Enerjinin geleceğine ‘müzikal’ bakış

    0
    28

    Enerji kaynakları salt ulusal ekonomiler için değil uluslararası ilişkilere, güvenliğe, finans piyasalarına, iklime kadar çok geniş bir yelpazede denklemde belirleyici etken. Dünyada sanayileşmeyle birlikte önemi ve tüketimi hızla artan petrol ve kömür gibi fosil yakıtlar özellikle 1970 yılından itibaren tüketimde zirve yaptı. Ancak artık yeni faktörlerin devreye girdiği bir durum söz konusu. İşte, enerjinin bugünün ve yarınının tüm bileşenleriyle masaya yatırıldığı İstanbul’daki 23. Dünya Enerji Kongresi’nde de gelecek 45 yılda ortaya çıkacak olan yeni tablonun ve bu yeni düzene geçişin, finanstan, verimliliğe, güvenliğe vs’ye kadar ne şekilde yönetilebileceğine dair görüşler ve fikir alışverişleri damga vurdu.

    Kongreye katılan uzmanlardan, Dünya Enerji Konseyi bünyesinde Dünya Enerji Senaryoları Başkanı Gerald Davis, bozucu (disruptive) trendlerin enerji endüstrisinde yeni bir dünya yaratacağına dikkat çekerken, bu trendleri dünya nüfus artış hızında düşüş, yeni teknolojiler, daha da kritik hale gelen çevreyle ilgili sorunlar ve dünyada jeopolitik ve ekonomik güç odaklarında kayma olarak açıklıyor; şimdiden küresel aktörlere dönüşen Hindistan ve 2030 yılında ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olması beklenen Çin, dünyada sadece ekonomik ve siyasi dengeleri değiştirmekle kalmayıp enerji arz ve talebinde düzeni yeniden belirleyecek. Özellikle de dünyanın en büyük nüfusuna sahip olan Çin’de, her yıl ya da iki yılda bir kabaca Avustralya kadar nüfusun köylerden kentlere göç ettiği göz önüne alındığında, artan enerji ihtiyacı daha iyi anlaşılıyor.  Çin Enerji Araştırma Enstitüsü’nde Enerji Sürdürülebilirlik Merkezi Direktörü Kang Yanbing, Çin’in dünyadaki petrol tüketiminde yüzde 33’lük bir paya sahip olduğunu, karbon emisyonunun da dünyadaki toplamın üçte birine denk düştüğünü belirtiyor. Kömür hala Çin’in enerji karmasında önemini korusa da, rüzgar ve güneş gibi düşük karbonlu enerji kaynaklarına yatırımda dünyada başı çekiyor ve tüm dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımın yüzde 40’tan fazlası Çin tarafından gerçekleştiriliyor. Yanbing’in tahminine göre, gelecek beş yılda ülkenin kömür tüketimi yüzde 60 oranında azalacak. 

    İstanbul’daki kongrenin konuşmacılarından BP CEO’su Bob Dudley de, ciddi bir kirlilik kaynağı olarak görülen kömürün yerini gelecekte doğalgazın alacağına dikkat çekti. “Doğalgaz altın çağını yaşıyor” diyen Dudley, 2020 yılı itibariyle şirket portföyünün yüzde 60’ını doğalgazın oluşturacağını kaydetti.  

    Bu açıklamalar, doğalgazın enerjide daha da önemli bir aktör haline geleceğine işaret ederken, iklim değişikliğine çözüm olarak ortaya çıkan güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkelerin enerji ajandalarında üst sıralara tırmanmasına rağmen bazı çevrelerin abartılı bir şekilde iddia ettiği gibi petrol çağının sonuna gelindiği savları çok da gerçekçi değil. (Bu arada ufak bir not: Tartışmalı bir enerji kaynağı olan nükleerin de, tesislerin gerektiği gibi güvenilir bir şekilde inşa edilmesi halinde temiz bir enerji kaynağı olduğuna dikkat çekiliyor). Yenilenebilir kaynakların enerji portföyündeki payının artacağı doğru ama bu yavaş ve uzun bir süreç. Nitekim BP CEO’su Dudley, halen enerji kaynağı çeşitliliğinin yüzde 2’sini oluşturan yenilenebilir enerjilerin oranının 2025 yılına gelindiğinde yüzde 15’i aşmamış olacağını vurguladı.

    Bu arada, Türk Akımı projesinin imzası için Türkiye’ye gelen ve Enerji Kongresi’nde konuşan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, hidrokarbon çağının sonuna gelindiğinin söylenemeyeceğini kaydetti. Putin’in, sıvılaştırılmış doğalgaz hacminin ilk kez konvansiyonel gaz teslimatlarını geçecek olmasını söylemesi de BP CEO’sunun “doğalgazın altın çağını” yaşadığına dair sözlerini desteklemiş oluyor.

