Dünya markası yaratmanın yolu girişimcilik ekosisteminden geçiyor

0
173

Silikon Vadisi’nin önde gelen yatırımcılarından Dave McClure, girişim tanımının uygun ve yerinde bir açıklamasını şöyle yapıyor: “Ürünün, müşterinin ve nasıl para kazanılacağının tam netleşmediği şirket.” Bu üç sacayak netleştiği zaman şirket girişim niteliğini kaybediyor.

Az yatırım ve az bir kaynakla kısa zamanda milyar dolarlık şirketler haline gelen dijital çağın girişimcileri ezber bozuyor. Öyle ki dijital girişimcilik ekosistemi, bütün geleneksel sektörleri dönüşüme zorluyor.

Dijital dünyada yenilikçi girişimcilik ekosistemi oluşturan ülkelerin başında gelen ABD, Silikon Vadisi projesiyle işin bayraktarı konumunda. Girişimcinin merkezde olduğu bu ekosistemde onun dışında yatırımcı, üniversite, yerel yönetim, devlet gibi kurum temsilcileri de mevcut.

Türk ekonomisi de uluslararası rekabetteki yarışında hızlı bir şekilde yeni dijital çağa uygun iş ve ekonomik modeller oluşturmak durumunda. Bunun için de dijital inovasyon yetkinliğinin artırılması, girişimcilik ekosisteminin oluşturulması gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze ülke ekonomisini güçlendirmek, sanayiyi büyütmek için girişimcileri finanse etme misyonunu üstlenmiş, bugün bankacılık sektöründe dijitalleşmede öncü olan Türkiye İş Bankası’nın evsahipliğinde ‘’İş’te Dijital Buluşmalar’’ adlı toplantı dizimizin ikincisini gerçekleştirdik. İkinci toplantının amacı, ülkemizde etkin bir girişimcilik ekosisteminin oluşturulup geliştirilmesi, dünya ölçeğinde ve standardında girişimlerin devreye alınması adına yapılabilecekleri ayrıntıları ile ele almaktı. Türkiye’de girişimcilik ekosisteminin kalbi diyebileceğimiz İstanbul’daki Kolektif House’da düzenlediğimiz bu toplantının konu başlığı, “Girişimcilik Ekosistemi ve Dijital İnovasyon” adını taşıyordu.

Toplantıya Türkiye’nin başarılı girişimcilerinin yanı sıra girişimcilere destek olan kurum ve derneklerin yöneticileri de katılarak deneyim ve önerilerini aktardılar. İş Bankası’nın ana destekçisi olduğu Workup Programı kapsamında yer alan girişimlerin mentorluğunu yapan Ömer Erkmen, toplantının moderasyonunu da üstlendi.
 
Dünyada girişimcilik alanında hangi gelişmeler yaşanıyor? Türkiye’de girişimciliğin gelişmesi nelere bağlı?
DİLEK DAYINLARLI: Uzun yıllardır girişimcilik alanındayım ve son olarak Türkiye’nin ilk yatırım fonu (venture capital) diyebileceğimiz 212’de partner olarak bulundum. Bir süre önce de ScaleX’i kurarak girişimcilik dünyasının gereksinimi olan ölçeklenebilirlik üzerine faaliyet gösteriyorum. ScaleX fikir aşamasından belli bir yere gelmiş olan teknoloji girişimlerini büyütmek, ölçeklemek ve globalleştirmek üzerine odaklanan yatırım ve büyüme platformu. Dünyanın pek çok ekosistemine gittim, gördüm ve şu sonuca vardım: Türkiye’de akıllı insan sorunu yok, sorun ekosistem oluşturmada. Başarı hikayelerinin oluşması ve bu hikayelerin ekosisteme dönmesi global bakmak ile oluyor. İlk başta heyecan ve odaklanılan problem ile şirket bir yere gelirken şirket ölçeklemede ilerleyemiyor. Bu şirket na sıl ölçeklenecek, nasıl yetenek bulacak, nasıl bir CEO’su olacak? En büyük sorunlardan biri CEO’yu büyütüp ölçekleyememek oluyor. CEO’nun operasyonu nasıl yöneteceği konusunda çözümler arıyoruz. ScaleX’in şu anda destek verdiği üç şirket var ve her biri global seviyede farklılık yaratan şirketler. Biri siber güvenlik alanında ve Türkiye’nin en büyük bankaları ile çalışıyor; aynı zamanda Avrupa’ya açıldık ve Silikon Vadisi’nden yatırım alıyoruz. Bir diğeri, genetik sekanslama üzerine faaaliyet gösteriyor. Bir diğer şirketimiz ise büyük veri üzerine ürün geliştirmiş durumda ve Amazon, Apple şirketleri bu ürünü kullanıyor.
 
CEO ölçeklendirmek nasıl oluyor?
DİLEK DAYINLARLI: Girişimciler önce büyük bir hevesle çalışmaya başlıyorlar. Yavaş yavaş şirkette insan sayısı ve işler artıyor. Yapı küçükken ve herkes her şeyi yaparken, birbirinden haberdar olurken birdenbire o bağ kopuyor. Ürün nereye gidiyor, satış çizgisi ne demek? Türkiye’de satış faaliyetini tanıdıklarla yapma düşüncesi var. Asıl önemli olan, tanımadığın kişilere hangi değer önerisiyle gidebiliyorsun? Şirketindeki insanları nasıl yönetiyor, nasıl geliştiriyorsun? Ürün ortaya çıkarma hayali ile başlayan sürecin aslında bir vizyona dönüşmesi gerekiyor ki tüm şirket tek bir doğrultuda gitmek istediği noktaya gitsin. Silikon Vadisi’nde bir girişimci olan ve şirketini milyar doların üzerinde Oracle’a satan Ali Kutay, Vadi’deki ekosistemin, sizin CEO ve şirket olarak gelişmenizi sağladığına dikkat çekiyor. Bu modeli Türkiye’de nasıl uygulayabiliriz diye düşünmeliyiz.
 
