Negatif faiz: Yeni baş belası!

0
33

1986 yılı kasım ayında ilk kez Standard Chartered Bank’ın İstanbul şubesinin hazine bölümünde çalışmaya başladığımda İsviçre Frangı’nın faizleri “eksi” idi! Ne zamandan itibaren eksi faiz uyguladıklarını bilmiyorum ama o zamanlar TL faizleri yüksek çift hanelerdeyken, İsviçre Frangı yüzde 1,25 “eksi faiz ödüyordu.” Yani paranızı bir yıl bir İsviçre bankasında tutarsanız, 100 frangınız yıl sonunda 98,75 frank oluyordu. Bankacılıktan bihaber, üniversiteden yeni mezun olan birinin anlaması zor bir durumdu. Banka dediğiniz faiz verirdi, faiz almazdı!

Aradan 30 yıla yakın bir zaman geçti ve artık neredeyse tüm gelişmiş dünya; şimdilik ABD hariç; negatif faiz ile yaşamayı öğrenmeye çalışıyor. İlk İsveç’in merkez bankası olan Riksbank 2015 başlarında başlattı “negatif faiz” uygulamasını. Ardından Danimarka, İsviçre, Avrupa Merkez Bankası (AMB) derken kervana en son Japon Merkez Bankası (Bank of Japan – BoJ) katıldı. Bankalar “merkezi takasçı” konumundaki merkez bankalarında tuttukları bakiyeler için ceza ödeyeceklerdi.

Düşük/sıfır faiz politikaları “tükendikten” sonra; yani bedava para programları işe yaramayınca; merkez bankalarının “şapkalarındaki tavşan üretme çiftliklerinden” gelen son tavşan da bu oldu! AMB’nin son toplantıda 40 baz puana kadar “artırdığı”, BoJ’un “açılış eli olarak” 10 baz puandan oyunu açtığı bu yeni araç istenen sonucu verecek mi?

Bence vermeyecek! Neden derseniz; İsveç’te olduğu gibi negatif faizler konut fiyatlarında ciddi bir enflasyona yol açarken (yüzde 20’den fazla) TÜFE’de hedeflenen yüzde 1,7’lerin çok gerisinde kalınmasına neden olmuş.

Negatif faizler bankaları daha fazla kredi vermeye “teşvik etmek” amacını gütse; kredi musluklarını açmayan ve elinde likidite tutmakta ısrarlı olan bankaları cezalandırmayı amaçlasa da, istenilen sonuçlara ulaşması zor görünüyor. Güven ortamı tam olarak tesis edilemedikçe bankalar kredi vermekte zorlanıyorlar. Mevduat sahiplerine de negatif faizi yansıtmaları mümkün olmadığından ödedikleri faiz doğrudan, banka bilançolarına zarar olarak yansıyor. Bu durum zaten yetersiz olan gelişmiş ülke bankalarının bilançolarını bir kez daha olumsuz etkiliyor, sermaye yeterlilik oranlarını aşağı çekiyor.

Sermaye ihtiyacı olan bankalar, para kazanamadıkları bir ortamda yeni sermaye artırımları için sermayedarlarını ikna edemedikleri için de, yüksek faizle sermaye benzeri bono (Coco’lar, Additional Tier II bonoları vb.) ihraç etme yoluna gidiyorlar. Her ne kadar bu yeni “sentetik bonolar” 2008’deki gibi sıradan yatırımcıya değil de profesyonel yatırımcılara satılıyor olsa da akıllara yine “Lehman krizi olur mu” soruları geliyor. Zaten kırılgan olan güven, bir kez daha sarsılıyor. Bunlar işin bilanço ve bankacılık denetim tarafı. İşin bir de piyasalar tarafı var!

Bedava para “müptelası” olan piyasalar şimdi de “negatif faiz” dozunu artırıyor. 2008’de krizin hemen ertesinde işe başlamış, yaklaşık sekiz yıldır piyasalarda işlem yapan birine sorsanız, merkez bankalarının olmadığı bir piyasayı hayal bile edemez. Herkes istediği riski alacak, dert etmeye gerek yok: İşler sarpa sarsa da nasılsa merkez bankaları var, onlar bir çaresini bulurlar. İşte son sekiz yılda işe başlamış olanların piyasa felsefesi bu!

Hal böyle olunca da insan ister istemez 2008’de yaşananlar yeniden yaşanır mı diye sormadan edemiyor. Yine ölçüsüz genleşme, yine MB destekli (2008’in desteği 11 Eylül’den sonra Greenspan’den gelmiştir!) bir genleşme dönemi yaşıyoruz. Bu kez kullanılan enstrüman “negatif faiz” oluyor.
 
Ankara’da üç, İstanbul’da iki bombadan sonra nasıl oluyor da 3,075’leri gören dolar/TL kuru 2,85’lere kadar geriliyor diye soranlara yanıt, herhalde “negatif faiz” olsa gerek…