Prof. Dr. James A. Robinson: Orta gelir tuzağı yok

0
240

14-15 Kasım tarihlerinde düzenlenecek olan Türkiye Sermaye Piyasaları Kongresi’ne katılacak olan dünyaca ünlü yazar ve ekonomist Prof. Dr. James Robinson, orta gelir tuzağı diye bir şey bulunduğunu düşünmediğini söylüyor. Robinson, “Bizim kuramımız, zenginlik yaratmak için kapsayıcı siyasi kurumlar oluşturmanız gerektiğini ve bunun orta gelire ulaştığınızda değil yoksul olduğunuzda daha kırılgan olduğunu vurguluyor” diyor. 

JAMES A. ROBINSON TÜRKİYE SERMAYE PİYASALARI KONGRESİ’NDE

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği’nin (TSPB) bu yıl ikincisini düzenleyeceği Türkiye Sermaye Piyasaları Kongresi, 14-15 Kasım tarihleri arasında ünlü konuşmacılar ve uzmanların katılımıyla gerçekleştirilecek. ‘Geleceğimiz İçin Büyüme’ temasıyla düzenlenecek kongrede 24 panel ve 21 farklı başlıkta sektöre yönelik eğitim programları da yapılacak Türkiye’nin 2023 vizyonundan hareketle oluşturulan program doğrultusunda, sermaye piyasasının gündemindeki en güncel konular kamu kurum ve özel sektör temsilcileri, akademisyenler ve yatırımcılar katılımıyla tartışılacak. Yaklaşık 5 bin ziyaretçi beklenen kongreye bu yıl katılacaklar arasında  Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Dr. Vahdettin Ertaş, Borsa İstanbul Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Himmet Karadağ, dünyaca ünlü yazar ve ekonomist Prof. Dr. James Robinson, yazar Chris Skinner, Dünya Bankası Kalkınma Beklentileri Grubu Direktörü Dr. Ayhan Köse, Eski Hazine Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez gibi önemli isimler yer alıyor. Kongrenin açılış konuşmacılarından biri de Massachusetts Institute of Technology’den ekonomist Daron Acemoğlu ile birlikte “Ulusların Düşüşü” kitabını yazan James Robinson olacak. Dünyada birçok ödüle aday gösterilen ve kısa sürede birçok baskı yapan kitap, Doğan Kitap tarafından Türkiye’de ilk olarak 2013 yılında yayınlanmıştı. Kitapta, ulusların ekonomik ve politik gelişmeleri arasındaki farklılıkların nedenleri tarihsel bir süreç içerisinde analiz ediliyor. Prof. Dr. Robinson, Türkiye’nin büyüme sürecine ve geleceğe dair görüşlerini kongrede katılımcılarla paylaşacak. Ayrıca, kongrede kitap imzalama etkinliği de düzenlenecek. Prof. Dr. Robinson kongre öncesinde sorularımızı yanıtladı.
 
Gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın yapısal temelini oluşturan kapasite ve dengelerin büyük resmine baktığımızda hangi ülkeler gelecekte daha şanslı olacak? Türkiye’yi de bu kapsamda değerlendirir misiniz? 
​Türkiye’nin kapsayıcı bir toplum inşa etme yönünde önemli adımlar attığını ancak, açıkça görülen meydan okumalarla da karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Örneğin, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişe dünyanın her yerinde güçler ayrılığının azalması ve daha kötü ekonomik performans eşlik ediyor. Bu Türkiye’nin bölgede karşı karşıya olduğu; Kürtler gibi özerklik isteyen azınlıklar ve bunun yanında kendi tercihlerinin yasalarda kutsal kabul edilmesini isteyen dini gruplar gibi meselelerle başa çıkmasını güçleştiriyor. Bu, kapsayıcı bir toplum yaratmaya yönelik bir mücadele. Ancak, benim açımdan büyük resim, sivillerin sonunda askeriye kontrol sağlamayı başardığı canlı bir demokrasi şeklinde. Dahası, dinsel tercihlerin ve kültürel kimliklerin baskı altına alındığı askeri rejimler altında uygulanan türden zoraki modernleştirme politikasından ayrılmanın zor olduğu da açıkça görülüyor.
 
Türkiye kısa vadede orta gelir tuzağından kaçınmak için neler yapmalı?

​Aslında ben orta gelir tuzağı diye bir şey bulunduğunu düşünmüyorum. Bizim kuramımız, zenginlik yaratmak için kapsayıcı siyasi kurumlar oluşturmanız gerektiğini ve bunun orta gelire ulaştığınızda değil yoksul olduğunuzda daha kırılgan olduğunu vurguluyor.
 