ÖMER ERKMEN: Günlük hayatta kurucu olan CEO ile ölçeklenebilen yapıdaki CEO arasında önemli davranış farkları olmalı. CEO’nun her detayı bilme, herşeyi yönetme alışkanlığından vazgeçip kendine destek olacak, onlara da kendi alanlarında kendi yönetimlerini yaptıracağı bir yapı kurması gerekiyor. Bunu yapanlar kendini ölçekleyebiliyor, yapamayanlar da fazla ilerleyemiyor.
 
Türkiye’de filizlenip büyüyen ve sonra uluslararası bir gruba satılan Gittigidiyor, Pozitron ve Mekanist gibi üç başarılı girişim örneğimiz mevcut. Bu başarı hikayesini nasıl gerçekleştirdiniz?
TOLGA KABATAŞ: Kariyer yolculuğuma başlarken makine mühendisliği mezunu bir ODTÜ’lü olarak bir girişimcilik deneyiminden geçeceğimi söyleseler inanmazdım. Yaklaşık dört yıllık profesyonel iş hayatından sonra iki çocukluk arkadaşımla birlikte eBay gibi bir iş yapmak üzere kolları sıvadık. Gittigidiyor’u geliştirip pazara sunduk. Belli bir büyüklüğe getirdikten sonra da eBay’e sattık.

Girişimcilikte fikirlerin değil uygulamaların çok değerli olduğuna inananlardanım. Gittigidiyor’un başlangıçtaki yola çıkış hikayesiyle eBay’in satın aldığı şirket arasında çok fark var. 40 bin TL sermaye ile başladık ve çok zorlu bir süreçten de geçtik. Biz yaptığımız işe inanmıştık ve kararlıydık. O nedenle müşterilerimizi dinleyerek ve onlarla sürekli iletişim halinde olarak iyileştirmeler yaptık. Bugünkü gibi bir ekosistem de olmadığı için genellikle bireysel beceri ve olanaklarla hareket ettik.

Girişimcilik yolculuğunda şunu öğrendim: Çıkış noktası önemli, yön bilmek önemli. Kibirli olmayacaksın, çalışkan olacaksın, her şeyi ben bilirim demeyeceksin. Doğru insanlara sormayı bileceksin. Zengin olmak için değil, iyi ve yararlı bir iş yapmak için çalışacaksın. Esnek ve yeniliklere açık olacaksın. Acaba fikirimi, aklımı, projemi çalacaklar mı diye düşünmeyeceksin. Biz Türkiye’de girişimciliğin ilk kuşağını temsil ediyoruz. İlk kuşakta bireysel girişimler ön plandaydı, şimdi ise bir ekosistem mantığı oluşmuş durumda. Türkiye’den milyar dolarlık bir proje çıkacaksa bu bana göre bütünün, bütün ekosistemin başarısı olacak. Bir kişinin olağanüstü bir fikri ve uygulaması olmayacak. Koaliasyon ya da bütün ekosistemde kendi konusunu en iyi yapan insanların bir araya gelmesi mantığı yatıyor.  Bir girişimde beraber çalıştığın ekibin kimyasının tutması çok önemli. Birbirini iyi tamamlayan, her mevkide düzgün futbolcunun olduğu ve takım halinde iyi performans gösteren bir takım; bir sürü yıldızdan oluşan ama birbiriyle uyumsuz bir takımdan çok daha başarılı oluyor.
 
ALİ SERVET EYÜBOĞLU: Yola çıkış amacımız para kazanmak değil de bir şeyleri başarma, farklı ve yapılmayanı yapma yönündeydi. Dünya ve Türkiye’de teknoloji alanında başarılı olmuş örnekleri inceliyorduk. ABD’de restoran ve yeme-içme konusunda başarılı bir girişimi örnek alarak ortaklarım ile birlikte çalışmaya başladık ve o noktada kendi networkümüzü de kullanarak ilk melek yatırımımızı aldık. Mekanist çok zor bir iş modeliydi. İlk etapta iyi bir internet trafiği-bilinirlik yakalamanız gerekiyordu. Bir süre sonra bir başka melek yatırım daha aldık. Yatırımcı arayışımız devam etti ve şunu gördük: Türkiye’de gerçekten girişim sermayesi için para yok. Türkiye’deki para sahipleri de ilk kuşak para sahipleri ve yeni ekonomi dünyasına girmelerini neredeyse olanaksız görüyorum. Yurtdışında arayışımızı sürdürürken ABD’li Pond Ventures ile el sıkıştık ve böylece Mekanist büyümeye başladı. İtiraf edeyim, bizim için pahalı bir eğitim oldu. Çok fazla duvara çarptık, çok fazla hata yaptık. Hatalarımızdan sürekli olarak öğrenmeye, öğrendiğimizi uygulamaya ve ayakta durmaya çalıştık. Globalleşme hayalimiz hep vardı ama başaramadık. O nedenle şu andaki işimdeki tek motivasyonum, global bir başarı hikayesi çıkarmak. Daha sonra bizimle aynı yıl kurulan ve aynı işi yapan Hintli Zomato ile yollarımız kesişti. Mekanist’in Zomato’ya satışı sonrasında bir yıl ülke müdürlüğü yaptım. Yeni girişimim English Ninjas’ın temellerini atmak üzere Zomato’dan ayrıldım.

Şu anda aynı heyecanı yeni çalıştığımız projede de hissediyorum. English Ninjas, bir buçuk yıllık bir iş ve orada İngilizce konuşamama sorununu ortadan kaldıran bir servis sunuyoruz. Kurumsal ve bireysel kullanıcılara 7/24, görüntülü olarak, anadili ingilizce olan eğitmenlerle ingilizce konuşma pratiği yapmalarını sağlıyoruz. Çin, Su udi Arabistan, Güney Kore, Latin Amerika’dan müşterilerimiz var. Türkiye’de de Koç, Zorlu, Eczacıbaşı ve Turkcell gibi büyük kurumlarla çalışıyoruz.
 
