‘Dış politikada tam bir çuvallama var’

0
23

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Dış politikada tam bir çuvallama var. Kimin ne söylediği belli değil. Yüksek tepede oturan kişi uçağa binerken ayrı, uçaktan inerken ayrı konuşuyor. Başbakan ayrı, Dışişleri Bakanı ayrı konuşuyor. Milletin kafası karıştı ve şu soruyu soruyorlar; ‘ne olacak bu memleketin hali?’ diye. Böyle bir yönetimle Türkiye ilk kez karşılaşıyor” dedi.
 
CHP Parti Meclisi (PM) Kılıçdaroğlu başkanlığında toplandı.Toplantının açılışında konuşan Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin yolsuzluk olaylarında yeni bir evreye girdiğini savundu.
 
“Tuzun koktuğu” sürecin yaşandığını ileri süren Kılıçdaroğlu, “AKP’nin Türkiye’de yolsuzluk olaylarını soruşturma gibi bir iradesi artık yok. Dileyen herkes, istediği kadar yolsuzluk yapabilir. Yolsuzluğun en büyük güvencesi AKP’dir” diye konuştu.
 
Antik çağda, Ispartalılar döneminde hırsızlığın serbest ve onurlu bir görev olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
 
“Ama suç hırsızlık yaparken kişinin yakalanmasıydı. Geldiğimiz süreç, o süreçtir. Sadece içeride değil, dışarıda da itibar kaybı var. Böylesine bir siyasal anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Eskiden DGM’ler vardı, şikayet ederdik, sıkıyönetim mahkemeleri vardı, ÖYM’ler vardı, şikayet ederdik. Hiç değilse orada heyetler vardı. Birisi kalkar muhalefet şerhi yazardı ve tarihe not düşerdi. Şimdi o da bitti. Özel görevli bir savcı, özel görevli bir hakim, birisi takipsizlik öbürü de onaylama. Onun için tuzun koktuğu süreçteyiz yolsuzluk olaylarında. Çağdaş demokrasilerde hakim ve savcılar yolsuz olaylarını soruşturur, araştırır. Bizim geldiğimiz süreçte ise yolsuzluk olaylarını soruşturan hakim ve savcılar soruşturuluyor, yolsuzluk yapanlar ödüllendiriliyor. Deniz Feneri, bunun ilk adımıydı. Sanıkların tamamı serbest bırakıldı, savcılar önce görevlerinden alındılar, sonra yargılandılar. 17-25 Aralık soruşturması da bunun ikinci adımıdır.”
 
AK Parti’nin 12 yıllık süreçte, bir “devlet partisine” dönüştüğünü de iddia eden Kılıçdaroğlu, siyasi mücadelelerini sıradan iktidardaki bir partiyle yapmadıklarını söyledi.
 
Kutsal bir mücadele yürüttüklerini ifade eden Kılıçdaroğlu, “Parti ile devletin içiçe geçtiğini görüyoruz. Diyorlar ki ‘hükümetin memuruyuz, partinin görevlisiyiz.’ Geldikleri nokta bu” dedi.
 
İktidarın yasalarla tanımlanan şekilde eleştirilmeye dahi tahammül edemediğini savunan Kılıçdaroğlu, “Her şey bir kişinin iki dudağı arasında. Führer modeli. Sadece içeride değil, dışarıda da sorun olmaya başlayan bir iktidar. Uygar dünyadan kopan bir Türkiye konumuna geldik” diye konuştu.
 
Sadece rüşvet alanların aklandığı değil, namuslu insanların cezalandırıldığı bir sürecin de yaşandığını öne süren Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
 
“Koluna 700 milyar liralık saati alacaksın, haram para ile hacca gideceksin, bakanların çocuklarının evlerinin boy boy kasaların içinde milyon dolarları olacak, onları aklayacaksın, rüşvet almadı diye Teoman memuru süreceksin. Her yurttaşımın oturup düşünmesi lazım. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey düşünmek. Elimizi vicdanımıza koyacağız ve düşüneceğiz. Bu ülke nereye gidiyor diye düşünüyorsanız. düşüneceksiniz. Bütün bu olaylar kamuoyunun önünden gizlenmeye çalışılıyor. Kullanılan iki unsur var; ‘etnik kimlik ve inanç siyaseti.’ Yasalarda bu alanlarda siyaset yapılması yasak. Yasak olan bu iki alan, Türkiye’de acımasızca kullanılıyor. Yolsuzluklara karşı tabanını bloke etmek istiyor. Yurttaşlarıma sesleniyorum; senin inancını kendi yolsuzluğuna malzeme eden bir siyasal iktidara izin verme. Haksızlığa, hukuksuzluğa ortak olma. Senin inancın, kimliğin başımızın üstündedir. Sorun inançta ve kimlikte değil, sorun inancını ve kimliğini kullanarak devleti soyanlardadır. Bunu bileceksin ve öğreneceksin. Aklı başında olan herkesin ortak görevidir bu. Biz, bu görevimizi yapmak zorundayız.”
 
