Kredi yeniden yapılandırmalarının olası sonuçları

0
31

Geçtiğimiz birkaç ay içinde ard arda dev boyutta kredi yeniden yapılandırılmaları gündeme geldi. Önce Türk Telekom’un sahibi OTAŞ ile başlayan kredilerin yeniden yapılandırılması talebi, Ülker’in kamuya açık bir şekilde bankalara olan borçlarının yeniden yapılandırılması talebi ile başka bir boyuta geçti. Ülker’den sonra Doğuş Holding geldi. Grup başına 4-6 milyar dolarlık borçlardan bahsediliyor. Bunların açtığı yoldan Unit Holding de geçti ve bazı isimlerin daha bu yoldan geçeceği konuşuluyor.
Bankalar Birliği Başkanı ve BDDK Başkanı kredi yeniden yapılandırmalarının bankacılık dünyası için “normal” kabul edilen uygulamalar olduğunu, bunların çok da önemli meselelermiş gibi abartılmaması gerektiğini açıkladılar. Sektörün olağan uygulamalarından olduğu konusunda haklılar. Ancak ‘olağan olmayan(!)’ bu yolu tercih eden isimlerin bu ülkenin en büyük guruplarından olmaları ve bu yeniden yapılandırma taleplerinin; sebepleri farklı da olsa; ekonominin yüzde 7.4 büyüdüğü bir yılın hemen ertesine gündeme gelmesiydi.
2001 krizi yılında “İstanbul Yaklaşımı” olarak adlandırdığımız; tüm sektörün mutabakatı ile krizden zarar görmüş, ancak faaliyetlerini devam etmeleri durumunda ülke ekonomisine katkı sağlayacağına inanılan şirketlerin kredileri yeniden yapılandırılmış, borçları uzun vadeye yayılmıştı. Ancak o yıllar ülkenin yaşadığı en derin kriz yıllarıydı ve bu sayede birçok şirket ayakta kalabilmişti.
Bu denli büyük guruplar yeniden yapılandırma talebiyle ortaya çıkıyorlarsa; diğer sıkıntıda olan şirketler de onların açtığı yoldan giderler mi? Hatta sadece sıkıntılı olanlar değil, sağlıklı olan ancak kredilerini daha uzun vadeye yaymak isteyenler de bu kervana dahil olurlar mı? Bir başka deyişle ‘büyükler ödemiyor, ben mi ödeyeceğim?’ tarzı borçların zamanında ödenmesi konusunda bir tür ahlaki erozyona yol açar mı? Bankacılık otoritelerinin bunu “sıradan” bir durum olarak göstermeleri de bu ahlaki erozyonu destekler mi? Bu kervana yeni isimlerin eklenmesi sadece ekonomideki güven mekanizmasını zedelemekle kalmayacak, bankacılık cephesinde de başka sıkıntıları beraberinde getirecek. Ortalama mevduat vadelerinin 90 günden az olduğu bir ortamda, bankaların aktiflerinin 10 yıla kadar uzaması bankalarda zaten var olan “vade uyumsuzluğu” sorununu daha da artırmayacak mı?
Vade uyumsuzluğundaki sıkıntı; umarız, bankaların ekonominin büyümesine katkı sağlayacak yeni kredi verme konusundaki iştahlarını da azaltacak bir sorun olarak ortaya çıkmaz. Ancak sektörün büyük olasılıkla karşılaşabileceği maliyet artışı konusunda yapılabilecekler sınırlı. Aktif kalitesinde ortaya çıkabilecek bu ve benzeri sorunlar risklerini artıran, bu da uluslararası piyasadaki fonlama maliyetlerini yukarı çeken bir döngüye yol açabilecek.
Eninde sonunda tasarruf açığımızı; bankacılık yoluyla “ithal ettiğimiz tasarruflarla” karşılıyoruz. Bu tasarrufların ülkeye gelmesinin önüne yeni engeller çıkarmak yerine, eski engelleri bertaraf edecek köklü adımlar atmalıyız.
Bu yazının yazıldığı saatlerde Bahçeli’den gelen ‘erken seçime ihtiyaç var’ açıklaması, korkarım bu adımların atılmasını bir süre daha erteleyecektir.