FIRAT İŞBECER: Konuşulan örnekleri dinlerken girişimci hikayelerinin birbirine benzediğini gözlemleyebiliyorsunuz. Biz de 50 bin TL sermaye ile Pozitron serüvenimize başladık. Pozitron’u mobil yazılım, mobil bankacılık ve ödeme sistemleri alanında faaaliyet göstermek üzere kurduk.

İşe başladığımız dönemde çok yatırım arayışımız oldu ancak bulamadık. İlk melek yatırımımızı babam yaptı ve belli aralıklarla bize toplamda 400 bin TL destek sağladı.
 
İlk yıllarımızda girişimci ekosisteminde yatırımcı yoktu, olanlara da ulaşmak çok zordu. Şimdi algı değişti, yavaş yavaş ekosistem de kendi değerini buluyor.

Türkiye’de teknoloji ve mühendislik alanında yedi-sekiz üniversite ve birkaç tane de iyi eğitim veren lise mevcut. Bu okullardan mezun olan kişiler gerçekten dünya standartlarının üzerinde potansiyele sahip. Bu kişilerin öncülüğünde son yıllarda girişimcilik hareketi oluştu ve bu ekip yakın gelecekte ülkenin önünü açacak projeler yapacak. Son zamanlarda üzüldüğümüz ve negatif bir durum olarak gördüğümüz beyin göçü aslında pozitif etki yaratabilir. Beş ila on yıl aralığın da ülkemizde çok sağlam ve güçlü bir girişimcilik yapısı oluşacağını düşünüyorum. Türkiye’de arzu ettiğimiz ekonomik, demokratik ve uluslararası açılımlar yapılabilirse çok başarılı girişimler göreceğiz.

Ortağım ve ağabeyim ile birlikte konuşmacı olarak çağırıldığımız en az 50 üniversite ve lisede öğrencilerle iletişim kurarak ve neredeyse tırnaklarımızla kazıyarak kendi ekosistemimizi oluşturduk. Örneğin 2012 yılında Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun beş kişi IBM ve Microsoft gibi firmaların yerine Pozitron gibi nispeten küçük bir firmayı tercih etti. Bir başka örnek de “Pozitron’dan mezun olan” çalışanlarımız dünyanın belli başlı şirketlerinde işe girdi. Üçü Spotify’a gitti ve orada içerik yazıyorlar. Bir diğeri Amazon web servis takımına gitti. Bir başka arkadaşımız da Facebook’ta mühendislik takımının yöneticisi oldu. Bu da bizim için gurur kaynağı.

İnsanlara yol açtığımızdan dolayı çok mutluyuz. Bizden de çok girişimci çıktı ve bazıları farkında olmadan doğup gelişiyor. Biz de ölçeklendiğimizi fark ediyoruz. Başarı için sabırlı olmak ve beklemek gerekiyor.
 
ÖMER ERKMEN: Türkiye’de girişimcilik dünyasında   gereğinden fazla Silikon Vadisi hayranlı ğı olduğunu düşünüyorum. Oysa dünyanın farklı coğrafyalarında değişik ekosistemler var.  Örneğin bir tanesi Estonya ve en dijital ülkeler arasında dünyada başı çekiyor. e-residencency adında bir servisleri var ve bu sayede ülkeye gitmeden orada şirket kurmanız mümkün.

Benim herhangi bir kurumsal kimliğim yok, şirketim de. Ancak yaklaşık 16 şirkette hissem var. Tam emekli olmak üzereyken Emre Berkin beni tanıştırdı ve Mekanist’e yatırım yaparak bu dünyaya girdim. Sonra etrafımda Mekanist’te çalışan yeni girişimciler oluştu. Bugün bu ekosistemde yer alan 10’dan fazla girişim ile yakın çalışma fırsatı bulabiliyorum. Girişimcilik dünyasına girdikten sonra emekli olmama kararı aldım.
Girişimciliği öğrenebileceğiniz tek bir yer merkez ya da okul yok. Bu konuda faaliyet gösterenlerin deneyimlerinden yola çıkarak bir şeyler öğrenebiliyorsanız şanslısınız. Girişimcilere mentorluk yaptığım sırada gördüğüm temel zorluk, girişimin ölçeklenmesini başarmak. Ölçeklemek ve kurumsallaşmak apayrı iki konu. Şirket erken aşamada çok hızlı ilerleyebiliyor; ölçeklenme aşamasında yavaşlıyor. Ölçeklenip kurumsal olursa da çevikliğini kaybediyor. O noktada ScaleX gibi şirketlerden destek almak yararlı olacaktır. Bunun yanı sıra Türkiye İş Bankası’nın Kolektif House bünyesinde başlattığı ve benim de mentorluğunu yaptığım “Workup Programı” girişimlerin büyümesi, ölçeklenmesi ve çevik davranabilmesinde destek sağlamayı hedefliyor.
 
Girişimcilik ekosistemini nasıl besleyip büyütüp geliştirebiliriz? İki yatırımcı ağının başkanı şapkanızla mevcut durumda açmazlar nedir, nasıl giderilebilir?
EMRE KURTTEPELİ: Türkiye’deki ilk kuşak girişimcilerden biri olarak uzun yıllardır bu ekosistemin içerisindeyim. Bu dönemde Fornet, Mynet, Sobee gibi gibi başarılı şirketler kurup bir bölümünde exitler yaptım. Son yıllarda yatırımcı tarafına ağırlık verip, bugün itibariyle 35’in üzerinde girişimin yatırımcısı durumundayım. Aralarında yürütemediğimiz şirketler de oldu; Trendyol, Insider, Iyzico, Evidea gibi çok başarılı işlerimiz de oldu. Türkiye girişimlere yatırım yapacak ilk venture capital şirketlerinden 212vc’nin kurucularından biri oldum. Ümidim Türkiye’de bu tür fon sayısının artıp, ekosistemin gelişiyor olmasıydı. Ama ne yazık ki bu tarz fonlar bir elin parmağını geçemedi henüz. Batı dünyasından tüm başarılı girişimlerin ilk yıllarında akıllı para sağlayan melek yatırımcıların çok önemli rol oynadığını gördükten sonra, erken aşama girişim fonlamasına çözüm bulmak amacıyla altı kişi bir araya gelerek Galata Business Angels’i kurduk ve kuruluşundan itibaren başkanlığını üstlendim. Amacımız melek yatırımcılığı Türkiye’de geliştirmekti. Türkiye’de bazen girişimcilikte işin kolayına kaçtığımızı düşünüyorum. Artık local, operasyonel işlerin ağırlıklı olduğu katma değeri yüksek, haliyle iddiası da yüksek girişimciliğe geçmemiz gerekiyor. Bunu yaparkende Silikon Vadisi’ni modellemek bence yanlış bir strateji. Vadi’de şirketler projelerinin başarısızlığını parayla kapatıyor, kapatabiliyor. Türkiye güçlü yanlarını belirleyip, bunun üzerine dizayn edilmiş bir girişimcilik ekositemini benimsemesi lazım. Yani Silikon Vadisi’nden neyim eksikten çok neyi iyi yapabiliyorsak ona odaklanmalıyız.

