‘Otomotiv grevinin zamanlaması manidar’

0
60

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Bursa’daki otomotiv işçilerinin iş bırakma eyleminin manidar olduğunu belirterek, benzer durumların daha önce pek çok sektörde olduğunu ancak böylesine kamuoyuna mal edilerek işlenmediğini söyledi.
 
Babacan, Habertürk ve Bloomberg HT televizyonlarının canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
 
Otomotiv işçilerinin iş bırakma eylemine ilişkin bir soru üzerine, otomotiv sektörünün şu anda bir numaralı ihracat sektörü durumuna geldiğini belirten Babacan, sadece tamamlanmış ürün değil, yan ürünlerle beraber, yedek parçalar ile beraber çok önemli bir sektör olduğunu ifade etti.
 
Babacan, Türkiye otomotiv sektörünün dünya tedarik sisteminin bir parçası olduğunu dile getirerek, sevkiyatta bir aksamanın başka ülkelerdeki fabrikaları da etkileyebileceğine dikkati çekti. Sektörün küresel açısından stratejik bir nitelik kazandığının altını çizen Babacan, konunun özel sektör ile sendikalar arasındaki bir konu olduğunu belirtti.
 
Ali Babacan, devlet olarak baştan müdahil oldukları bir konu olmadığını ifade ederek, şöyle konuştu:
 
“Oturup da toplu sözleşme ile devlet olarak işin içinde olduğumuz bir tablo da değil. Bu konular durup durup da seçime 2-3 ay kala gündeme geldiğinde ister istemez bizde bazı şüpheler oluşturuyor. Bu gerçekten tamamen bir işçi işveren ilişkisi ile ilgili bir konu mu, yoksa ‘işin ideolojik, siyasi boyutları var mı, yok mu’ diye bizi şüphelendiriyor açıkçası. Bu noktada bu konunun gündeme gelmesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu. Bizim hem Çalışma Bakanımız hem de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız, her ikisi de konu ile çok yakından ilgileniyor. Her kesimle görüşüyorlar, hem işveren ile hem sendikalar ile görüşüyorlar. Ümit ediyorum ki önümüzdeki günlerde makul bir çözüme ulaşılır. Ama eğer sebep siyasi ya da ideolojik ise o zaman nasıl seyreder, hep beraber göreceğiz. Ne yapılırsa yapılsın, arkasında bir ideoloji, bir siyaset kurgusu varsa, o problemli tabloyu sürdürmeye gayret edilecektir.”
 
İş bırakma eyleminin zamanlama açısından manidar olduğunu ifade eden Babacan, benzer durumların daha önce pek çok sektörde olduğunu ancak böylesine kamuoyuna mal edilerek işlenmediğini bildirdi. Babacan, bu sürecin testten geçeceğini vurgulayarak, “Biz üzerimize düşeni yapıyoruz. Sayın Başbakanımız çok yakından ilgileniyor konuyla” dedi.
 
Sendikacılık konusunda, özellikle işçilerden alınan sendika aidatlarına ilişkin bir düzenleme yapılıp yapılmayacağının sorulması üzerine Babacan, 25 dönüşüm programından birisinin işgücü piyasalarının etkinleştirilmesiyle ilgili olduğunu hatırlattı. Konunun hassas olduğunu dile getiren Babacan, “Mutlaka siyasi ortamın sakin olduğu bir dönemde, sosyal taraflarla görüşerek, makulu bulacak bir çaba içinde olmamız gerekiyor” ifadesini kullandı.
 
İşgücü piyasasında düzeltilmesi gereken konular bulunduğunu anlatan Babacan, bir yandan çalışanların haklarını dünya standartlarında korumaya çalışırken, bir yandan da Türkiye’nin rekabet gücünü koruyacak bir anlayışın oluşturulması gerektiğini belirtti. Aksi durumda ya işgücü istismarına yol açılacağını ya da ülkede işsizliğin artacağını ifade eden Babacan, “Çalışanların hakları ile ilgili rasyonel bir çerçeve yoksa, bir aşırılık varsa, bu aşırılık sonunda fabrikaların kapanmasına veya yeni fabrika açılmamasına ve işsizliğin çoğalmasına sebep olabiliyor” diye konuştu.
 