Global ekonominin ağırlık merkezinin Asya’ya kayacağı ve bunun merkezinde de Çin’in yer alacağı konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
​Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Çin zengin bir ülke olmak için gereken siyasi kurumlara sahip değil. Şu andaki ekonomik büyüme deneyimi geçici olma özelliğini taşıyor. Tabii ki Çin çok büyük olduğu için bu etkileyici ancak, ülkenin şu andaki yaşam standartları Brezilya ile Malezya’ya benzer ve gelişmiş bir ülke ile arasındaki mesafe çok büyük. En büyük endişem, şu anda Çin’de var olan denge durumu ortadan kalktığında potansiyel bir siyasi kargaşanın yaşanması olacak.
 
Global olarak bütün ülkeler FED’in ya da diğer bir deyişle ABD’nin ekonomideki adımlarını takip ediyor. Ülkeler buna hazırlıklı mı?
​Parasal gevşemeye atıfta bulunuyorsanız, makroekonomik politika konusunda uzman değilim. Daha genel olarak, ABD’de de çok sayıda kapsama sorunu açık olduğu için ülkelerin kapsayıcı kurumlar oluşturma dışında ABD’nin yolunu izlemeleri gerektiğini düşünmüyorum. Başka yerler çok daha iyisini başarabiliyor. Japonya hangi kurumları ve teknolojileri alırken hangilerini reddedeceğine karar vererek kendi tarzında bir ekonomik güç merkezi haline geldi. Japonya belirgin kültür ve değerlerini korurken kendisini modernleştirdi. Bunun kalkınmaya çalışan her ülke için ilham verici olması gerektiğini düşünüyorum.
 
Brexit’in ardından Avrupa nasıl şekillenecek?
​Son zamanlardaki olgular Avrupa İngiltere olmadan yoluna ilerlerken İngiltere’nin daha marjinal ve çok daha zayıf bir kalkınma rotasına gireceğini düşündürüyor. AB’nin üzerinde çalışmayı gerektirdiği aşikar ve kurumsal olarak kendisini yeniden icat etmesi gerekiyor. Ancak, bu Avrupalılar adına muhteşem bir şey oldu. Kendi milliyetçi politikaları ve geçmişte yaşamaktan vazgeçmeyi başaramamaları İngilizlerin yüzünü kara çıkardı. (Ve bunu bir İngiliz olarak söylüyorum!)​
 
Ülkelerin neden başarısız olduğunu ayrıntılı olarak incelemenizin ardından devletlerin nasıl daha fazla kapasite yarattığına odaklanıyorsunuz. Despota dayalı rejimlerin kazanan taraf olmayacağını belirtiyorsunuz. Despotik bir yönetim ile sivil toplum arasındaki mücadelenin yaşandığı bir toplumun disiplinli bir despotik rejim altındakine göre nasıl daha fazla kapasite yaratacağını düşünüyorsunuz?
​Devlet ile toplum arasındaki ​mücadelenin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü, devletlerin bu olmadan kapasite yaratma güdüsünü taşıması mutlak geçerlilik taşımıyor ve devletler bu durumda kamu refahını gerçekten artıracak türden doğru bir kapasiteyi üretme isteğine de sahip değildirler. Örneğin, Güney Afrika’yı ele alalım. Beyazların iktidarda olduğu Apartheid sırasında güçlü bir vergi sistemi istemiyorlardı çünkü bu sadece kendilerini vergilendirmek için kullanılabilirdi. Ancak, 1994’ten sonra demokrasi gerçekleştiğinde Afrikalılar beyazların daha önce umursamadığı kamu mallarını sunabilmek için vergi sistemini kurdular.
 
 
Bu kapasite başarısızlıktan kurtulmak için yeterli mi?

​Başarısızlık riskinden kaçınmak için devlette ve toplumda oldukça büyük miktarda kapasiteye sahip olmanız gerekir. Devletin kamu mallarını sağlayabilmesi; aynı zamanda olanları kontrol edebileceğini ve sisteme muhalefet etmektense onun içinde çalışmanın muhalefet etmeye oranla daha iyi olduğunu düşünen vatandaşların gözünde kendisini meşrulaştırması gerekir. Bu yüzden bunu oluşturmak zaman alır.
 
