Özince: Bankacılık sektörü enstrüman şekillendiremiyor

0
83

Fortune 500 Türkiye gala gecesinde Fortune Türkiye yazarı Ali Ağaoğlu’nun moderatörlüğünde“Türkiye’de yeni dönem: Fırsatlar ve riskler” başlığıyla düzenlenen panelde konuşan Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı ve Şişecam Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, bankacılık sektöründe bir sorun olmadığını belirterek, “Bankacılık sektörümüz enstrüman şekillendiremiyor. Bilhassa tüketime dönük enstrümanlarda yaptığı inovasyonları tasarrufa dönük, kaynağa dönük alanlarda yapamıyor” diye konuştu.
 
Özince, konuşmasına ABD Merkez Bankası’nın (Fed) faiz artırım sürecinin piyasalarda yarattığı risklerle başladı: “FED’e gelene kadar o kadar çok risk varki. Bu risklerin başında siyasi risk geliyor. Çevre ülkelerde çok ciddi gelişmeler oluyor. Dolayısıyla Fed gibi gelişmeleri Türkiye açısından çok önemli riskler olarak görmüyorum. Bu tür riskler piyasayı anlık izleyenler için geçerli olabilir. Maliyet ve vade olumsuzluklarını hep yaşadık. Şu anda zaten yatırımcılar ciddi bir finansal riski kalelerinde görmüş durumda.
 
Çok daha önemli riskler gündemimizde. Bunların başında siyasi riskler geliyor. Ülkemizde ve içinde bulunduğumuz coğrafyaya ait siyasi riskler…
 
Dünya piyasalarında, Amerika orijinli hareketlerin gelişmekte olan piyasaları ve Türkiye’yi de etkileyeceği normal. Türkiye gibi meşhur, onlarca yıldır yere göğe sığdıramadığımız potansiyele sahip bir ülkede de, bunlar olsa olsa finansman koşullarını olumsuz etkiler. Ama imkansızlık seviyesine getirmez. Türkiye ufak tefek dış kaynak destekleriyle işini yürütegelmiştir.
 
Maliyet ve vade olumsuzlukları hep yaşamışızdır. O da küçümsenecek bir faktör değildir. Ama Türk yatırımcısının veya Türkiye’de yatırım yapan yatırımcıların gözünden bakarsak, son bir yıl içinde bahsettiğimiz kur riskinin yanında, mevzu bahis olabilecek faiz ve vade riskleri pek önemli değil.
 
Ali Ağaoğlu:  Türk şirketlerinin faiz riski yönetimi konusunda bir takım sorunları ve birtakım alışkanlıkları var.  Şirketler kar yazıyor,faizler yükseldiğinde de zarar yazıyorlar. Fortune500’de her yıl bu çok net ortaya çıkıyor. Tecrübeniz ne diyor? Neleri değiştirmemiz lazım?
Özince:
Tecrübemiz yok . Çünkü o tür risklerden korunacak piyasalarımız hiç olmadı. İstanbul Finans Merkezi diye konuşurken, aslında arzumuz, finansın olgunlaşmasıydı. Türkiye’de varsa yoksa bankacılık. Türkiye’de sermaye piyasası yok. Yok derken, elbette var, kimse alınmasın ama GSMH’ye oranını düşünürsek mali sektörün tamamı da sermaye piyasası çok çok yetersiz. Yani, hangi riski kim yönetebiliyor ki şirketler yönetsin.
 