Babacan, ideoloji ve farklı siyasi görüşlerden arındırılmış, hem işveren hem de çalışanlar için Türkiye’nin tümünü düşünerek güçlü bir işgücü piyasası oluşturulursa bunun Türkiye’nin önünü açacağını söyledi.
 
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, sendika aidatlarıyla ilgili, “Sendikaların da kuşkusuz giderleri var. Onlar da kendi işlerini yerine getirmek için belli miktarda bütçe oluşturuyorlar ama bunun mutlaka makul olması lazım. Gerçekten işçilerin hizmetinde, sendikanın makul giderlerinde kullanılması lazım. Orada da aşırılıklar varsa, aşırılıklar işçiden daha fazla aidatla kapatmaya çalışılıyorsa, onların hepsine müdahale gerekir” değerlendirmesinde bulundu.

“VAATLER AÇIK ARTIRMAYA DÖNÜŞTÜ”
Muhalefet partilerinin ekonomik konulara ilişkin vaatlerini değerlendiren Babacan, çok sayıda siyasi partinin geniş kesimleri ilgilendireceğini düşündükleri konularda vaat yarışına girdiğini ve bunun adeta “açık artırmaya” dönüştürüldüğünü söyledi.
 
Geçmiş dönemlerdeki popülist vaatler sonucunda iki haneli, üç haneli enflasyonların yaşandığını anlatan Babacan, “Eğer bir taahhüt varsa, bunun da kaynağı çok açık bir şekilde ortaya konulamıyorsa bunun arka planında bir enflasyon niyeti vardır. Bir yandan bu artışları verirken bir yandan da Merkez Bankasına karşılıksız para bastırıp, üretilecek enflasyon ile bu daha sonra eritilecektir. Burada önemli olan asgari ücretin ya da emekli maaşının kaç lira olduğundan öte bunun satın alma gücüdür” diye konuştu.
 
Babacan, muhalefet partilerinin ekonomik vaatlerinin kaynağını ortaya koyamamasının “para basma politikasının öncü haberi” olduğunu belirterek, söz konusu vaatleri gerçekçi bulmadığını dile getirdi.
 
Bütçe açığıyla ilgili söylemlerde de söz konusu partilerin ciddi hesap hataları yaptıklarını kaydeden Babacan, Türkiye’nin bütçe açığını artırma marjı olan bir ülke konumunda bulunmadığını belirtti. Babacan, “Türkiye için bütçe açığını artırmak eşittir cari açığı artırmaktır. Biz, cari açığı azaltmak için bu kadar tedbir alırken, cari açığı yüzde 10’lardan alıp bu yıl belki yüzde 4-5 aralığına düşürecekken ‘biz bütçe açığımızı artıralım’ demek eşittir cari açığın artması demek” değerlendirmesinde bulundu.
 
Babacan, cari açığın yanına bir de bütçe açığı eklendiğinde ekonomide riskin yükseleceğini ve faizlerin artacağını ifade ederek, paranın satın alma gücünün kaç lira maaş alındığından daha önemli olduğunu vurguladı.
 
“REFAH VE ÜRETİM UYUMLU OLMALI”
AK Parti iktidarlarından önceki dönemlerde sabit gelirlilerin sürekli olarak enflasyon karşısında ezildiğini dile getiren Babacan, “Enflasyon, bir bakıma gizli bir el olarak maaşlarını ve refah seviyelerini aldı, götürdü” dedi.
 
Kendi hükümetleri döneminde verdikleri sözleri tuttuklarına ve yapamayacakları konular hakkında söz vermediklerine dikkati çeken Babacan, anılan dönemde sadece asgari ücretlerde değil, memurların satın alma gücünde de artışlar yaşandığının altını çizdi.
 
