Koçsistem unicorn hayali kuruyor

0
179

Yıllık yüzde 20’nin üzerinde büyüme oranı ve yeni stratejisine bakıldığında bu, hayal olarak kalmayabilir.

Mehmet Ali Akarca, geçen yıl KoçSistem Genel Müdürü koltuğuna oturduktan sonra Temmuz 2017’de Koç Holding’e beş yıllık bir vizyon sunuyor. Burada gitmek istenen yerler olarak işaret edilen noktalar, şirket için olduğu kadar holding ve Türkiye açısından da önem taşıyor. Belirlenen üç alan veri analitiği, IoT ve güvenlik olarak sıralanıyor. Bunlara ek olarak sektörlere özel dikey çözümler de KoçSistem’in odaklarından biri.

Şirketin işgücünün yüzde 73’ünün 25-32 yaş arasındaki Y kuşağından oluşması, hem belirli bir birikim düzeyini hem de yenilikçiliği birlikte götürmeye olanak tanıyor. Bu işgücüne ek olarak portföyünde çeşitli ürün ve hizmetler bulunan KoçSistem, önceliklerine ciddi bir biçimde odaklanıyor. Son dokuz ay içinde ikisi doktoralı olmak üzere 28 kişiye genişlettiği analitik ekibi ile çeşitli talepleri adresleyen farklı boyutlarda 14 proje yapan şirket, bununla sınırlı kalmayı düşünmüyor. Akarca, “Bunun uluslararası bir know-how ile birlikte geliştirilmesi lazım. Bu konuda stratejik bir işbirliğini tamamlamak üzereyiz. Burada amacımız, içinde uluslararası alandan çalışanların olduğu, bizim Türkiye’den desteklediğimiz ve içinde bir akademisi olan bir IoT ve analitik merkezi oluşturmak. Gelecekte bu yapılanmanın ABD ve Asya’da birer ufak şirketinin de olmasını istiyoruz” diyor ve özellikle Asya’nın artan öneminin altını çiziyor. (19 Mart’ta kendisi ile görüştüğümüzde Akarcalı, bir mutabakat zaptının birkaç hafta içinde imzalanmasını beklediğini ifade etti.) Koçsistem’in güvenlik alanında da benzer bir mükemmeliyet merkezi kurma yaklaşımı söz konusu.

Akarca, bu vizyonu ortaya koyarken KoçSistem’i beş yıl içinde cirosunu ve değerini 1 milyar dolara yükseltme hesabı yapıyor. Bu hesabın ayaklarından biri, 1 milyar dolar ciroya ulaşıldığında bunun yüzde 15’inin yani 150 milyon doların yurtdışından elde edilmesi. Bu plan daha fazla ülkeye satışı kapsamakla birlikte şu anda sadece Azerbaycan’da üç yıldır operasyonda yurtdışı ofislerine beş tane daha eklemeyi de içeriyor.

Şu anda 1 milyar lira civarında cirosu bulunan ve yıllık ortalama büyümesi yüzde 20’nin biraz üzerinde olan KoçSistem’in büyüme hedefi bugünkü rakamlarla beş senede dört katına büyüme anlamına geliyor. Bunun için vites yükseltmenin gerektiği aşikar. Akarca’nın vizyonunun dikkat çekici yanı, bunu yaparken katma değer hassasiyetinin ve geçmişten gelen birikimin de korunması.

Akarca, “Bizim ana işlerimizden biri olan sistem entegrasyonunu her zaman yapacağız. Çok iyi bir ürün geliştirseniz de, kurumsal şirketlerle çalışıyorsanız bu ürünü kurmak ve kurduktan sonra servis vermek zorundasınız. Start-up’lar bu sorunu ciddi bir biçimde yaşıyor. Kurduğunuz bir servis robotu cumartesi günü arıza yaparsa gidip bunu onarmanız gerekiyor. Bu bazen sadece bir sunucuyu resetlemek olabilir; bazense daha ciddi bir müdahale gerekebilir. Ama bu gereklilik nedeniyle biz sistem entegrasyonu işimizi 81 ildeki ekiplerimizle sürdürmekten vazgeçmeyeceğiz. Biz bunu katma değer olarak görüyoruz” diyor.

