Merkez Bankası, hukukun üstünlüğü ve hedging

0
35

Bunların üçünü nasıl birbirine bağladığımı merak ediyorsanız az bekleyin, açıklıyorum…

17 Şubat günü TC Merkez Bankası (TCMB) bir açıklama yaptı ve dedi ki: “23 Ocak 2017 tarih ve 29957 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 683 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin altıncı maddesinde değinilen hususlar dikkate alınarak, 1 Ocak 2017 tarihinden önce kullandırılan ve 31 Mayıs 2017 (dahil) tarihine kadar vadesi dolacak olan ihracat ve döviz kazandırıcı hizmetler reeskont kredilerinin, kredi vadesinde ödenmesi kaydıyla, geri ödemelerinin Türk Lirası olarak da yapılabilmesine imkan tanınmıştır. Bu işlemlerde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nca 2 Ocak 2017 tarihinde ilan edilen döviz alış kurları esas alınacaktır.”

Eximbank aracılığıyla şirketlere senet karşılığı TL olarak kullandırılan bu krediler, vadelerinde döviz olarak TCMB’ye ödeniyordu. Rezervlerini bu yolla artırmayı hedefleyen TCMB, 31 Mayıs tarihine kadar bu hedefinden vazgeçiyor. Yılbaşında kamuya olan döviz borçlarının 31 Aralık 2017 tarihine kadar TL ile ödenmesi yönündeki karara benzer olarak alınan bu karar, ilk bakışta bazı şirketleri rahatlatır görünüyor. Nitekim daha önceki dönemlerde bu krediyi kullanmış ancak ihracatta sorun yaşamış olan şirketler TCMB’ye taahhütlerini karşılamak için, piyasadan döviz alarak kredilerini kapatıyorlardı. Bu kararla bu yükümlülükten kurtulmuş oldular.

Üstelik de 31 Mayıs tarihine kadar ve 3,5338 gibi cari (en azından kararın açıklandığı günkü) piyasa fiyatlarının altında bir kurdan kapatma imkanına kavuştular. İhracatını yapmış, şubat sonu itibariyle dövizi gelecek olan bir firma ister spot piyasada dövizini satıp 31 Mayıs’a kadar TL’sini mevduata yatırıp, hem yüksek kurdan dövizini satma, hem de iki aylık TL faizi kazanma şansını elde edebilecek. Ya da forward ile vadeli olarak daha yüksek kurdan satarak daha fazla kâr elde edebilecek.

Referandum dönemine denk gelen bu dönemde şirketleri desteklemek için böylesi “siyasi” bir karar alındı diyelim. Ancak alınan bu karar beraberinde bazı “istenmeyen” sonuçları da getirdi.

Açıklamaya bakıldığında 1 Ocak’tan sonra vadesi dolan kredilere bu hak tanınmış durumda. Peki, bu açıklamanın yapıldığı 17 Şubat tarihinden önce bu kredileri 3,90’lı kur seviyesinden kapatmış ve yükümlülüklerini yerine getirmiş olan şirketler bu “imkandan” yararlanabilecek mi? Geriye dönük bir hesaplama yapılarak şirketlerin aradaki “fırsat maliyeleri” karşılanacak mı? Karşılanmayacaksa, tüm şirket ve bireylere eşit uzaklıkta olması gereken devlet için “güven” sorunu ortaya çıkmayacak mı? Açıklamada “17 Şubat-31 Mayıs arasında vadesi dolan” denseydi belki böylesi bir sorgulama yapılmayacaktı. Ya da “2 Ocak-17 Şubat arasında vadesi dolan kredilerin, kapatıldıkları tarihteki TCMB döviz alış (satış da olabilirdi) kuru arasındaki fark, ödemelerini zamanında yapılacak şirketlere iade edilecek” denseydi bu da kabul edilebilirdi. Bunlar yapılmadı!

Bir firma düşünün, ocak ayının ikinci haftasında 3,85 TL seviyelerinden bu krediyi kullanmış olsun ve vadesi de nisan sonu olsun. KHK’ye dayandırılan bu kararın açıklandığı 17 Şubat’ın bir gün öncesinde dolar/TL kuru 3,67’lerdeydi ve 16 Şubat’ta nisan sonuna 3,72 TL seviyesinden forward ile dolar alarak riskini azaltmaya karar vermiş olsun. Yani riskini “hedge” etmiş olsun. Ertesi gün de bu karar açıklansın. Böyle bir şirketin sahibi veya yöneticisi olsanız 17 Şubat sonrası ne hissederdiniz?
Son zamanlarda alelacele alınmış kararlar ile bir yandan hukukun üstünlüğü sorgulanırken bir yandan da “mağdurlar” ortaya çıkıyor. Ekonomideki en temel unsur olan “güveni” sarsacak bu uygulamalardan kaçınmak gerek.

Belki bu yazı yayınlandığında hatalar düzeltilmiş olabilir. Buna rağmen ilk açıklamanın yarattığı belirsizlikler, kısa vadeyi değilse de uzun vadeyi tehdit eder nitelikte.