Türk pazarı ne yazık ki Hindistan ve Çin kadar büyük değil, Estonya kadar da küçük değiliz. Ne yazık ki ortada kalmışız. Oysa bizim etkin girişimci çıkarmamız gerekiyor. Günün sonunda belki Türkiye’ye göre iyi ürünler yaptık ama bunlar yurtdışı pazarlarda değerini bulan projeler olmadı. Endeavor’da başkanlık görevini kabul etmemin nedeni de budur. Endeavor kâr amacı gütmeyen, Türkiye’de girişimciliği geliştirmek üzere kurulmuş ve yaklaşık 10 yıldır 25 ülkede faaliyet gösteren sivil bir organizasyon.

Oyunun kuralını değiştirecek şekilde hareket etmeli ve ilk günden globale giden bir şirket yapısında girişimler çıkarmalıyız. Önce Türkiye pazarında faaliyet gösterip belli büyüklüğe ulaşıp yıllar sonra dünyaya açılmak artık geçerli bir yaklaşım değil.

Bir başka tarışma konusu da, burada kime Türk şirketi diyeceğiz? Örneğin Hamdi Ulukaya’nın ABD’deki girişimi olan Chobani ne kadar Türk şirketidir? Bana göre Türk girişimcisi, Türk şirketi deyince de Türkiye’de yerleşik, Türkiye’de işini yöneten bir şirketi anlamalıyız.

Globalleşme konusunda en büyük kısıtımız Türkiye’de girişimleri globale taşıyacak yetkinlikte yöneticilerin kısıtlı olması. Bu sebeple bu kültüre sahip, yurtdışındaki yöneticilerin girişimin bir parçası olmasına girişimci tarafından ikna edilmesi, oyunun bir parçası olmasının sağlanması lazım. Silikon Vadisi bu konuyu çözebilmiş durumda, değişik ülkelerden yetkin insanları bir potada eritebilmiş.

Alibaba gibi bir tane şirket çıkarabilirsek Türkiye dünya platformu üzerinde önemli bir yere gelebilir. Bugün gördüğüm; bizde genç nüfus var, azimli ekip var, fikirler var; altı dolu iddalı şirketler için doğru zaman mı, evet. Büyük bir proje yakaladığımızda devlet, özel sektör ve bireyler olarak elbirliği yapmamız gerek.
 
TOLGA KABATAŞ: Yeni bir eğilimden söz etmek istiyorum. Türkiye bugün yeni bir ürün geliştirmek için test ortamı olarak kullanılan ülkelerin başında geliyor. Girişimcinin ürün testi Türkiye’de başarılı olduğu zaman, aynı ürünü bir başka ülkeye ve coğrafyaya taşıyabiliyor. Örneğin bir Hindistan girişimi olan Letgo bu stratejiyi izledi. İki ay önce milyar dolarlık bir şirket olan Letgo’nun yatırımının temelindeki ana pazar Türkiye. Türkiye’yi test pazarı olarak kullandılar ve girişimlerini belli bir büyüklüğe getirdiler. Yaklaşık 20 milyon aktif kullanıcıları var ve bunun 10-12 milyo nu Türkiye’de. Bu girişimi şimdi ABD’ye taşımak istiyorlar.

Aynı stratejiyi biz de Vole’de uyguluyoruz. Türkiye dijital kullanıcı nüfusu olan, yüksek oranda ürün bilgisine erişebileceğimiz ve müşterinin davranışlarından bir şeyler öğrenebileceğimiz esnekliği bize sağlıyor. Şimdi bu pazarda öğrendiğimiz deneyimi ve geliştirdiğimiz ürünü Brezilya pazarına taşıyacağız.

Eskiden bir pazarda öğrendiklerini bir başka pazara uyarlayarak taşımak neredeyse bir hayaldi. Çünkü teknoloji taşınabilir bir teknoloji değildi. Bugün uygulamanın çeşitli dillerdeki uyarlaması dünyanın her yerinde aynı anda hayata geçebiliyor.
 
ÖMER ERKMEN: Bir girişimin yerel ya da global olması veya önce yerel başlayıp sonra globalleşmesi düşüncesi doğru bir yaklaşım değil. Çünkü bir girişimde işin tek bir doğrusu yok. Ne yaptığınıza, işin niteliğine, hangi konuda olduğuna, girişimcinin karakterine, takım ruhuna bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Bir girişimcinin de planlama ve tasarım yaparken çıkış noktasının bu parametreler olması önemli.
 