Sistem entegrasyonu marjı giderek düşerken sektörde oyuncu kalmadığını söyleyen Akarca, “Popüler tabirle sektörde bu büyüklükte oyuncu olarak ‘yerli ve milli’ bir biz kaldık” diyor.

Bin 400 kişinin çalışması ve üç tane veri merkezi ile hizmet veren KoçSistem’in, 62 firmanın SAP sistemlerini barındırması, şirketin ölçeğini gösteriyor. Şubat ayında lansmanı yapılan S4HANA’yı bulut üzerinden sunma servisi ise ölçek kadar teknolojinin ileri ucunda yer almanın bir göstergesi. Ancak büyüme söz konusu olduğunda, Türkiye’nin en büyük sınai grubu olan Koç Holding’in içinde yer alması önemli bir faktör olarak anılmak durumunda. Bunun nedeni şirkete iş hacmi yaratılması değil çünkü şirket işlerinin yaklaşık yarısını grubun dışıyla yapıyor. Ancak Koç Holding’in dijital dönüşüme odaklanmasının yarattığı etki, KoçSistem için de önemli bir itici gücü oluşturuyor.

Koç Holding’de dijital dönüşüm başlayalı 18 ayı geçmiş durumda. Zamanında Cisco ile birlikte bütün şirketler için yol haritası belirlenerek gerçekleştirdiği e-dönüşüm projesi düşünüldüğünde grubun şu anda gerçekleştirdiği dijital dönüşüm projesinin bu kadar kapsamlı olması şaşırtıcı gelmiyor. Levent Çakıroğlu’nun gruba CEO olarak atandıktan sonraki temel vizyonu olan dijital dönüşüm için e-dönüşüm projesine benzer biçimde her şirketin yol haritası çıkarılarak ilerleniyor. CEO dahil herkese direkt EBITDA hedefi konulan dönüşüm projesi, bunun kağıt üzerinde kalacak bir proje olmadığını gösteriyor.

Bu tür projelerin CEO’dan başlayarak herkese yayılmasının gerektiğine dikkat çeken Akarca, günümüzde sektörlerin birbirinin içine çok fazla girmeye başlamasının en önemli sıkıntı olduğuna dikkat çekiyor. Akarca, “Bugün büyük perakendecilere baktığımızda bunlar perakendeci mi yoksa lojistik şirketi mi diye düşünüyoruz. Amazon’un özelliği, lojistik tarafını çok iyi yapıyor olması. Onun karşısında da Walmart lojistiğini iyileştirmeye çalışıyor çünkü bugün artık tedarik zinciri yönetimi veya arka tarafta malı ne hızda yolladığın asıl önemli konuya dönüşüyor. Bugün Hilton’un rakibi airbnb olabiliyor” diyor.

Alibaba’nın Kara Cuma’ya (Black Friday) alternatif olarak düzenlediği Kara Pazartesi (Black Monday) etkinliğinde 24 saat içinde milyonlarca gönderi yollaması arka tarafta mutlaka robotiğe dayanan bir otomasyon gerektiriyor. Akarca, “İnsanlara depo tasarımı çok basit görünüyor ama bu çok kritik bir konu. Biz depo tasarımını evdeki dolapları tasarladığımız gibi yapıyoruz ama bir depo böyle çalışmıyor. Depoya girip çıkan malların değişik zamanlamalarla giriş çıkış yapıyor olması, sizin önceki veriyi kontrol edip en çok giriş-çıkış yapan malları kapıya en yakın noktaya yerleştirmenizi bir verimlilik adımı haline getiriyor” şeklinde konuşuyor. İş ambarcılığa benzese de, bu aslında Koçsistem’in önümüzdeki dönemde odaklanacağı alanlardan biri olan veri analizine dayalı bir verimlilik projesi. Bu aynı zamanda veri analitiğini kullanma düzeyine bağlı bir planlama problemi. Dile kolay olsa da, bu ve buna benzer problemler, yeni nesil teknolojilere dayanan dijital dönüşüm ile muazzam rekabet avantajlarına –ya da tersine olarak öldürücü hatalara- dönüşebiliyor.