Türkiye’de oluşan “refah ile üretimin mutlaka uyumlu olması” gerektiğini belirten Babacan, bu olmadığında Yunanistan’ın durumuna düşülebileceğini dile getirdi.
 
Yunanistan’da 100 bin memurun işten çıkartıldığını anımsatan Babacan, “10 milyonluk ülkede 100 bin memur işten atıldı. Bizim 80 milyonluk ülkede bunun karşılığı 800 bin memurun işten atılması anlamına gelir. Bugün Türkiye’de 800 bin kişinin işsiz kaldığı bir ortamı düşünün. Herhalde Türkiye’deki duruma kimse imrenmez. Bir yandan da çalışanların maaşlarını ve refahını düşürüyorsunuz. Bu belli bir refaha ulaştıktan sonra onu kaybetmek… Allah korusun çok zor bir iş. Allah Türkiye’nin başına öyle bir şey vermesin” ifadelerini kullandı.
 
“PROGRAMIN SİYASİ BİR SAHİBİ YOKSA SONUÇLARI OLUMLU OLMAZ” 
Geçmiş hükümetlere ekonomiye ilişkin konularda bir teşekkür edip etmeyeceğinin sorulması üzerine Babacan, bu tip konuları şahsi bazda değerlendirmediğini söyledi.
 
AK Parti’nin ilk kez iktidara geldiği 2002 yılından sonraki dönemi bir bütün olarak görmek gerektiğini dile getiren Babacan, bu dönemde ekonomik büyüklüğün 230 milyar dolardan 800 milyar dolar seviyelerine ulaştığını anımsattı.
 
Enflasyonun da yüzde 29’dan tek haneli rakamlara düşürüldüğünü hatırlatan Babacan, “Tabii günün birinde birileri gelip de şu anda konuşulan vaatler gibi maaşlara zam, arkasından enflasyon hepsini alıp götürsün. Öyle bir çizgi izlemezse, akıllı ve düzgün politikalar devam ettirilirse bu, Türkiye’nin önemli bir kazanımı” şeklinde konuştu.
 
İyi bir ekonomik programın mutlaka güçlü bir siyasi irade ile uygulanması gerektiğine dikkati çeken Babacan, şöyle devam etti:
 
“Bizden önceki hükümet  üçlü koalisyon hükümetiydi. Üçlü koalisyon hükümeti döneminde, başlangıçtaki milli gelir 260 milyar dolar, bizim devraldığımız 230 milyar dolar. Yani o dönemde dolar cinsinden daralmış bir ekonomi var. Aynı dönemde IMF’den alınan 30 milyar dolarlık kredi paketi artı Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşlardan alınan yüksek kaynaklar… Düşünün ki 230 milyar dolarlık bir ekonomiye sadece IMF’den 30 milyar dolarlık dış kaynak sağlandı. Milli gelirin yüzde 13-14’ü. Şu anda 130 milyar dolarlık bir nakdin Türkiye ekonomisine girdiğini düşünün. Tabloyu biraz değiştirmesi gerekir, ama ne olmuş? O da işe yaramamış. Çünkü sözler verilmiş, programa başlanmış fakat program taahhütlerinin kolay olanları belki yapılmaya çalışılmış, zor olanları bırakılmış.”
 
Anılan dönemde çıkartılıp da hemen uygulanmaya başlanan yasa sayısının az olduğunu vurgulayan Babacan, ekonomik program açısından bakıldığında da yazılı kısımda doğru şeyler olduğunu ama uygulama ve siyasi sahiplenme sorunu yaşandığını dile getirdi. Babacan, “Ne yazarsa yazsın eğer siyaset sahnesinde kriz varsa, güçlü bir siyasi irade yoksa, programın siyasi bir sahibi yoksa sonuçların olumlu olması mümkün değil” diye konuştu.
 
Öncelikli dönüşüm programlarının basın toplantılarıyla açıklandığını ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun siyasi taahhüdü haline geldiğini ifade eden Babacan, “Dolayısıyla bir sahibi var. Ortada kalan birşey yok” dedi.
 
