İki cami arası “binamaz”!

0
60

Yakın iki cami arasından hangisine gideceğine karar veremeyip, namazı kaçırmak, “namazsız kalmak” anlamında bir deyiş bu. “Bi”, önüne geldiği kelimeye olumsuzluk veren ön ektir. Bitaraf, bihaber, biçare gibi…

Son dönemde Türkiye için başlıktaki deyime benzer bir durum hasıl oldu! Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri devam ederken bunların uzamasına karşı sert bir tepki ortaya konmaya başladı. Bunun yanı sıra NATO değilse de AB üyeliğine karşın “Şanghay İşbirliği Örgütü Türkiye’yi rahatlatır” söylemi daha yüksek sesle dile getirilir oldu. İki yıl önce Çin’den alınacağı açıklanan füze savunma sistemi ile NATO üyeliğimiz de bir anlamda tartışmaya açılmış oldu.

2008 yılındaydı sanırım. Vatan gazetesinde “AB üyeliğine karşıyım ama AB kriterlerinde bir ülkede yaşamak istiyorum” mealinde bir yazı yazmıştım. “AB’nin sahip olduğu insan hakları, iş yapma biçimi, hukukun üstünlüğü kriterlerine haiz, AB standartlarını kabul etmiş ve bu prensiplere göre eğitilmiş bir nüfus ile AB üyesi olmadan, AB ile rekabet edebilecek bir ülkede yaşamak istiyorum” demiştim. O dönemde de birlik; ortak anayasasını yapamamış, parasal birliğe karşın mali birliğini oluşturamamış bir topluluktu. Brexit ile başlayan süreç korkarım beni haklı çıkaracağa benziyor.

Diğer yandan AB kriterlerinde bir ülkede yaşama umudum da gitgide azalıyor. Son dönemdeki söylemler ve politikalar ülkeyi adeta AB/NATO ile Şanghay Beşlisi (Yeni adıyla Şanghay İşbirliği Örgütü) arasında “binamaz” durumuna getirdi. Kurulduğundan bu yana batı değerlerini benimsemiş ve Atatürk’ün çizdiği yolda “muasır medeniyetlere” ulaşma hedefinden, yüzünü doğuya dönmeye çalışan bir Türkiye’ye doğru mu gidiyoruz?

Yetkililerin kendi açıklamalarına göre ihracatımızın yüzde 49,50’si AB ülkelerine. Türkiye’ye gelen doğrudan sermaye yatırımlarının yüzde 75’i de AB ülkelerinden. Rusya ile uçak krizinden sonraki yumuşamaya rağmen halen daha domates bile satmakta zorlandığımız, en büyük dış ticaret açığı verdiğimiz ülkelerden Rusya ve Çin gibi iki büyük üyesi olan Şanghay bloğu ile nasıl bir ekonomik işbirliği kuracağız da, bu bizi rahatlatacak?

Hükümet yüzünü batıdan, doğuya dönerek daha uygar yaşam koşulları mı, daha medeni insan hakları mı, daha eşitlikçi, demokratik bir toplum mu, daha iyi bir gelir dağılımı mı, daha yenilikçi, özel mülkiyete dayalı büyüme modeline ulaşmayı mı hayal ediyor?

Korkarım bunları doğuda bulma şansımız oldukça az. Diyebilirsiniz ki batıda bulduk da mı neden doğuyu bir alternatif olarak düşünmeyelim? Veya diyebilirsiniz ki biz doğulu bir toplumuz; aslımıza dönelim, fena mı olur? Belki de haklısınız.

Ancak ben yine de sizinle aynı fikirde değilim! Neden mi?

İstanbul’da yaşayanlara soruyorum: Son bir yılda, İstiklal Caddesi ve Taksim’e yolunuz düştü mü? Benim sıkça düştü, yolum düşmediyse de düşürdüm. Sırf nasıl bir değişim olduğunu yakalayabilmek adına. Önceleri anlamadım, yürürken Türkçe, İngilizce’den veya Batı dillerinden çok Arapça ve Farsça duyar olmuştum. Sokak çalgıcıları daha fazla Arap yalellilerine benzer şarkılar çalıyorlardı. Ne oluyoruz, Ortadoğululaşıyor muyuz diye kendi kendime soruyordum.

Sonradan fark ettim… Evet, böyle bir değişim vardı. Londra’da bile benzer bir değişim gözlenebiliyor. Ancak asıl önemli olan Ortadoğu’daki insanların İstanbul’u; kendilerini daha uygar ve özgür “nefes alabilecekleri”, rahat edebilecekleri bir şehir olarak görmeleriydi. Beyaz Türkler olarak anılan kesim de Londra, Amsterdam, Roma veya Paris’te kendilerini daha uygar, daha özgür hissediyor. Dikkat edin kimse uygarlık veya özgürlük deyince yüzünü doğuya dönmüyor!

Biz niye dönelim?
 
** ** **
 
…ve yarın her şey çok güzel olacak!
Yeni yılınız umut, huzur ve barış getirsin hepimize…