AKARCA, BU YENI DÜNYAYA uyum sağlamak zorunda olan şirketlerin yapması gerekenler konusunda ise, “Bence şirketler için en önemli noktalardan biri bu dijital dönüşümü ve dijital hayatı konsept olarak çok iyi kavramak. İkincisi ise, iş yapış tarzını değiştirmek” şeklinde konuşuyor.

İş modelini değiştirme zorunluluğu, daha önce bilgi teknolojisi (BT) departmanları ile yürütülen dijital dönüşüm projelerinin satış, pazarlama, üretim departmanları ya da fabrika müdürü tarafından sahiplenilmesinde kendisini gösteriyor. Akarca, “Kimi zaman CFO’yu ilgilendiren bir proje söz konusu oluyor. CFO’ya fatura onay işini 15 kişi ile yapmak yerine neden bir robotla yapmadığını sorup, dört kişinin başka katma değerli işlere aktarıldığı bir iş modeli değişimini önerebiliyoruz. Bu kişilerin gelir güvencesi tarafında istihdam edilmesini önerebiliyoruz” diyor.
Fabrikalardaki CNC tezgahlarının ne sıklıkta bozulduğunun takibi aynı derecede önemli bir işe dönüşüyor. Bu, KoçSistem’in iş modelinde de insan kaynakları boyutu ile önemli bir değişimi şimdiden tetiklemiş durumda. Akarca, “Biz fabrikada çalışmış arkadaşı işe alıyoruz çünkü o hem burada bilgi teknolojisi dünyasını öğreniyor hem de fabrikaya gittiğinde tezgah nedir, üretim hattında ne problem vardır, neye bakmak gerekir gibi soruların yanıtlarını biliyor. Çünkü artık orada onlara çözüm üretmek gerekiyor. Ben bir ERP sistemi kurayım ve ondan da bu bilgileri alalım demekle iş dönmüyor” diyor.

HER IKI TARAFTA iş modelinde yaşanan değişim farklı birşeyler yapmak gerekiyor. Akarca, Türkiye’nin sadece kendisinden kaynaklanmayan bir risk ile karşı karşıya olmasının da dijital dönüşümü zorunlu kıldığını ifade ediyor. ABD ve Almanya üretimlerini kendi sınırları içine taşımanın yollarını arıyor ve bunun için şirketleri yönlendiriyor. BRexit’in ardından Unilever’in merkezini İngiltere’de mi yoksa Hollanda’da mı tutacağının kararını vermesi gerekiyor. Ülkeler arasında bu savaş şiddetlenirken Türkiye geleneksel olarak üretimde sahip olduğu avantajın azalması tehdidi ile karşı karşıya.