AK Parti döneminin başarısının temelinde güçlü bir istikrar zemini üzerine kurgulanmış iyi bir ekonomik program ve güçlü irade olduğunu kaydeden Babacan, kendi dönemlerinde de zaman zaman programın uygulanmasıyla ilgili sorunlar yaşandığını söyledi.
 
Gelecek dönemde de yazılı hale getirdikleri ekonomik programın harfiyen uygulanması gerektiğinin altını çizen Babacan, “Seçim beyannamemiz tam 350 sayfa. Bunun yarısı yaptıklarımız yarısı yapacaklarımız. Başka siyasi partilerin yaptıkları ile ilgili yazabilecekleri birşey yok” değerlendirmesinde bulundu.

2002’DEKİ KRİZ TABLOSU 
Babacan, göreve geldikleri 2002 yılında bir kriz tablosu devraldıklarını belirterek, “O günlerde Türkiye aslında potansiyelinin altında büyüyordu. Dolayısıyla bizim 2002 ile 2007 arasındaki o hızlı büyüme ve toparlama dönemimizi aslında potansiyelimize ulaşma dönemi olarak okumak lazım” dedi.
 
Ekonomik programda 2009 yılında önemli değişikliler yaptıklarını anlatan Babacan, şunları kaydetti:
 
“2012-2013-2014 bu üç yılda zaten potansiyele ulaşmış ekonomik büyüklüğümüz var, potansiyel büyüme civarında dolanıyoruz. Ama o tavanı yükseltmek artık bundan sonra ancak ve ancak yapısal reformlarla mümkün olacak. Son 3 yılı ekonomide yeniden dengelenme süreci olarak okumakta fayda var. Cari açığı bu yıl petrol fiyatlarının da yardımıyla yüzde 4-5 arası bir noktada tamamlayacağız. Artık bundan sonra ne kadar yapısal reform o kadar büyüme. Maliye ve para politikalarıyla büyüme kısa soluklu olur ve çok uzun süre soluğumuz da bu yöntemle büyümeye yetmez. Yapısal reformlarımızı yapmazsak daha yüksek büyüme oranları Türkiye’de ancak geçici olur.”
 
Babacan, Orta Vadeli Program’da birinci önceliğin enflasyon olduğuna dikkati çekerek, iki haneli enflasyona tahammül edemeyeceklerini ve buna izin verilmemesi gerektiğini bildirdi.

Seçim sonrası planlarının sorulması üzerine Babacan, 3 dönem kuralının çok önemli olduğunu ve uygulanması gerektiğini söyledi. Parti tüzüğüne 3 dönem kuralını yazan ekip içinde yer aldığını belirten Babacan, “Yazdığımız ve söz verdiğimiz gibi mutlaka arkasında durmamız gerekiyor, bu önemli” diye konuştu.
 
Ekonomi politikalarında kurum ve kuralların çok önemli olduğunu vurgulayan Babacan, bu dönemde şimdiye kadar yapılmayan, 2023 hedeflerini de gözeten çok detaylı gelecek hazırlığı yaptıklarını anlattı. “Önümüzdeki dönemin yol haritası belli, raylar döşenmiş durumda” diyen Babacan, Türkiye’nin ihtiyacını tespit ettiklerini ve gerekli hazırlıkları yaptıklarını ifade etti.
 
Babacan, kişilerin gelip geçici, kurum ve politikaların kalıcı olduğunun altını çizerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
 
“Burada önemli olan yazılı dökümanlara bakmak lazım ve yazılı dökümanların da uygulanıp uygulanmadığını sürekli izlemek lazım piyasalar açısından bu çok önemli. Söz veripte yapmamanın bedeli büyük olur. Bunlar kişilere endekslendiği anda çok yanlış olur. Eğer bir ülkedeki güven A şahsına, B şahsına, C şahsına bağlıysa o sistem kötü bir sistemdir. Kişilerin başına herşey gelebilir, herşey olabilir. Herkes fani, siyaset tablosu değişebilir ama ileri demokrasilerde, gelişmiş ekonomilerde sistem görüyoruz. İnsanlar oralara yatırım yapıyorlarsa sisteme güvendikleri için yapıyor. O ülkenin yargı sistemine, Merkez Bankası’na, kurumlarına güvendiği için yatırım yapıyor. Yatırımı yapanlar o ülkede filanca bakan var, o ülkede bu hükümet var diye yatırım yapmazlar. Böyle birşey olmaz, yatırımcı uzun vadeye bakmak zorunda.”
 