    Dünyada artan enerji ihtiyacından söz edilirken, bir yandan da karbon emisyonunu azaltmak için de çaba harcamak gerekiyor.  Analistler özellikle de geçen yıl aralık ayında Paris’te düzenlenen İklim Zirvesi’nde karbon emisyonunu azaltmayı öngören COP 21 anlaşmasının imzalanmasının ardından ülkelerin enerji portföyünü çeşitlendirmeye hız verdiklerini kaydediyorlar. Ancak bu konudaki tüm parlak sözlere, vaatlere rağmen enerjinin üç ayağını oluşturan enerji güvenliği, enerjiye eşit erişim hakkı ve sürdürülebilir çevre politikasından yola çıkarak İstanbul’daki Dünya Enerji Kongresi’nde açıklanan yeni Enerji Trilemma İndeksi’nde, 125 ülkeden yalnızca 13’ünün enerjinin üç ayağında çarpıcı bir ilerleme sağladıklarını göz önüne seriyor. Söz konusu sıralamada ilk üç sırayı AAA notuyla Danimarka, İsviçre ve İsveç alıyor.  Yine indeksteki ilk 10 ülkeden 9’unun Avrupa’dan olması da,  enerji konusunda da gerekleri yerine getirmenin ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan belli bir düzeyi yakalamakla bağlantılı olduğunu gösteriyor.

    Dünya Enerji Konseyi Başkanı Marie-José Nadeau da, COP21 sonrası dönemde, ülkelerin ekonomilerini karbondan arındırmak için yeterince çaba harcamadıkları görüşünde. Nadeau’ya göre, dünya ülkelerinin karbon bütçesinin öngördüğü şekilde küresel ısınmayı 2 dereceyle sınırlı tutabilmeleri için global GSYİH’de yıllık karbon azaltma oranını yüzde 6’ya taşımaları gerekiyor.  Dünya Enerji Konseyi başkanı da fosil yakıtların enerji karmasında gelecekte de önemli bir yere sahip olacağına dikkat çekerek, 2060 yılında enerji ihtiyacımızın yarısıyla üçte ikisi arasında bir oranın fosil yakıtlardan karşılanacağını, kömürün ise yalnızca yüzde 5’lik bir paya sahip olacağını söylüyor. Ayrıca doğalgazın altın çağını yaşayacağı açıklamasını doğruluyor ve doğalgaz üretiminin 2060 yılında yüzde 25 ila yüzde 60 arasında artacağını öngörüyor. Kısacası, alternatif enerji kaynaklarına rağmen fosil yakıtlar tüketimi pazara hakim olmaya devam ederken bir yanda karbon azaltımı gibi bir hayati önemdeki bir ödevin yapılması gerekiyor.

    Peki tüm bu parametrelerle dünyada enerji görünümü yeniden şekillenir ve bir geçiş dönemi yaşanırken, ülkeler, hükümetler, sektör ve iş dünyası nasıl bir yol izleyecek? Dünya Enerji Konseyi İstanbul’daki kongrede bu bağlamda ilginç bir şekilde farklı müzik türlerinden ilham alarak üç senaryo gündeme getirdi.

    Bu senaryolar Modern Caz, Bitmemiş Senfoni ve Hard Rock olarak adlandırılıyor. Modern Caz, “dijital olarak bozucu”, inovatif ve pazar odaklı bir dünyayı temsil ediyor. Bitmemiş Senfoni, dünya düşük karbona yönelirken daha “akılcı” ve sürdürülebilir ekonomik büyüme modellerinin ortaya çıktığı bir yapıyı öngörüyor. Ve son olarak da, Hard Rock adlı senaryo daha parçalanmış uluslararası bir sistem, daha zayıf bir ekonomik büyüme ve içe dönük politikaların egemen olduğu bir modele dayanıyor.

    Kuşkusuz bu müzik türlerinden hangisinin seçileceği her ülkenin kendi koşullarına bağlı. Ancak tabii ki, bu senaryoların hangisinin ön plana çıkacağı ülkelerin kendi inisiyatifi kadar-hatta belki de daha fazla-küresel politik ve ekonomik gidişatla da ilişkili bir durum. Kısacası her ülke kendi müzikal tercihini belirlerken, ister istemez diğer ülkelerin seçimlerine de kulak kabartacak ve böyle olması da kuşkusuz daha mantıklı.
    Global enerji sahnesinin yenilendiği bu süreçte, Türkiye gibi kritik enerji geçiş yolları üzerinde yer alan bir ülke için bu “müzikal” senaryolar ayrı bir önem taşıyor.