DİLEK DAYINLARLI: Kurumsal kullanıcılara hitap eden ve IP’si güçlü bir girişiminiz varsa daha kolay globalleşme şansı yakalanabiliyor. Türkiye özelinde bakacak olursak da ülkemizin güçlü olduğu yönlerde yapılan çalışmalar daha değerli oluyor. Örneğin destek verdiğimiz bir şirket genetik data analizi yapıyor. Bu iş dünyada da çok değerli ve Türkiye’nin genetik datası dünya için çok önemli. Çünkü Asyalı, Avrupalı ve Afrikalı bu coğrafyada karma olarak bulunuyor; akraba evliliklerinden dolayı inanılmaz genetik hastalıklar daha çok görülüyor ve bu üzerinde çalışılacak çok önemli bir data sağlıyor. Bir başka destek verdiğimiz şirket Picus Security de dünyadaki rakibiyle birlikte aynı anda girişimde bulunuyor. Picus Security çok kısa zamanda değerlendi çünkü Türkiye’nin en önemli beyinleri ve mühendisleri bu alana odaklanıyor. Aslında bizi global girişimcilik arenasına hızla taşıyacak olan şey, başarı hikayeleri yaratmak ve bunu çoğaltmak. En büyük hayalim, birkaç yıl içerisinde Türkiye’den global yapıda milyar dolarlık girişimler çıkarabilmek.
 
FIRAT İŞBECER: Birbirine yardım eden, destek veren ve birbirini geliştiren bir girişimci ekosistemimizin olması ekonomimizi de büyütecektir. Girişimciliğin gelişmesinin özünde yatırım ve maddi destek olmazsa olmaz noktada. Devlet TÜBİTAK ve Ar-Ge desteğiyle girişimcileri destekliyor, ancak ne kadar yeterli ve etkin tartışılır. Sadece devlet desteği değil, risk sermayesi ve melek yatırımcı desteğinin olması çok daha önemli. Aksayan ve yürümeyen noktalar sebebiyle girişimciler iş yapma heyecanlarını kaybedebiliyor. Maddi yatırım yapmadığınız zaman bu işin geri dönüşü yok.

Türkiye İş Bankası’nın bu desteği olmasaydı bu yolları geçemezdik. Pozitron, “Mobil’de İş Bankası” ihalesine girdiğinde rakibi Nokia ve Accenture tarafından desteklenen Finlandiya merkezli bir şirketti. Bu şirket ebat olarak bizim 10 katımızdan fazlaydı ve 120 kişilerdi.
 
Finlandiya’da Accenture, Nokia gibi şirketler daha mobilin nereye gideceği belli değilken, android ve iOS, dokunmatik ekran diye bir şey yokken java üzerinden kod yazarak o işe milyonlarca dolar yatırım yapmışlardı. Bu yatırım iştahını erkenden göstermişlerdi. Ama biz de teknolojimize ve Türk mühendislerine güvendik, ihalede İş Bankası da bize güvendi ve bu işi bize verdi.
 
Türkiye İş Bankası da ülkemizde girişimcilik ekosistemini geliştirip büyütmek adına kurulduğu ilk günden bu yana önemli adımlar atıyor. Girişimciliği destekleme vizyonunuzu ve attığınız adımları aktarır mısınız?
HAKAN ARAN: Neden Türkiye İş Bankası olarak bu masadayız sorusuna yanıt vermek isterim. Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından temelleri atılan Türkiye İş Bankası’nın misyonu, müteşebbis ve iş yapmak isteyen ama sermayesi az Türk insanını desteklemekti. Eğer bir alanda destekleyecek müteşebbis yoksa, o alana doğrudan yatırım yapmak da görevimizdi. Bu nedenle hiçbir zaman kurumumuzun faaliyet alanı bankacılıkla sınırlı kalmadı.

Bugün Şişecam, Anadolu Sigorta, Milli Reasürans, İş Yatırım gibi markalar bu anlayışla hayata geçmiştir. Örneğin 1997 yılında Türkiye’de ilk internet bankacılığını başlattığımızda o güne kadar hiç internete bağlanmamış olan insanımıza bu hizmeti en ucuza sunabilmek için İşNet’i kurmuştuk ve bir haftada da tüm satışları tamamlamıştık. Bu gereksinimden hareketle kurduğumuz İşNet bugün 100 milyon dolar piyasa değerine dayanmış bir şirket haline gelmiştir.

Pozitron şirketiyle olan hikayemiz de ilginçtir. 2005 yılında İş Bankası mobil bankacılığı bir uygulama ile yapma kararı almış ve yedi kişiden oluşan küçük ve yeni kurulacak bir girişim olan Pozitron’dan yana tercihte bulunmuştu.

Birkaç yıl önce Pozitron 100 milyon dolara Monitise’a satıldı. Dolayısıyla birlikte sıfırdan başladığımız bir girişimin 7-8 yılda 340 bin TL’den 100 milyon dolar piyasa değerine olan yolculuğuna tanıklık etmiş ve katkıda bulunmuş olduk.

ABD’de de milyar dolarlık bir başka girişim örneği var. Silikon Vadisi’nde olan bir Türk yatırımcı, üç arkadaşıyla birlikte bir masaüstü sanallaştırma şirketini zor bir döneminde oldukça makul sayılabilecek bir fiyata satın alıyor ve üç yıl sonra da bu şirketi milyar dolar üzerinde bir fiyata satıyor. Biz de Türkiye’de 400 eğitim bilgisayarımız için bu masaüstü sanallaştırma hizmetini ilk satın alan banka ve referans müşteri olarak bu yolculuğa katkıda bulunmuş oluyoruz.

En son vereceğim girişim örneği de PoiLabs. Onlarla birlikte Piri isimli bir sesli seyahat uygulaması geliştirdik. Böyle bir fikir aklımıza geldiğinde bunu hayata geçirebilecek en doğru girişim olduklarına inanarak fikrimizi onlarla paylaş tık ve bu proje süresince birlikte kat üstüne kat çıkarak ortaya müthiş bir eser çıkarmayı başardık. Hayata geçirme sürecinde tüm prodüksiyon ve yazılım masraflarını biz karşıladık. “Ürünü herkese satabilirsiniz, yanınıza yeni ortaklar alabilirsiniz, iş modelinde serbestsiniz, sadece Maximum markasıyla üç yıl birlikte olma sözü istiyoruz’ dedik. Şimdi ürün, “Powered by Maximum” olacak şekilde uygulama mağazalarında yerini almış durumda ve Maximum müşterileri ücretsiz olarak bu ürünü kullanabiliyor.