“İMALAT SANAYİSİNE ÖNEM VERİLMELİ” 
Babacan, yabancı yatırımlara yönelik sorular üzerine, “Son 1-2 yıldır özellikle sanayi yatırımlarında durgunluk görüyoruz. Toplam olarak olarak özel sektörün yatırım harcamlarında da artıştan çok memnun değiliz. Bunun için kısa vadede devreye girebilecek sanayi destek paketi açıkladık. Bu önemli, bugün başalayıp, bugünden itibaren sonuç alabileceğimiz konulardan bahsediyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Türkiye’nin imalat sanayisine çok önem vermesi gerektiğini vurgulayan Babacan, burada özellikle ihracata yönelik sanayi üretiminin önemli olduğuna değindi. Babacan, Türkiye ne kadar çok yatırım, üretim ve ihracat yaparsa, gerçek anlamda kalkınma ve gelişimini sağlayabileceğini kaydetti.
 
Bankaların 100 liralık mevduata karşılık, 121 lira kredi kullandırdığına işaret eden Babacan, “Yani kredi mevduat oranı yüzde 121’e çıktı. Eğer yatırıma gidiyorsa, hele hele sanayi yatırımına gidiyorsa problem yok. Ama taşa, toprağa, çikolataya, sakıza gidiyorsa tüketim için ithalat yapılıyorsa ve bunun için finansman sağlıyorsak, Türkiye’nin dış borcu, özel sektörün dış borcu bu şekilde artıyorsa, Allah korusun ona çok dikkat etmek lazım” diye konuştu.

“TÜRKİYE’Yİ DAHA İLERİ GÖTÜRECEK BİR SİSTEM KURGULAMAMIZ GEREKİYOR” 
Başkanlık Sistemi ile ilgili bir soruya ilişkin, seçim beyannamelerinde, temel hak ve özgürlükleri ele alan, gerçek anlamda birinci sınıf demokratik işleyişi baz alan, halkın direkt olarak iradesinin yansıdığı ve ortak aklın oluşturacağı istişare mekanizmalarının bulunduğu bir parlamento ve bunu merkezine alan bir Başkanlık Sistemi’nden bahsettiklerini ifade eden Babacan, daha fazla detayın çalışılması gerektiğini söyledi.
 
Babacan, nasıl bir başkanlık sistemi olacağının yeni anayasa yazılırken, tartışmalar istişareler ve ortak aklın oluşmasıyla detaylandırılacağını belirterek, “Bütün olumsuz tecrübelerden geçen bir ülke olarak ve 12 yıllık iktidar tecrübesi ile beraber çok iyi, dengeli, güven oluşturan ve Türkiye’yi daha ileri götürecek bir sistem kurgulamamız gerekiyor. Onun için çalışmalarımız nihayete ermiş değil, elimizde bütün detaylarıyla yazılmış bir anayasa taslağı yok. Fikirler ve yaklaşımlar var. Bunun nihayetinde oturup parlamentodan önce tüm partilerle tartışılması lazım, kamuoyuna mal edilmesi lazım. Nihayet şekliyle referandum ile halkın oyuyla neticelendirilmesi lazım” diye konuştu.
 
“ÖZEL SEKTÖRÜN DIŞ BORCUNU KONTROLLÜ BÜYÜTMEMİZ LAZIM” 
Bir soru üzerine kamunun net dış borcunun sıfırlandığını hatırlatan Babacan, 2012 yılından bu yana daha çok özel sektörün dış borcunun sürdürülebilirliğinin makroekonomik politikaların merkezinde tutulması gerektiğine inandıklarını söyledi.
 