Akarca, “Biz üretim maliyeti açısından yüzde 30-32 gibi bir yerdeyiz. Biri otomobili, buzdolabını ya da başka bir ürünü Türkiye’de üretmek şu anda kabaca yüzde 30 daha ucuz. Biz esasında bu sayede bu ihracatları yapıyoruz; ihracat rakamları 150 milyar doların üzerine çıkıyor. Yarın bu yeni teknolojilerle birlikte verimlilikte yüzde 40-42’lere çıkmaya başlayan Avrupa’daki ve ABD’deki fabrikalar, Türkiye’de bu malları üretmeyi ucuz olmaktan çıkaracak” diyor. Basit bir hesap bunu anlamayı sağlıyor: Bizde yüzde 30 maliyet avantajı ile 100 liraya üretilen bir malın 70 liraya üretilmesi mümkün olurken Avrupa ve ABD bu maliyeti 58-60 bandına çekebilecek ve daha ucuz olacak. Bu durumda Türkiye, hem bu ülke şirketlerinin hem de kendisinin üzerinde oynadığı marj alanını kaybetme sürecine giriyor ve bu gelişmiş ülkeler için başka bir yerde üretim yapmak anlamını yitiriyor.
Akarca üretim teknolojilerindeki bu değişimin kırılımına bakıldığında, bunun birçok yerden geldiğini görüyor: bu yüzde 40’lık iyileşmenin kökleri, muhasebe sisteminde daha iyi fatura işlemekten çalışanların verimini artıracak iş modeline ve makinelerin bakımının daha iyi yapılmasına kadar uzanıyor.

Bu iyileşmenin önemli ayaklarından biri, öngörüsel bakım ya da İngilizce adıyla predictive maintenance. Türkiye’de şu anda birçok yerde geçerli olan sistemde ustabaşının “bu tezgah daha gider” demesine dayanan bir bakım kontrol sistemi söz konusu. Bu tespit yanlış çıktığında bütün üretim duruyor. Üstelik bunun sorun haline gelmesi için illa büyük bir otomotiv üretim tesisi olmasına gerek de yok: bir matbaa, tarım aletleri üreten bir tesis ya da 200 bin dolarlık bir zeytinyağı fabrikası için de aynı durum söz konusu olabiliyor.

Akarca, “Bunları veri analitiğine dayanan belirli bir ölçümle tahmin etmek mümkün. Tahminlerin tutarlılığı yüzde 92-94’lere kadar çıktı. Bir makinenin gelecek hafta arıza yapacağını yüzde 92 doğrulukla tahmin etmek mümkün. Üretim planlamasının buna bağlı olarak yapılmasıyla o günü tatil etmek veya üç vardiya çalışılan bir işletmede tek vardiyaya düşmek mümkün oluyor. Bu bilgi doğrultusunda tedarikçiye bilgi verilerek hammadde girişi kısılabiliyor” şeklinde konuşuyor.

Bunun planlı olarak yapılması, üreticinin kendi bayisine sevkiyattan pazarlamaya, satışa, işgücü yönetimine ve tedarik zincirine kadar bütün süreçlerini yönetebilmesini sağlıyor. Eskiden çalışma süresi, ısı ve yağ basıncı gibi birkaç parametre ile takip edilen makinelerin günümüzde titreşiminden çıkardığı sesi şiddetine, eski bir makinede geçen 10 yıllık sicilinden o türden makinelerin sektördeki trendlerine, hava sıcaklığına kadar bunu etkileyebilecek her boyutu ile takibi söz konusu.

Bu sistemde veri analitiği kadar önem taşıyan bir diğer noktanın nesnelerin interneti (IoT) olmasının nedenini rakamlar açıklıyor. Araştırmalar, 2020’de üretilecek verinin yüzde 40’ının IoT’den geleceğini öngörüyor. Bu, son iki yılda üretilen verinin, toplamın yüzde 90’ını oluşturması ile birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale geliyor. İnsanların hayatı açısından çok önemli bir gösterge oluşturan bu büyüklük üretim planlaması açısından da büyük bir değişimin işaretini veriyor. Evler, binalar, kampuslar ve nihayetinde şehirler akıllanırken bunun örneklerinin henüz oluşmadığına dikkat çeken Akarca, “Barselona’dan bahsediyoruz ama onun bile ne kadar akıllı şehir olduğu tartışılır” diyor.

Birebirden çok bütün cihazların birbiriyle daha akıllı çalışmasını ve hayatı kolaylaştırmayı sağlama yönündeki sonuçları, yarattığı çarpan etkisi ile IoT’yi çok önemli bir yere yerleştiriyor.
 