Türkiye’de çok sevdiğimiz bir laf oldu; mortgage. Ne mortgage’ı? Hangi mortgage? Hangi banka konut finansmanını uygun bir fonlamayla fonlamış? Bir tane örneği var mı? Konut kredisinde balondan bahsediyoruz. Balon varsa eğer, bana göre finansmanını yaratmada balon vardır. İki ay vadeli mevduatla 6-7 sene vadeli krediyi veriyorsanız, ki veriyoruz ve bunu özkaynak gücümüze dayanarak yapıyoruz, ama piyasanız son derece sığ. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın önderliğinde finansal piyasalar kurulalı, İzmir’de iş adamlarının önderliğinde vadeli işlemler piyasaları kurulalı bunca yıl oldu, ama biz hala en basit faiz- kur risklerini, karşılıklı riskleri karşılaştırmada siftahımız yok. Bir banka uluslararası normlarda ayağını yorganına göre uzatır. Yani riski alacaksanız gücünüzle bağlantılı risk alın. Ama bizim bugün ülkemizde, ne finansal risklerin yönetilmesine uygun enstrümanlarımız, ne de birçok diğer riske uygun sigorta ürünümüz yok. Bunların olabilmesi için işin alfabesinden başlayarak öncelikle borsa ve piyasalarımızı sıfırdan başlayıp kurmamız lazım. Bu kolay bir şey değil ama çok zor da değil.
 
Mutlu Dergi Grubu’nun yüzde 80’inin NIKKEI tarafından satın alındığını öğrenince merak ettim. Tokyo Borsası’na girdim. Dünyanın 3. Borsası. İlk ikisi Amerika’da. Yani ülke odaklı bakarsanız Japonya ikinci.Bir ekonominin risk yönetmesi değil, yol kat etmesi için teknolojiden önce, bünyenize, gövdenize uygun bir motorunuzun olması yani bir makine lazım. Makine de, mali sektör.
 
Yönetmek için şirketlere ne lazım derseniz? İlk önce hiç değilse bütün şirketlerin finans yöneticisi olsun; işinin ehli, uygun tahsil yapmış ve dünyadan haberdar bir finansman yöneticisi. Finansal partnerlerimizi doğru seçelim ve üçüncüsü finansal risklerimizi tanımlayalım. Kar etmek zarar etmek, eğer yönetebildiğiniz risklerse, çok önemli değil. Uygun ürün veremediğimiz için o riskleri görmek kolay değil. Dua etmekten başka çaremiz yok.
 
Ağaoğlu: Peki Finans merkezi nasıl olacağız?
Özince: Dünyadaki bütün finans merkezlerinin yaşadığı böylesine bir krizde, gelişmekte olan ülkelerin finans merkezlerinin gelişmesine, derinleşmesine bir olanak doğar sanmıştım. Bunun o kadar kolay olmadığın görüldü. Türkiye’de hala bir potansiyel var.İnanmak lazım. Finans merkezi için hedef serbest piyasa ekonomisine ve dünya sermayesine her şeyimizle inanmak lazım. Önemli eksiklerimiz oldu. Finansal kaynaklar için sürpriz yaratmayacak bir ülke veya ev sahibi görünümünde olmamız lazım.
 
Ağaoğlu:  Geçenlerde bir röportajınız yayınlandı. Sanayi ile inşaat sektörlerine yönelik bir değerlendirme yapmışsınız. Öncelikle bankacılık nereye gidiyor ve sanayi ve inşaat arasındaki dağılım nasıl olmalı?
Özince: Birçok ülkede problemler var. Amerika’da hâlâ sıkıntılar var. Bankalara büyük büyük cezalar kesiliyor.
Veriler, bizde bankacılığın göreceli olarak iyi olduğunu gösteriyor ve esasen bankacılığımızın göreceli yönünden öteye de övünülecek bir tarafının olduğunu ben düşünmüyorum. Çünkü övünülecek bir tarafı, ekonominin boyutu ile mütenasip bir mali sektör olmadığını söyledikten sonra ‘valla eskisinden çok güçlüyüz’ vs… Mucize istersek o kadar çok mucize var ki. Ben hafta sonu Yalova’da çocukluğumda oturduğum köye gittim; şaşırdım gelişmelerden çünkü ben orada otururken köyde elektrik yoktu.
 
İyi de bütün bunlardan, bilgiyi yönetiyor olabilmekten biz mukayeseli hangi üstünlükler çıkartabiliriz dediğimizde, para olmadan bir şey çıkartamayız. Yani piyasa olmadan, para olmadan, kapital olmadan, sermayedarınızın bilgiyi sizin piyasanızda değerlendirme arzusu, iştahı, ruhu olmazsa, gerisi çok önemli değil.
 
