke olarak ürünlerin şıklığını sağlayacak Ar-Ge yatırımını çekmeyi başarmıştı.

Ve ABD, çip tasarımı ile bu alanda teknoloji geliştirme konusundaki şöhretinin karşılığını ilgili yatırım ile almıştı.

Türkiye ise yazılım alanında oldukça kalabalık bir Ar-Ge ordusu kurma şansını, bununla ilgili regülasyon zorlamasını yaparak elde etmişti. Türkiye’deki yazılıma dayalı Ar-Ge, ülkenin önde gelen Ar-Ge organizasyonlarından biri olmasına ve global olarak öne çıkan yazılım konusunda global işler çıkarmasına karşın yukarıdaki sıralamaya girecek bir özelliği henüz yaratamamıştı.

Eskinin Apple ya da Nike ile özdeşleşen California’da tasarlama ve Çin’de üretme mantığı yeni teknolojilerin ve yaklaşımların ortaya çıkması ile yerini daha global sistemlere bırakıyor.

Ulusal devlet yapılarının bu yatırımları kendi sınırları içine çekme ve tutma; bundan yaratılan değerden verdi alma niyetleri gücünü koruyor ve hatta artırıyor. Ancak şirketlerin gelecekte var olmayı sürdürmek için atmaları gereken adımlarla ilgili değerlendirmelerdeki katılık bu verimsiz devlet yapılarıyla ilgili değerlendirmelere henüz yansımasa da, telekom altyapıları ile global düzeyde sağlanan bağlantı düzeyi ile ulusal devlet kavramına dayanan regülasyonların bir arada yaşamasının daha sancılı olduğunu yakında konuşmaya başlayacağız.

İş ne kadar mı ciddi? Las Vegas’ta SAS Global Forum’da sohbet ettiğim bir bölge yöneticisi bana “Şirketlere büyük dönüşümü anlatırken yöneticileri korkutmamaya çalıştıklarını ama değişimin gerçekten muazzam olduğunu” söyledi. 15 yıldır ABD’de yaşayan bir Türk yönetici ise, teknolojinin getirdiği olanakların iş hayatına yansıtılması konusunda “Tesis yok” ifadesini kullandı. “Tesis yok”un anlamı teknolojinin getirdiği olanakların iş hayatına ve regülasyonlara yansıtılması konusunda gerekli adımların atılmaması anlamına geliyor.

Klasik tarzda hareket etmeyi tercih eden devletlerin bu politikalarında başarılı olmak için ellerinde güçlü silahlar var. Bunların en önemlisi regülasyon. Dijitalleşmenin tehdit ettiği sektörleri bunlar finans ve telekomünikasyondan taksi sistemine kadar uzanıyor- regülasyon koruması altına alan bir devlet muhtemelen kendisini sürdürmek için çok  güçlü bir desteği de almayı başaracaktır. Ancak sonuçta yaratılan değer de bununla  orantılı kalacaktır.

Startuplarımızı Silikon Vadisi’ne -buranın finansal ve teknolojik ekosistemine- göstermek için önemli çaba harcarken kendi içimizde bambaşka bir dünya kurmak ne kadar anlamlı? Dünyayı nasıl algılamamız ve kendimizi nasıl tanımlamamız gerektiği konusunda biraz daha fazla çalışmamız gerekmiyor mu?

İstanbul’u bir dünya metropolü yapmak isterken bunun için akıllı şehir projesi geliştirmek isteyen üniversite, kurum ve şirketlere İstanbul’un verisini açmamak geçerli bir yaklaşım mı? Bu yapıların verilerine ulaşabildiği Barselona ve Londra endekslerde bizden daha mı geride? Yurtdışındaki Türkler büyük başarılara imza atarken ülke içinde bunu sağlayamamamıza neden olan sistemi sorgulamamızın zamanı gelmedi mi? Ben kimim demenin zamanı.