 
Üçüncü alan olan güvenliğin önemi sadece siber saldırıların şirketlere ve kurumlarda yaratabileceği hasarın büyüklüğünden kaynaklanmıyor. Şirketler şu anda normal BT bütçelerinin yüzde 10’u civarında bir güvenlik yatırımı yapıyor ancak KoçSistem araştırma firmalarının da beklentilerine paralel olarak dünya genelinde bu harcamaların oranının yüzde 40-50’lere çıkacağını tahmin ediyor. Güvenlik özellikle IoT tarafındaki büyümeye de bağlı olarak çok daha önemli hale gelirken elektrik şebekelerinin siber saldırılardan korunmasına kadar uzanan geniş bir yelpazede güvenlik kurguları yapmak gerekecek. “Türkiye’nin hala güvenlik tarafında kendisini geliştirmesi gereken bir alan var” diyen Akarca’nın öncelikleri arasında burada bu konuda birikim (know-how) oluşturmak yer alıyor.

TÜRKIYE İÇİNDE 100’ün üzerinde firmanın güvenlik operasyon merkezi (SOC) hizmetini veren KoçSistem, bunu global olarak yapmayı hedefliyor. Akarca, “Global bir SOC operatörünün Türkiye ayağı olalım ve buradan da aynı zamanda bölgeye bu hizmeti verelim, diyoruz. Bunu ilgi çekici bir biçimde Avrupa’ya vermemiz de mümkün çünkü maliyet avantajımız var. İsrail’i bir kenara bırakırsak, yakın coğrafyada Çin, Hindistan, Kafkaslar, Makedonya, Sırbistan, Irak, İran gibi ülkelere baktığımız zaman buralarda da kalifiye eleman olmamasından kaynaklanan fırsatlar var” diyor.

Koç.net zamanından beri Akarca’nın hayali olan bu konu, o zamanlar Türkiye’nin altyapısının uygun olmaması nedeniyle bir kenara bırakılsa da bugünün Türkiye’nin internet altyapısının ulaştığı nokta itibariyle de fırsat oluşmuş görünüyor. Telekomünikasyon sektöründeki deneyimi ile Akarca bu tabloyu çok net görüyor ancak Akarca’nın birikimi kadar önemli bir kozu da birikiminin yaratabileceği körlüğe saplanmamış olması.
Yeni rekabeti doğru algılaması ile dikkat çeken Akarca’nın vizyonu, KoçSistem’in bu yolculuğunda en güçlü dinamiklerden biri olacağa benziyor. Herkes bugünlerde Amazon’un Türkiye’ye girmesinin etkilerinden bahsederken Akarca, “Amazon’un yılbaşında çocuklara hediye almak için Toys’r’us’a gidenlerin barkodu okuttuklarında Amazon fiyatını görmesini sağlayan bir uygulaması var. Buradan tek tıklamayla sipariş verdiğinizde akşam bütün hediyeler adresinize geliyor. Bu bir e-ticaret işi değil; e-lojistik işi ama bu aynı zamanda yeni rekabet biçimi. Teslimat sistemi iyi olduğu için yıllardır başka mağazaların malını satan Amazon’un ne yaptığını çok iyi anlamamız lazım. Artık rekabet farklı sektörlerden geliyor” diyor ve ekliyor: “Biz hala SWOT analizi yaparız şirketlerde ama geleneksel yaklaşımda hep kendi sektörümüzdeki insanları yazarız; şu rakip kampanya yapıyor gibi. Başka sektörlerden geleni göremeyiz. Teknolojinin yaptığı en önemli şey, bu at gözlüğünü biraz açabilmesi ve değişen rekabeti görebilmesi. Artık bir otelin rakibi otel değil, Airbnb.” Bu bakış açısı, önümüzdeki dönemde büyürken KoçSistem için iyi olacakların Türk şirketleri için de iyi olacağını düşündürüyor.