Değişen dünyada yatırım anlayışı sil baştan

0
124

Teknoloji şirketlerinin gittikçe büyüyen egemenliği, Warren Buffett dahil dünyanın en başarılı bazı yatırımcılarını varsayımlarını gözden geçirmeye zorladı. İşte “adapte ol ya da öl” durumunu nasıl yönettiklerinin hikâyesi.

BU YIL BERKSHIRE HATHAWAY’İN OMAHA’DA düzenlenen yıllık toplantısında, değer yatırımı konusunda en yetkin isim olan Warren Buffett’ın söyledikleri eğer başka birisinin ağzından çıkmış olsaydı, muhtemelen o kişi aforoz edilirdi.

Buffett kariyerine yaklaşık 70 yıl önce, neredeyse batma noktasına gelmiş, varlıkları tasfiye değerinin altında işlem gören şirketlere yatırım yaparak başladı; Berkshire Hathaway olarak yatırım imparatorluğunun platformuna dönüşen New England’daki harap tekstil imalathanesine de böyle sahip oldu. Buffett daha sonra dikkatini iyi bir getiri sağlayabilecek markalı şirketlere ve aynı zamanda sıkıcı olan ama yeniden yatırım yapmasına yarayabilecek bol miktarda nakit sağlayan sigorta şirketlerine çevirdi. Coca-Cola gibi tüketici ürünleri devleri, güvenilir ve tanıdık Geico gibi sigorta şirketleri Buffett’ın yıllarca gözettiği ve aynı şekilde izinden gidenlerin de benimsediği yatırım alanları oldu. 

Şimdi ise, 40 bin kadar yatırımcı ve hayranının karşısında, yeni bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuz konusunda uyarıyor: Dünya değişiyor ve değer yatırımcılarının kibirle göz ardı ettikleri ama devasa değer sahip teknoloji şirketleri burada kalacak.

“Bugün piyasa değeri açısından en büyük dört şirketin herhangi bir elle tutulur varlığa ihtiyacı yok” diyor. “Bunlar gelir üretmek için AT&T, GM ya da Exxon Mobil gibi büyük bir sermayeye gerek duymuyor. Varlık açısından hafif bir şirkete dönüştük.” Buffett Berkshire’ın Google’ın ana şirketi olan Alphabet’i satın almamasının da ciddi bir yanılgı olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca 2016 yılı başlarında hisse satın almaya başladığı Apple’daki pozisyonunu da tartışıyor. Apple’da 50 milyar dolarlık hissesi olan Buffett’ın buradaki varlığı tek en büyük yatırım olarak ön plana çıkıyor.

Ancak daha sonra düzenlenen kokteylde, duyduğum bütün konuşmalar sigorta şirketleriyle ilgiliydi-geleneksel değer yaratıcılar ve Buffett’ın kısa süre önce, arka dikiz aynasından gözüktüklerini söylemiş olduğu olgun, sermaye yoğunluklu işler. Profesyonel bir para yöneticisi ve bizzat Berkshire hissedarı olarak, bu konu ilgimi çekti: Gurularının arkalarına değil de önlerine bakmaları gerektiğini söylediğini duyan birileri var mıydı?

Yatırımcılar cephesinde süregelen derin ve önemli bir tartışma var; bu hem profesyonel para yöneticileri hem de müşterileri açısından sonuçları olacak bir tartışma… Bazıları Buffett’ın doğru olduğuna inanıyor; yani varlık bakımından hafif bir ekonomiye dönüştük ve değer yaratıcıların da bu tür değişimlere ayak uydurmaları gerekiyor. Nitekim Markel Corp’tan Tom Gayner ve Oakmark Funds’tan Bill Nygren gibi saygın değer yöneticileri Amazon ve Alphabet gibi şirketleri başlıca varlıkları arasında sayıyorlar. Bu hisselerin sıklıkla piyasa değeri üzerinden işlem görmesi-bir zamanlar yolundan sapmayan değer yatırımcılarını ürkütmüş olan bir faktör-onları yollarından alıkoymadı; nedeni ise, bu şirketlerin vadeli işlemlerinin buna değecek kadar parlak olmasıydı.

Greenlight Capital’den David Einhorn ve Fairholme’den Bruce Berkowitz gibi başka değer yöneticileri ise Buffett’ın uzun zamandır portföyünde tuttuğu eski ekonomi şirketlerine yönelmiş durumdalar. 2000 ila 2010 yılları arasında Morningtar’ın yerli varlıklar yöneticisi olan Berkowitz, AT&T ve daha da önemlisi bu sonbaharda iflasını açıklayan Sears’teki pozisyonları nedeniyle performansında önemli bir düşüşe tanık oldu. Aynı şekilde Einhorn’un performansı da kötü etkilendi; GM’de büyük çaplı bir pozisyona sahipti  ve aynı zamanda Tesla, Netflix ve Amazon’u da kapsayan, “köpük sepeti” olarak adlandırdığı yatırımında da zarar etti.