Sermaye piyasası açısından çok çok zayıf olduğumuzu ifade etmek isterim. Bu, inşaatla sanayide bazı polemik yaratacak değerlendirmeler de oldu yakın zamanda. Bir defa kimsenin kimseye kızmasına gerek yok.
 
Biz İstanbul Finans Merkezi deyince İstanbul’da olmayanlar sanki kendileri bir şeyden mahrum kalacakmış zannettiler. Hayır, İstanbul Finans Merkezi’nde arzu edilen bütün Türkiye’nin çok daha liberal, çok daha dünyanın arzuladığı, yörenin arzuladığı bir finans olgunluğuna erişmesiydi. Keza inşaata da Türkiye’de çok ihtiyaç var, sanayiye de çok ihtiyaç var. Kaldı ki, inşaat sektörü dünya çapındaki sektörlerimizden bir tanesi. Bina stokumuzun yenilenmesi, deprem riskinin yüksek olduğu şehirlerimizde hala çok önemli bir konu. Her sektörün kendi içinde yönlendirilmesinde, uygulamalarında yanlışlar, hatalar olabilir. Ama sonuç itibariye ben gayrimenkul ile ilgili gelişmemizi henüz çok yetersiz görüyorum.
 
Özellikle gayrimenkul piyasaları açısından hiçbir şey yapmış değiliz. Mesela bugün tartışılan konulardan bir tanesi, gayrimenkul rantı. Gayrimenkul rantı, bunu piyasa üzerinden yapar ve yayarsanız aslında toplum açısından tasarruf kaynağı olacak enstrümanlar yaratır.
 
Ama siz aynen bankaların karına kızar gibi burada rant falan yere gitti, İspanya’ya gitti, sonradan tekrar üretime dönmedi diye hayıflanacaksanız, o zaman piyasa kurup o serveti piyasaya getirmeye çalışacaksınız. Siz kendi piyasanıza getirmezseniz, başka piyasaya gidecek. Şöyle toparlayayım: Bankacılık sektörümüzde sorun olduğunu düşünmüyorum. Bu konularda olsa olsa şu olabilir: bankacılık sektörümüz enstrüman şekillendiremiyor. Bilhassa tüketime dönük enstrümanlarda yaptığı inovasyonları tasarrufa dönük, kaynağa dönük alanlarda yapamıyor. Bu konularda da yine özendirici önlemler olabilir. Çok daha özendirici önlemler gerekli. Mesela, borsada ne güzel vergi avantajları vesaire var. Kısacası bankacılıkla ilgili diğer bir kaygı şu olabilir: Biraz daha liberalize olmasını isteyebiliriz bu piyasanın. Ben şahsen isterim ki bütün bankalarımız sermaye piyasasına açık banka olsun. Bütün kamu bankalarımız da dahil buna. Tabii, illa özelleşmesi ile ilgili bir polemik yaratmak açısından söylemiyorum. Bugün Ziraat Bankası dahilhalka açık olmayan bankalarımız da bilançolarını yayınlıyorlar ama mukayeseli, vergi mükellefinin görmesi açısından en azında bütün şirketlerimizin bilanço şeffaflığı yararlı olur.
 