Demokrasiyi vatandaşlar tarafından talep edilen; yüksek maliyet ve kendi imtiyazlarını sürdürememe riski ile karşılaşmadıkları sürece elitler tarafından karşı çıkılan bir şey olarak tanımlıyorsunuz. Bu, geçen yüzyılın sonunda ortaya çıkan rejim değişikliklerini ve şu anda yaşanan iç çatışmaları açıklıyor mu?
​Bizim teorimiz oldukça basit: kimse iktidarı devretmekten hoşlanmaz. Arap baharını düşünün: Mübarek, Bin Ali ve Esad rejimleri kendi iradeleriyle demokratikleşmeyecekti. Siyasi sistemlerini açmaya zorlanmaları gerekiyordu. Bu Tunus’ta işe yaradı. Suriye’de Esad hâlâ savaşıyor; demokrasinin yükselişini bastırmayı başardı ve şu anda iktidarını sürdürmek için İslami aşırılıktaki yükselişi avantaj olarak kullanabiliyor. Çünkü uluslararası toplum buna Suriye demokrasisinden daha fazla odaklanmış durumda. Mısır’da askeriye kontrolü geri almayı başardı. Bu nedenle kuramımızın şu anda yaşanan olayları açıklama konusunda oldukça önemli boyutta bir açıklama gücüne sahip olduğunu düşünüyorum.
 
Şu anda elitler ve vatandaşlar kimler? Dünyanın daha iyi olması için çalışan zengin girişimcilerin ve kendi vatandaşlarını koruyup onlara seçenek sunmak adına bunlara para cezası veren devletlerin bulunduğu bir ortamda bu tanımlamalar nasıl değişiyor?
​​Farklı ve birbiriyle rekabet içinde olan çok sayıda özerk grubun içinde yer aldığı çoğulcu bir topluma sahip olmanın önemine inanıyorum. Tarihsel olarak girişimciler ve iş dünyasının elitleri talep edilen kurumsal değişimleri teşvik etme konusunda önemli roller oynamışlardır ancak, tabii ki tekeller yaratmayı da isterler. Dolayısıyla bu bir denge. Örneğin, Bill Gates bilgisayar sektöründe ve yakın zamanda hayırseverlikte birçok muhteşem şeyi gerçekleştirdi. Ancak, piyasadaki gücünü suiistimal etmeye de çalıştı ve ABD  anti-tröst yetkilileri tarafından cezalandırıldı. 
 
Facebook demokrasisi ya da başka bir deyişle 2 milyardan fazla insanı bir araya getiren bir platform, demokrasi kavramını ve karar almayı nasıl değiştirebilir?
Daha fazla bilginin demokrasiyi teşvik ettiğini gösteren çok sayıda kanıt olduğunu düşünüyorum. Bugünkü Çin gibi her diktatörlük vatandaşlarının bildiklerini ya da anladıklarını umarsızca kontrol etmeye çalışıyor. Bunun durumu açıklayan kanıt olduğunu düşünüyorum. Ancak, enformasyon tek başına yeterli değil. Bunları kontrol edenin kim olduğu da önem taşıyor ve son ABD seçimlerinin gösterdiği gibi insanlar enformasyonu farklı biçimlerde yorumluyor. 1940’larda George Orwell ve diğer birçok kişi, radyo gibi o zamanın modern enformasyon teknolojilerinin totaliterliği teşvik edeceğini düşünüyordu. Yani internet de belki çok daha temel şeylerle karşılıklı etki yaratabilir. Bunun örnekleri olarak eğitim ve toplumun bunu kapsayıcı hale getiren bakış açılarını, farklı azınlık gruplarına yönelik ayrımcılığın ortadan kalkmasını ve içinde yaşadığınız toplumun doğası ile ilgili siyasi ve toplumsal inançlarınızı şekillendiren sosyal akışkanlığı belirleyen etkenleri gösterebiliriz.
 
PROF. JAMES A. ROBINSON KİMDİR?
Siyaset bilimcisi ve ekonomist James A. Robinson, halen Chicago University Harris School of Public Policy’de görevini sürdürüyor. Yayımlandıktan sonra kısa sürede ses getiren “Ulusların Düşüşü – Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri” isimli kitabını, MIT Profesörü Daron Acemoğlu ile beraber kaleme aldı. Kitapta bazı ulusların diğerlerine göre daha zengin ve refah seviyelerinin yüksek olmalarının cevapları okuyucularla paylaşılıyor. Prof. Robinson, gerçek dünyadan örneklerle ulusların başarı ve hatalarının zıtlıklarını gösteriyor. Ekonomik olarak güçlü olmanın sırrı, güçlü bir devlet, etkin kurumlar ve sağlam altyapıdan geçiyor. Prof. Robinson’ın MIT’de görev yapan Prof. Daron Acemoğlu ile beraber kaleme aldığı bu çığır açan kitap 15 yıllık bir çalışmanın ürünü. Kitap “Neden dünyada bazı ülkeler zenginken, bazıları yoksuldur” sorusunun cevabına yenilikçi bir bakış açısıyla düşünmemizi sağlıyor. Kitap, bazı tarihçilerin aksine, toplumların gelişiminde iklim koşulları ve teknoloji dışında faktörlerin de etkili olduğunu ortaya koyuyor.