“Vesayet altında başbakanlar görev yapmaz” 
“Davutoğlu, Türkiye’yi yönetmekten aciz” diyen Kılıçdaroğlu, “Türkiye’de başbakanlık koltuğu da cumhurbaşkanlığı koltuğu da boştur. Birileri oturuyor orada ama anayasayla çizilen görevlerini yapmıyorlar” dedi.
 
Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti: “Davutoğlu’nun görev alanını ağabeyi  belirlemiş, onun dışına çıkamıyor. Yasalara rağmen çıkamıyor, böyle anlayışı kabul etmek mümkün değil. Eğer devleti yöneteceksen adam gibi yönet, yönetmeyeceksen o koltuğu boşalt. Birilerinin tutsağı başbakan olmaz, vesayet altında başbakanlar görev yapmaz. Kimin koltuk değneği olacaksın sen. Nereye kadar götüreceksin. Başbakanın boynuna davulu asıp tokmağı başkasına verirseniz, ülkenin iyi yönetilmediğini sadece Türkiye değil, bütün dünya görür. İcra organının başında başbakan var. Devlet başkanları kimi arıyorlar? Cumhurbaşkanını arıyorlar. Davutoğlu’nu pas geçiyorlar. Onlar da biliyorlar ki ülkeyi yöneten başkası. Davutoğlu’nun ağrına gitmeyebilir bu, olağan karşılayabilir. Ama bu ülkenin anamuhalefet partisinin genel başkanı olarak bu benim ağrıma gidiyor. Türkiye’yi hukukun üstünlüğünden çekip çıkaran bir yapıyı kabul etmiyorum.”
 
Dış politika eleştirisi
Dış politikada tam bir çuvallama olduğunu savunan Kılıçdaroğlu, “Kimin ne söylediği belli değil” ifadesini kullandı.
 
“Yüksek tepede oturan kişi uçağa binerken ayrı, uçaktan inerken ayrı konuşuyor” diyen Kılıçdaroğlu, şu açıklamaları yaptı:
 
“Başbakan ayrı, Dışişleri Bakanı ayrı konuşuyor. Milletin kafası karıştı ve şu soruyu soruyorlar; ‘ne olacak bu memleketin hali?’ diye. Böyle bir yönetimle Türkiye ilk kez karşılaşıyor. Tam bir kaos yönetimi, kimin ne yaptığı belli değil. Biz hükümeti samimi olarak uyarıyoruz, ‘yanlış yapıyorsunuz’ diyoruz. Söylediklerimizin tamamı ortaya çıktı. Dış politikada 3-4 yıldır dilimizde tüy bitti, ‘yanlış yapıyorsunuz, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklüyorsunuz, Türkiye’ye siz bataklığı ithal ediyorsunuz’ dedik, ‘siz bilmezsiniz’ dediler. Buyurun geldiğimiz noktaya bakın. Kim biliyormuş?” ‘Sizin aklınıza ihtiyacımız yok’ dediler. Ortaya çıkan tabloya bak. Hangi akıl? Sağlıklı ve iyi niyetli eleştirilere verdikleri cevap; ‘muhalefet sussun.’ Demokraside de yeni bir evreye geldik. Herkesin sustuğu ve sadece iktidarın konuştuğu bir demokrasi özlemi içindeler. Biz buna demokrasi demiyoruz, o başka bir şey. Şimdi o sözcüğü söylemiyoruz ama yeri geldiğinde de kullanacağız. Bu farklı bir rejimdir. Hele hele bunun unvanında profesör doktor yazan bir kişi tarafından kullanılması, ‘susun demesi’ bizim kabul edeceğimiz bir olay değil.”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de boş sıralara konuştuğunu iddia eden Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin itibarının bu olmadığını söyledi.
 