 Ben bir iki hususa daha işaret etmek istiyorum. İnsan sermayesi bu gibi ülkelerin elindeki en önemli kaynaklardan bir tanesi olabilir. Demografiye bakıldığında Türkiye’nin elinde bir potansiyel var gibi görünüyor. Bu bir potansiyel de olabilir, çok büyük bir problem de olabilir. Şu anda problem ayağında görünüyor. Neden? Vasıflı işsizlik çok, genç işsizlik normalin üzerinde yani averajın üzerinde genç işsizlik…Geçenlerde Dünya Gazetesi’nde okudum, ziraat mühendisleri ile gıda mühendisleri kendi branşlarında çalışmıyormuş. Doğru, bizde çalışıyor çoğu. Ama bu memnuniyet verici bir şey olmasa gerek. Keza bilgi çağında şöyle bir problem var: Biz uluslararası eğitim liglerinde iyi bir yerde değiliz ki bu kadar çok bilgiyi doğru kullanıyor olalım. O bilgi doğru kullanılacak ki, bir finansçı olarak onun yapacağı işte fizibilite göreceğim de gireceğim. Yoksa bilginin mucizelerine şaşarak ya da ne kadar çok bilgi var diyerek bir yere varmamız mümkün değil. Bir ekonomi yönetilerek başarı kazanabilir bugünün dünyasında. Gelişigüzel çabalayarak, çok gayret sarf ederek, çok çalışarak bir yere varılmaz.
 
Bilim ve akıl ve metot. Bunları yapmadan bugünün dünyasında mucize elde etmek kolay değil. Bizim mucizeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.Çünkü özellikle sanayide makine devrimini kaçırmış bir ülkeyiz.
 
Şimdi aslında teknoloji devrimini de aslında bugüne kadar ıskalamış vaziyetteyiz. Biz teknolojide daha çok tüketen ayakta varız. Bu insan yapısına bakıp Cumhuriyet’in 100’üncü yılına kadar biraz mukayeseli üstünlük geliştireceğimiz alanlar aramamız lazım. Hiçbir şey yapılmıyor değil. Mesela turizm alanında, mesela lojistik alanında… Biraz belki yöreye göre sağlık alanında. Biz dünya çapında olmayabiliriz ama yöremizde önderlik yapabileceğimiz alanlar geliştirebiliriz.
 
Bu arada enerji ile ilgili problemimizi mutlaka çözmemiz lazım. O konuda da önemli adımlar atıyoruz. Yani yapabileceklerimizin peşinde olmamız lazım. Bizim bir Google yaratmamıza ihtiyaç yok. Bizde bankacılar hakikaten inşaatın dışında, inşaatın dışında bir üretim yapmıyoruz diye ne inşaata bir yanlışlık biçmek doğru, ne diğer adamlara bir olumsuzluk biçmek doğru.
 
Bir piyasanın arz ve talebi zaten en önemli ölçüsüdür ama burada da yönlendirici olmak; özellikle teşvik mekanizmalarını daha ince yapmak…. Bugün Maliye Bakanlığı yaptığı açıklamalarda“İyi enerji, düzgün enerji tüketen cihazların vergisini indireceğim” diyor.Tamam, ne kadar güzel. Bu tür ince detaylarla uğraşarak Türkiye’ye mukayeseli üstünlük kazandırmak lazım. Elde uygun insan sermayesi var.
 
Bir örnekvereyim: Dünyada satranç sporunun en hızlı geliştiği ilk üç ülkeden bir tanesiyiz. Niye? Malzeme var. Sünger gibi. Bence şimdiki nesilde değil de bir sonraki nesilde; hatta belki Süreyya (Ciliv) Bey’in oğlundan sonraki nesle artık belki yetiştirebiliriz. Ama orada da olmazsa olmaz bir şey var. Bize eğitim değil, kaliteli eğitim lazım. Biz bugün Google’ı kullanıp çok iyi şey yapıyoruz; Google’lıyoruz ama dört işlemi doğru düzgün yapabiliyor muyuz; dünya ile rekabet edecek matematik bilgimiz, fen bilgimiz, pozitif bilim iştahımıznerede, ona bakmak lazım. Başkalarına öykünmenin yararı yok. Ümitsizliğe düşmeye de hiçbir şekilde gerek yok. Türkiye’nin burada çok ciddi bir tecrübesi ve geçmişle kıyaslanırsa tabii, çok kat edilmiş, çok başarılı geçirilmiş bir yolu var ama adımlar artık geometrik, kuantum gidiyor. Yani önceki 10 yılla, 20 yılla önümüzdeki 10 yıl hiç aynı olmayacak. Hatta izafi açıdan da aynı olmayacak.