İnat mı, tutku mu?

0
92

Geçtiğimiz Kasım sayısında “Her şeyin başı güven” demiştim. Peki çıktığımız yolda başarılı olmak için inatçı mı, tutkulu mu olmalıyız?
 
Başarılı olmak için inatçı mı, yoksa tutkulu mu olmak gerek? Türk Dil Kurumu’na baktım. İnat için “bir konuda direnme, ayak direme, diretme” tutku için ise “irade ve yargıları aşan güçlü bir coşku, ihtiras” tanımlamaları var. Bankaya para yatırırkenki “güven” ile birbirimize ve ortak değerlere olan “güven” nasıl farklıysa, inat ve tutku da birbirinden farklı. Bana göre tutku daha duygu yoğun, inat ise daha fiziki bir durumu ifade ediyor.

Bir sevgiliye, bir spora, bir müzik aletine tutkuyla bağlı olabilirsiniz. Bu uğurda büyük fedakarlıklar yapabilir, sonsuz emek ve çaba harcayabilirsiniz. Ancak sizin tutkuyla sevdiğiniz birinin, sizi sevmesi için inat edebilir misiniz? Sevmediğiniz bir sporu sırf inat olsun diye yapar mısınız, ya da sevmediğiniz bir müzik aletini sırf annenize ya da babanıza inat olsun diye çalmaya devam eder misiniz? Sanmam… Tutku sizi zenginleştirirken, inat sizi “kuraklaştırabilir”.

Bir iş/finans dergisinde nereden çıktı bu duygusal meseleler diyebilirsiniz. Durun, hemen okumaktan vazgeçmeyin. İnadı da tutkuyu da iş dünyasına değilse de finans dünyasına bağlamama müsaade edin. Eğer bir fon yöneticisi (veya trader) iseniz işinizi tutkuyla yapıyor olabilirsiniz. Ancak inatçı ol(a)mazsınız! Zira yanlış bir görüşünüz var ve piyasa uzun bir süre sizin görüşünüzün aksine gidiyorsa; bu durumda sırf inat yüzünden, tüm yönettiğiniz (kendinize veya başkalarına ait) parayı kaybedebilirsiniz.

Ekonomi yönetiminde de farklı bir durum yok. Ortada bir tutku olması mümkün mü? Ülkeyi dünyanın bir numaralı refah ülkesi yapmak istemeniz bir tutku olabilir. Ancak bunun gereklerini yerine getirmeden; en basitinden küresel eğitim liginde bir numara olmadan; sadece bu işi tutku ile başarabilir misiniz? Sadece “Benim dediğim doğru, sizinki yanlış” saplantısı veya tüm ekonomi literatürü Yüksek faiz, yüksek enflasyonun bir sonucudur” saptamasını doğru kabul ederken, aksini iddia etseniz de bunda “inat” edebilir misiniz? Belki bir süre inat edersiniz ancak genel kabul görmüş fikirler daha ağır basıp, size bu inadın bedelini bir şekilde ödeteceklerdir.

Merkez Bankası için de benzer bir durum söz konusu. Eninde sonunda bir kurumdur ve “tutkudan” değil ama “inattan” söz etmek mümkün. Eski Başkan Başçı üç-beş faizli bir para politikası izledi. İyi bir denemeydi. Barış zamanlarında çalıştı, ancak savaş zamanlarında sendeledi. Yeni başkan bunu “sadeleştireceğim” diye yola çıktı. Genel kabul görmüş tek faize geçecek diye beklenirken, o da kurdaki yükselişi faiz yükseltmeden, arka yollardan dolaşıp, yeniden dört-beş farklı faizli bir para politikasına dönüştürmek zorunda kaldı. Üstelik de hiç bir zaman bir para politikası aracı olarak düşünülmemiş olan “geç likidite penceresi” faizini politika enstrümanı haline getirecek kadar ara sokaklara girdi. Uluslararası fon yöneticileri o yolları bilmiyor, korkuyorlar. Sırf bir inat yüzünden herkesin iyi bildiği otoyol varken, dağ yollarında ne işimiz var? Otoyolda trafik çok daha rahat akarken; arka yollarda sıkışıp, takıldık mı yeniden otoyola dönmemiz çok uzun zaman alacaktır.

Her zaman söylerim; “Piyasaları yönetmek bir sanattır.” Sanat incelik, naifliktir. Sanatta kabalık yoktur. Merkez Bankası da “piyasa orkestrasının” maestrosu olarak bir sanatkar hassaslığına, inceliğine sahip olmalıdır. Gereksiz inat bu hassasiyeti azaltınca “orkestranın” uyumu da bozuluyor.
Ne yazık ki uyumu sağlamak yine maestroya düşecek.