2016 yılında İş Bankası olarak biz de Silikon Vadisi’nde bir ofis açtık ve kısa sürede de epey yol aldık. Şu anda vadide bir robot programlama projesi üzerinde çalışılıyor. İş Bankası ve müşterilerine hizmet edecek ilk robotumuz, bankacılık ve dilbilgisi yeteneklerine kavuşuyor.
 
Oradaki ofis açılışımızda bizi yalnız bırakmayan Sayın Ali Kutay da tanınmış Türk girişimciler arasında bulunuyor. En son ürünü “Striim”, büyük veri analizi üzerine bir ürün. İş Bankası grubu olarak bu ürünün dünyadaki ilk kullanıcısıyız ve bununla da bankacılıkta büyük veri ve yapay zekanın kullanımının ilk örneklerini gösteriyoruz. Yakında bu yatırımın da ulaşacağı piyasa değerlerine hep birlikte tanıklık edebiliriz.
Sonuç olarak, Türk girişimcilerle birlikte hareket etmek önceliklerimiz arasında yer alıyor. O girişimciye bazen bir fikir vererek çoğu zaman da bir pazar ve referans oluşturarak büyümesine destek oluyoruz. İlk kuruluş giderlerini karşıladıkları ve sonrasında sağlam, ölçeklenmiş ve kaliteli bir ürünle büyümelerine imkan sağlayan bir modelde çarkları döndüren ilk can suyu oluyoruz.
 
Girişimcilik ekosisteminin uzmanlık dalı olarak nitelendirebileceğimiz fintech ekosistemi hangi gereksinimlerden doğdu? FinTech İstanbul Platformu bu konuda hangi çalışmaları yürütüyor?
PROF.DR. SELİM YAZICI: Dijital teknolojilerin gelişimiyle birlikte finans dünyasında fintech adı verilen inovatif hizmetler üreten startup örnekleri oluşmaya başladı. Bankalararası Kart Merkezi Genel Müdürü Soner Canko’nun desteği ve BKM’nin sponsorluğu ile 2016 yılının şubat ayında, Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi Direktörü İhsan Elgin ile birlikte, fintech girişimcilerinin önünü açmak için gerekli ortamı sağlayan bir platform olarak “FinTech İstanbul”u kurduk. 2000’li yılların başında özellikle sigortacılık sektörünü dijital dünya ile tanıştırma girişimlerim olmuştu ve buradaki deneyimlerimden de yola çıkarak finans dünyasının girişimci ekosistemini oluşturmaya karar verdik. Ülkemizde fintech girişimleri gelişmekte olan yapılar, fakat onların gelişmesini hızlandıracak uygun ekosistem eksikliği bulunmaktaydı. Ekosistem için önce iyi bir tohuma ihtiyacımız var; toprağın, havanın ve suyun da iyi olması gerekiyor. Tohumu girişimci olarak nitelendirirsek, bunun yeşerip ürün vermesi için uygun ve elverişli bir ortamı, ekosistemi oluşturmak gerekiyor.

Nasıl bir iklim ve ortam oluşturacağımız noktasında dünyanın çeşitli örneklerini inceledik ve ülkemizdeki çalışma kültürüne uygun bir yapı oluşturmaya çalıştık. Bu amaçla dört temel alanda faaliyetlerimizi yoğunlaştırdık: Girişimcileri, yatırımcıları ve kurumları bilgilendirecek fintech eğitimleri düzenlemek; ekosistemi bir araya getiren ve bilgi paylaşım ortamı oluşturan buluşmalar organize etmek; diğer fintech hub’ları ile işbirlikleri sağlamak; en büyük açık olan bilgi açığını gidermek amacıyla Türkçe içerik üretmek ve yayınlar yapmak. Platformu kurarken özellikle fintech’lerin eğitilmesi, bir araya getirilmesi, aralarında kuvvetli bir network bağının kurulması, birbirine yakınlaştırılması, müşteri veya tedarikçi alışveriş sürecinde güçlerini birleştirerek hareket edebilmelerini amaçlayan bir platform olmasına gayret ettik. Bugün ekosistemde temel sacayakları mevcut. Yani girişimci, yatırımcı ve kurumlar (özellikle bankalar) bu ekosistemin içinde yerlerini aldılar.
 
Gerçekten de fintech’lerin temel gereksiniminin eğitim olduğunu gördük. İlk aşamada, fintech girişimcilerinin ihtiyaçları olan alanlara odaklanarak bir eğitim programı oluşturduk. Bu eğitim programı, bir fintech girişimin kuruluşundan, yatırımcı ile bir araya gelene kadar geçireceği tüm süreçleri ele alan bir yapıya sahip. Bu şekilde başlattığımız “FinTech 101 Eğitim Programı”na büyük bir ilgi gösterildi. Bu durum, önemli bir bilgi açığının olduğunu ve platformun bu aşamada çözüm ürettiğini kanıtlamış oldu. “FinTech 101 Eğitim Programı” değişik dönemlerde açılarak her dönemde yaklaşık 50 katılımcı ile devam etmekte.

Ekosistemi besleyecek temel unsurlardan bir tanesi de network oluşturmaktı. Bu noktada uluslararası hub’larla işbirliği yapmaya başladık. Örneğin Hollanda, Almanya ve İsviçre’de kurulan hub’larla işbirliği olanakları sağladık. Bu aşamada, her ülkedeki hub’ın çalışma şartlarını ve ilgilendiği alanları da öğrenmeye başladık. Örneğin Almanya’daki hub’lardan birinin aslında bir Blockchain ekosistemi yaratmaya çalıştığını gördük. Bununla birlikte “The Global FinTech Hubs Federation” bizi bir network hub’ı olarak kabul etti ve Deloitte tarafından bu hub’ları karşılaştıran bir de global rapor yayımlandı. Böylece, dünyadaki belli başlı 44 büyük hub içerisinde İstanbul da yer almaya başladı.