Babacan, büyüme ve özel sektörün dış borcunun milli gelire oranının önemli olduğunun altını çizerek, “Bizim yüzde 3-4’lük bir büyüme ile yüzde 3-4’lük cari açığı döndürebileceğimizle ilgili çok geniş bir kanaat var piyasada. Bizim cari açığımız yüzde 3-4 aralığına indiğinde kimse cari açığı bizim önümüze koymaz” dedi.
 
Doğrudan sermaye girişinin son yıllarda biraz düşük seyrettiğini belirten Babacan, önümüzdeki dönemde özel sektörün dış borcunu kontrollü büyütmek ve milli gelire oranla fazla zorlamamak gerektiğini vurguladı.
 
Babacan, kamu borcuna bakıldığında, milli gelire oranla her şartta sabit ya da düşen bir kamu borcunun olduğunu ifade ederek, “Yüzde 33’e indi, önümüzdeki trend en kötü senaryoda sabit, en iyi senaryoda daha da düşecek bunu herkes görüyor” ifadesini kullandı.
 
Bankaların kısa vadeli borçlanmasını daha maliyetli hale getirdiklerine dikkati çeken Babacan, son 2 ayda bankaların aldıkları dış borçların orta ve uzun vadeli olma yönünde trendin değiştiğini söyledi.
 
Kısa vadeli dış borç ile Merkez Bankası’nın rezervleri oranlarının sınırda olduğuna işaret eden Babacan, bankaların maliyet nedeniyle kısa vadeyi tercih ettiğini, bu durumda da Türkiye’nin risk algısının büyüdüğünü, bankaların kısa vadeli dış borcunun yüksek gibi göründüğünü, son iki aydaki trendlerde kısa vadeden orta ve uzun vadeye geçişin başladığını söyledi.
 
Önümüzdeki 2-3 yıl içinde Amerikan doları faizlerinin, FED faizlerinin artacağı ve likidetinin de pahalanacağı bir döneme girildiğini ifade eden Babacan, “Böyle bir döneme girerken hem özel sektör dış borcunda hem de cari açıkta böyle bir rehavet olamaz. Cezası şiddetli olur” diye konuştu. Babacan, önümüzdeki dönemde büyümenin sağlıklı, sürdürülebilir ve emin adımlarla olması gerektiğini ifade etti.
 
Kaynağın nereden bulunacağı sorusuna Babacan, daha yüksek katma değerli ihracatın finansman ihtiyacını azaltacağını bildirdi. Orta Vadeli Program’da enflasyon, cari açığı düşürmek, yapısal reformlarla potansiyel büyümenin artırılmasının söylendiğini anımsatan Babacan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bin 248 eylemden 40 tanesinin tamamlandığını açıkladığını, bu reformlar yapıldıkça, güven ortamının çabuk toparlayacağını söyledi.
 
“ÇALIŞAN NÜFUSUN YÜZDE 25’İ TARIM SEKTÖRÜNDE” 
Enflasyonun nasıl yenileceğinin sorulması üzerine Babacan, çalışan nüfusun yüzde 25’inin tarım sektöründe olduğunu, ifade etti. Babacan, gıda fiyatının aynı zamanda çiftçilerin geliri anlamına geldiğini söyledi. Üreten kesimin Avrupa’da yüzde 10, Türkiye’de yüzde 25 olduğunu ifade eden Babacan, fiyat politikalarında sadece tüketici fiyatı değil, üreticinin eline geçecek rakamın da önemli olduğunu kaydetti.
 
Babacan, gıda komitesinin çalışmalarına değinerek, “Bazı ürünlerde üreticinin eline geçen rakam 1 lira, perakende satışı 5 lira. Ne oluyor bu aralarda, burada fire mi çok ya da oligopoller mi oluşmuş,  bunları biraz daha irdelememiz gerekiyor. Ama ortalama enflasyondan daha yüksek bir gıda enflasyonu biraz işin kaderinde var, müdahale edip, o arz fazlalığının alınabileceğini düşünüyorum” diye konuştu.