“Sen o koltukta niye oturuyorsun?” 
Hükümetin çözüm sürecinde de çuvalladığını iddia eden Kılıçdaroğlu, “Bir iç isyan yaşadık. 40’a yakın vatandaşımız öldü. Çıktı valisi, kaymakamı şu açıklamayı yaptı; ‘bu ölenler güvenlik güçlerinin müdahalesiyle değil, vatandaşlar birbirini öldürmüş.’ Sormadan edemiyorum; Sen seyirci misin bakan mısın? Seyirci bile tahammül edemez” diye konuştu.
 
İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı da eleştiren Kılıçdaroğlu, “Bakanlık koltuğunda oturacaksın, sorumluluğum yok diyeceksin. Sen o koltukta niye oturuyorsun? Kendi yolsuzluğun olduğu zaman polisi, hakimi, savcıyı sürüyorsun. Vatandaş birbirini öldürdüğünde seyirci oluyorsun. Böyle bir devlet yönetimini kabul etmiyoruz. O bakan o koltukta oturmamalı. ‘Şiddete misliyle karşılık vereceğiz’ ne demektir? Almanya’nın tarihine baksınlar. Führer döneminin Almanya’sına baksınlar. Aynı süreci yaşatmak istiyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
 
Kılıçdaroğlu, kendilerinin muhalefette olmasına rağmen ‘sağduyu’ çağrısı yaparken, iktidarın ise ‘şiddet çağrısı’ yaptığını öne sürdü.
 
“Tek kullandığı, çaldığı piyano…”
Kendilerinin ülkeyi sevdiği için “sağduyu” çağrısında bulunduğunu aktaran Kılıçdaroğlu, ayrıca gizli bir ajandaları olmadığını söyledi.
 
Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti: “Bizim iktidar koltuğuna yapışmak gibi bir düşüncemiz de asla olmadı, olmayacaktır. Biz siyaseti kişisel çıkar amacı ile kullanmayız. Ama bunlar ülkeyi kendi kişisel çıkarları için acımasızca kullanıyorlar. Olaylar büyüdü, önleyemediler. Alanlara asker çıktı. Yine önleyemediler. Çünkü devlet yönetilmiyordu, akılla yönetilmiyordu. Koşa koşa İmralı’ya gittiler, Abdullah Öcalan’a gittiler, yalvardılar, yakardılar. Görüşmeler sağlandı, olaylar bitti. Şu Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği noktayı nasıl içinize sindirirsiniz? Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Ben buna itiraz etmeyeceğim de kim edecek? Ben konuşmayacağım da kim konuşacak? Bana ‘sen sus’ diyor. Önce sen sus. Aklını başına topla ve devleti adam gibi yönet. Yönetmiyorsan, o koltuğu bırak. Halk gerçekleri öğrendikçe, biz konuştukça baskı uygulamaya başlıyorlar. Baskıya sanatçıdan başlattılar. Hepimizin gururu, onur duyduğu Fazıl Say’a yasak getiriyorlar. Akıl var mantık var, bana dünyanın hangi demokrasisinde sanatçıya yasak getirildi diye bir örnek veren adam çıkar mı? Say, eline silah mı aldı, molotof mu aldı, yüzünü kapattı mı? Aydınlık bir yüzü var. Tek kullandığı, çaldığı piyano. Ama çalma anlayışları farklı. O piyano, öbürleri başka şey çalıyor.”
 
İki gün önce de Hak-İş’in bir toplantısında, belgeselci Suat Eroğlu’nun bir belgesel sunduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, “Bir bakan tahammül edemiyor. Sanatçı yüreğiyle kendisinin belgeselinin izlenmesine tahammül edilmemesinin doğru olmadığını söylüyor. Vay sen misin doğru değil diyen. Yumruk atılıyor bu sanatçıya. Davutoğlu, ortak vicdanıyım diyor. Sen ortak vicdan değil, ortak yumruk da olamazsın. Gözünün önünde bir sanatçı şiddete maruz kalıyor, nasıl tahammül ediyorsun?” ifadesini kullandı.
 
Parlamentoya yeni bir teklif getirildiğini belirten Davutoğlu, bunun neden yasa tasarısı değil de teklif olarak geldiğinin sorgulanması gerektiğini söyledi.
 