Bu raporda hub’lar belli kriterlere göre değerlendirilmekte ve kıyaslanmakta. Kriterler şöyle: Öncelikle Dünya Bankası tarafından yayımlanan “Doing Business” raporunun ülke hakkındaki çıktıları ve daha sonra da “Global Innovation Index” raporunun çıktıları değerlendiriliyor. Sonraki aşamada; regülasyon, yabancı startup’ların ülkeyi cazibe merkezi olarak görüp görmediği, müşteriye yakınlık, uzman işgücünün bulunabilmesi, inovasyon kültürü ve devlet desteği gibi konular sektör temsilcilerinin görüşleri alınarak kalitatif olarak değerlendiriliyor ve belirli bir model üzerinden puanlanıyor. Bu sayede tüm hub’ların puanları elde ediliyor. Burada en düşük skoru elde edebilmek çok önemli. Tahmin edebileceğiniz gibi en düşük skor Londra’ya ait. Sonra Singapur, New York ve Silikon Vadisi geliyor. Bizim skorumuz henüz yeni olmamız nedeniyle çok parlak değil. Ama en azından listeye girdik ve kendi notumuzu gördükten sonra onu iyileştirmek için neler yapabileceğimiz konusunda düşünmeye başladık.

Yurtdışında yaptığınız görüşmelerde, yatırımcıların hangi konulara ilgi gösterdiğini de yakından gözlemleyebiliyorsunuz. Örneğin Silikon Vadisi’nde bir yatırımcı, ülkemizde sigorta alanında bir girişim bulabilirse yatırım yapabileceğini belirtti. Bu durum ülkemizin potansiyel yatırımları çekebileceğini göstermekte. Tabii ki belirli şartların oluşması şartıyla.

Dünyada ne tür fırsatlar var diye baktığımızda Türkiye’den girişimlerin batıya gitmesi belki zor olabilir;   giden başarılı örnekler var ancak doğuya, özellikle Ortadoğu coğrafyasına gitmemiz çok daha mantıklı olabilir. Fintech bağlamında konuya bakacak olursak, İslami fintech kavramı şu an çok konuşulan kavramlardan bir tanesi. Türkiye’de bu sistemin yaygınlaşmış olması, katılım bankalarının olması hatta sigorta alanının bile gündeme gelecek olması şansımızı artıracak unsurlar olabilir.

Kendisi de yerli bir startup olan ve girişimcilik ekosistemini farklı boyutlarıyla inceleyen Startups. Watch’un ürettiği verilerine göre, ülkemizde yaklaşık 200’ün üzerinde fintech girişimi bulunmakta. Bu girişimleri doğru kaynaklarla, doğru biçimde ve doğru pazara hitap edecek şekilde, yani etkin bir girişimcilik mantığı ile yönlendirmemiz gerekiyor.
 
EMRE KURTTEPELİ: Türkiye’den dünya çapında bir fintech girişimi oluşabilir mi diye baktığımızda, bugün Türk finans sistemi son derece regüle ve bu unsurun engelleyici yanı olabilir kanısındayım. Örneğin bugün dünyada çok popüler olan konu; kişiden kişiye dijital para alışverişi (peer to peer lending) uygulaması ülkemizde mevzuat gereği yapılamıyor. Bu tür regülasyona bağlı işlerin yatırımcılar ve girişimcilerim tarafından rağbet görmeyeceğini söylemek mümkün. Bir yatırımcı yasal düzenlemenin olup olmayacağı ya da ne zaman olacağının bilinmediği bir alana neden yatırım yapsın?
 
PROF. DR. SELİM YAZICI: Ülkemizde fintech alanında sıkça tartışılan konulardan biri de regülasyonlar. Yurtdışı örneklerde düzenleyici ve denetleyici otorite yetkililerinin belirli bir politika çerçevesinde, sıkça bir araya geldiklerini ve tartıştıklarını gördük. Bu durum her iki taraf için de oldukça önemli. Öncelikle karşılıklı olarak beklentilerin anlaşılması, sıkıntılı alanların değerlendirilmesi ve çözüm üretilebilmesi açısından çok değerli. Bir diğer nokta ise, İstanbul’un bir finansal merkez olması yolunda atılan adımlarda, ortak bir politika belirlenebilmesi ve sektörün güçlendirilmesi açısından bu tür toplantılarda önemli bir değer yaratılması mümkün. Bu açıdan değerlendirildiğinde, düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile fintech girişimcilerinin, yatırımcıların ve kurumların daha sık bir araya gelerek bilgi paylaşımında bulunabilecekleri platformları oluşturmak için de girişimlerimiz bulunmakta. Girişimcilik ekosisteminin en önemli unsurlarından biri olan devletin ve düzenleyici-denetleyici kurumlarının da işin içerisinde olmasının, bu ekosistemin büyümesi ve güçlenmesi açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
 
YALÇIN SEZEN: Regülasyonlar ve fintechlerden bahsettik. Regülasyonlar ile ilintili olarak fintechler tarafında trendlere de bakmak gerekir. Şöyle ki, Türkiye’de 6493 sayılı Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun, Avrupa’da çıkan Payment System Directive 1’in akabinde ülkemize uyarlanarak gelen bir yasal düzenleme olmuştur. Şimdi ise, Avrupa’da 2018 yılında Payment System Directive 2 isimli yeni bir düzenleme hayata geçecek. PSD 2’nin getireceği birtakım yenilikler olacak. Dünyada ve ülkemizde son dönemlerde, uygulama programlama arayüzlerinin (API) üçüncü parti şirketlere açılması çok konuşulan konulardan biri. API’nin bu kadar çok gündemde olmasının nedeni ise PSD 2. PSD 2 düzenlemesi ile birlikte Avrupa’da banka müşterileri herhangi bir banka uygulaması veya üçüncü partiler üzerinden farklı bankalara ait hesap özetlerini görüntüleyebilecek veya işlemlerini yapabilecek. PSD2’nin sonraki yıllarda ülkemize uyarlanarak Türkiye’de de yasallaşması halinde, yeni bir düzen ile daha karşı karşıya kalacağız. Trende bakarak, yeni düzenlemeye yönelik hazırlık yapmak lazım. Biz olası bu yeni düzenlemelere yönelik dışarıdaki örneklere de bakarak öngörülerimizi çalışıyor, bugünden gelecekteki yeni dünyaya yönelik hazırlıklarımızı yapıyoruz.

İş Bankası girişimci ekosisteminin desteklenmesi ve geliştirilmesine katkı sağlayacak Workup Programı’nı başlattı. Hangi gereksinimlerden yola çıktınız ve bu program ile ne hedefliyorsunuz?
YALÇIN SEZEN: İçinde bulunduğumuz döneme baktığımızda sahiplikten ziyade erişim ve paylaşımın ön planda olduğunu görüyoruz. Paylaşım ekonomisi, paylaşımlı ofis konsepti vb. gibi kavramları çok sık duyuyoruz. Paylaşım ekonomisinin paylaşarak iş yapma modellerini hayatımızın içerisinde fiilen yaşıyoruz. İş Bankası olarak yeni dünyada, yeni ekonomiye katkımız, payımız olması gerektiğini düşünüyoruz.
Hayat değişiyor, dijitalleşme ile birlikte iş yapma şekilleri de değişiyor. Peki, biz bu dünyada nerede olacağız?  Banka olarak, tarihimiz den gelen misyonumuzu devam ettirerek yeni girişimlerin yanında olacağız ve onları destekleyeceğiz. 2015’te dijital dönüşüm için yönümüzü belirledik. Kendi içimizde stratejimizi belirledikten sonra 2016’da organizasyon yapımızda değişiklikler yaptık. Girişimcilik ekosistemine odaklanan ayrı bir yapı olarak İnovasyon Birimimizi kurduk.  Girişimlerin bir arada olduğu başta Kolektif House olmak üzere bugün bu masanın etrafında bulunan ekosistemin çok değerli isimleri ve diğer paydaşları ile kurduğumuz birebir temaslarda kendi adımıza pek çok yeni şey öğrendik. Öğrenirken bir yandan deneyimlerimizi de paylaşarak ekosisteme katkı sağlamaya çalışıyoruz. Ekosistemin tüm paydaşlarının bir bütün olarak hareket etmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu ekosistemin bir parçası olarak, diğer paydaşlar ile birlikte hareket ederek bu dünyayı  büyütmeyi hedefliyoruz.

Bir üründe, hizmette başarılı olabilmek için önemli olan belli bir ölçeği yakalamaktır. Başarı ancak bu ölçeği yakaladığınız zaman gelir. Kendimize girişimcilik ekosistemi içerisinde bu yönde bir strateji oluşturduk. Girişimcilik dünyasında kendimizi geleceğe hazırlamak ve aynı zamanda ekosistemi büyütmek adına çeşitli faaliyetlerimiz var. İlk adım olarak ekosistem paydaşları ile birebir temas edebileceğimiz şekilde Kolektif House’da yerimizi aldık. Devamında buradaki varlığımızı bir üst boyuta taşıdık, girişimleri ölçeklendirecek uzun soluklu, sürdürülebilir bir programın “Workup” ın ana destekçisi olarak hayata geçmesini sağladık. Sizlerden, ekosistemin paydaşlarından aldığımız cesaret ile önümüzdeki dönemlerde de daha büyük işler yapma yolunda ilerliyoruz. Girişimcilik ekosistemi içerisindeki ölçeğimizi sürekli olarak büyüteceğiz. Değişen dünya ile birlikte Türkiye ekonomisinde oluşan bu yeni alanda bankamızın kuruluş misyonuna paralel, olağan bankacılık faaliyetlerimizin yanı sıra bu yeni ekonomiyi desteklemeyi, büyütmeyi görev biliyoruz.

Temas ettiğimiz girişimlerin fikirleri ile sunduğumuz hizmetleri karşılaştırıyoruz. Bugün tüm dünyaya hakim “Akışkan Beklentiler” kavramı var. Günümüzde müşteri deneyimi ön planda. Müşteriler başka bir sektörde, başka bir uygulamada beğendiği deneyimi, sektör bağımsız olarak bizden de bekliyor. Bu beklentinin bilinci ile ideal müşteri deneyimi sağlayacak şekilde müşterilerimiz neredeyse biz de orada olmalıyız ilkesine göre hareket ediyoruz ve bu doğrultuda kendimizi sürekli geliştiriyoruz.

Kuruluş misyonumuzu yeni dünyanın gerekliliklerine uygun olarak devam ettirmek, girişimcilik ekosisteminin büyümesine destek olarak ülke ekonomimize katkı sağlamak istiyoruz.

HAKAN ARAN: Workup Girişimcilik Programı ile burada olmak, İş Bankası’nın stratejisi için de son derece uygun. Çünkü biz bankamızı dijitalleştirmek istiyoruz. Dijital çağda müşterilerimizle aynı dilden konuşarak, işlerimizi onların günlük alışkanlıklarına uygun bir bankacılık hizmetine dönüştürmek istiyoruz. Bunun için de özel bir alanda müşteri ihtiyaçlarını en iyi şekilde anlayan, en iyi ürün veya hizmeti sunarak müşteriyi yakalayan bir girişimle birlikte hareket etmek oldukça akıllıca görünüyor. Hem o ürünü hızlı bir şekilde finans dünyasına uyguluyor, müşterilerimizle buluşturuyoruz hem de bu deneyimden çok şey öğreniyoruz. Girişimciler de yaptığı işten keyif almak ve karlı bir şekilde büyümek istiyorlar.

Sonuçta el birliğiyle işlerimizi büyütüyor ve ülkemizin milli gelirini artırmış oluyoruz. Dolayısıyla milli gelire katkı sağlandığı, pasta büyüdüğü ve ülkedeki tasarruflar büyüdüğü ölçüde başarılıyız diye düşünüyoruz.