Tasarı olması durumunda Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesi gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Teklif verildi, salı günü neden? Çünkü Davutoğlu’nun ağabeyi, ‘Salı günü Meclis’e bu konuda yasal düzenlemeler gelecek’ dedi. Böylece Davutoğlu, bay-pas edildi” görüşünü savundu.
 
Nazi Almanyası’nda  “Führer’e doğru” diye bir kavram olduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, Türkiye’de de aynı sürecin yaşandığını iddia etti.
 
Bu teklifte “kuvvetli şüphenin “makul şüphe”ye dönüştürüldüğünü belirten Kılıçdaroğlu, başta işadamları olmak üzere herkesin bu durumu çok iyi analiz etmesi gerektiğini söyledi.
 
Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti: “Bana göre makul şüpheli, işyerini basacağım diyor. Taşınmazlarına el koyma olayını kolaylaştırıyorlar. Yıllar yılı alın teriyle biriktirdiğin taşınmazlarına el koyacaklar. Dava dosyası görüşülürken mağdurun avukatına dava dosyasını vermeyecek. Bu mudur demokrasi? Bir işadamını düşünün, mal varlığına el kondu, avukat dosyaya gidecek bakacak, hakim karar vermiş, göremezsin. Bunun adı da ‘adil düzen’ olacak. Senin güvencen kalmıyor artık. Tipik örneğini yolsuzluk dosyasında gördük. Milletvekillerine dosya verilmiyor, oradan fotokopi alma yetkisi yok ama bakanların avukatlarına bütün dosya blok olarak verildi. Bakanlık avukatlarına her türlü kolaylık sağlanıyor, parlamentoda görev yapan vekillere kolaylık sağlanmıyor. Bütün vatandaşlarım ellerini vicdanlarına koyup düşünsünler, doğrusu hangisi. Türkiye nasıl yönetiliyor acaba?”
 
“Erdoğan’ın dizinin dibine çöken insanları tarih affetmeyecektir”
Gelecek hafta Cumhuriyet Bayramı olduğunu hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Davetler geldi, sizlere de gelmiştir. Bizi Ak Saray’da bekliyorlarmış. Şunu söyledim; gitmeyin kirlenmeyin, gidenler kirlenecektir. O bina vatandaşların alınterleriyle verdikleri vergilerle yapıldı” dedi.
 
Binanın kaçak olduğunu iddia eden Kılıçdaroğlu, şunları ifade etti: “Bir ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı kaçak binada, gecekondu binada oturur mu? Orada cumuhriyeti kutlayacaklarmış. Hangi cumuhriyeti? Alınteri ve göz yaşıyla kurulan cumhuriyeti mi, yolsuzlukların başkenti yaptıkları, orayı Aksaray’ı, o cumhuriyeti mi? Hangi cumhuriyeti kutlayacaklar. Biz cumhuriyeti meydanlarda halkımızla, fener alaylarıyla kutlayacağız. Oraya gidenler de açıkça söylüyorum; kimliği ne olursa olsun, ister sanatçı, ister işadamı… Mahkeme kararıyla yapımı durdurulan ama mahkeme kararı dinlenmeyen kaçak yapıya gidip cumhuriyeti kutlamak için Erdoğan’ın dizinin dibine çöken insanları tarih affetmeyecektir. Kendi kendilerine kutlasınlar. Yolsuzluklarını kutlasınlar orada. Demiştim zaten, 17 Aralık ‘hırsızlık haftası’ olarak kutlansın ve Ak Saray’da kutlansın. Otursunlar kendi aralarında, dört bakanı çağırsınlar. Baş aktör olarak da Rıza Zarrab’ı davet etsinler, hep beraber kutlasınlar. Devleti nasıl soyduklarını anlatsınlar. Onlara yakışır, onlar için gurur vesilesi olabilir. Bunu affetmeyeceğiz, takipçisi olcağız. Sanıyorlar ki bir cumhuriyet savcısı çıktı, dosyayı kapatacak, biz de bunu unutacağız… Ne o savcıyı ne dosyayı unutacağız. Savcı tazminat davası açacakmış. Açmazsan namertsin. Hırsızların dizinin dibine çökeceksin, dosyayı kapatacaksın, sonra kalkacaksın ‘ben savcıyım’ diyeceksin. Sen savcı falan değilsin, sen hırsızların avukatısın.”