Tüm değer yatırımcıları fiyatın değerin önemli bir unsuru olduğu konusunda hemfikir; işte bundan dolayı bizlere değer yatırımcıları deniyor. Şimdi süregelen tartışma ise değerin bileşenleri, 21. yüzyıl ekonomisinde değeri nelerin oluşturduğu ve gelecek kuşakta hem ekonomiyi hem de piyasayı nelerin yönlendireceğiyle ilgili.

BİZ DEĞER AVCILARI yalnızca değerin peşinden gideriz ve işin değeriyle karşılaştırarak fiyata odaklanmamız diğer yatırımcılardan kolayca ayrışmamızı sağlar. Örneğin, momentum yatırımcıları yalnızca fiyatla ilgililer; satın aldıklarını daha yüksek bir fiyata başkalarına satmaya odaklanmışlardır. Bir de büyüme yatırımı vardır; bu kategoride, işin hızla büyüyebileceğine yönelik beklenti fiyatı ikinci bir seçenek olarak gölgede bırakır. Fiyata karşı değeri tartma, değer yatırımında devasa önemdedir ve bu ekolde olanlar uzun vadeli yönelimleri ve paragöz olmamalarıyla ünlüdür.

Değer yatırımının babası yaklaşık 100 yıl önce bu yaklaşımı ortaya koyan Ben Graham’dır; o dönemde, Dow Jones endeksindekilerin tamamı yalnızca sanayi hisselerinden oluşuyordu. Anaconda Cooper ve National Lead gibi madencilik, ağır sanayi şirketlerinin varlıkları işlem görüyordu. Perakende sektörü henüz emekleme aşamasındaydı. 1915 yılında Dow’da tüketici ürünleri şirketine en yakın olan General Motors’tu (ya da belki American Beet Sugar).

Bir yıl önce, Graham Columbia Üniversitesi’nden o kadar büyük bir entelektüel kapasiteye mezun oldu ki, kendisine tam üç departmandan hocalık teklifi geldi: Felsefe, matematik ve İngilizce. Ancak erken yaşlarda yoksullukla haşır neşir olan Graham finansta kariyer yapmayı tercih etti. O yıllarda piyasaya tüyocular, üçkâğıtçılar ve spekülatörler hakimdi. Borsa işletmecilerinin United Corner’da piyasayı köşeye sıkıştırmaya çalışmaları 1907 yılındaki paniğe yol açmış, bu da Graham’ın dul annesinin bütün birikimini alıp götürmüştü. Graham bu tür spekülasyonlardan tiksiniyordu ancak aynı zamanda varlıkların olumlu tarafı da onu cezbediyordu. Varlıkların ne amaca hizmet ettiklerini görmüştü: Bir şirketin işinin bir kısmına sahip olmayı temsil ediyorlardı.

Hem akademiden gelmesi hem de pratikteki gereklilik sonucu, Graham borsada para kazanabilmenin sistematik ve öngörülebilir bir yolunu bulmaya çalıştı. Bir cevaba ulaşabilmek için de, kurumsal finans açıklamalarına ve bunların temsil ettiği elle tutulur varlıklara yöneldi. Graham menkul kıymetler piyasasının durumuna göre, her ne kadar kısa vadede aşağı, aşağı yukarı gidip gelse de, bir şirketin elle tutulur varlıklarının yani demirlerinin, dökümhanesinin ve ürettiği envanterin somut ve bilinen bir değeri olduğunu belirledi. Böylece, değeri kesin ve matematiksel bir yöntemle hesaplamaya başladı. Kendisine şu soruyu sordu: Bir şirket eğer varlıklarını tasfiye etmek ve borçlarını ödemek zorunda kalırsa değeri ne olur? Bazen tasfiye gerçekleşti; bazen de yalnızca, Graham’ın menkul kıymet satın alması halinde “güvenlik marjı” olarak tanımlayabileceği teorik bir egzersiz düzeyinde kaldı.

Değeri  ölçmek ve daha sonra fiyatla yan yana koymak suretiyle, Graham piyasaları anlayabileceğini fark etti. Graham soyut dünyada yaşayan bir entelektüeldi; şirketlerin yaptıkları ürünleri bilmek gibi bir derdi yoktu. Graham’ın asistanlarından biri olan Irving Kahn Buffett’ın biyografi yazarı Roger Lowenstein’a, biri eğer Graham’a bir şirketin neler yaptığından söz edecek olursa, kendisinin sıkılacağını ve pencereden dışarı bakacağını anlatmıştı. Yalnızca tasfiye değerine odaklanan Graham müflis, gelecek vaat etmeyen işleri satın almaya çalıştı; bunlara sigara izmariti deniyordu yani yalnızca birkaç ekstra nefes çekme çektikten sonra tükenen sigaraları andıran işler. Daha sonra efsanevi bir değer yatırımcısına dönüşen Graham analisti Walter Schloss, bir defasında Graham’ın dikkatini Haloid’e çekti; Haloid bir süre sonra Xerox makineleri olacak, umut vaat eden teknolojinin haklarına sahipti. Bu konuyu konuşurlarken, Graham pencereden dışarı baktı mı bakmadı mı bilinmez ama cevabı hayır oldu.

“Walter” dedi.”Yeterince ucuz değil.”

 

GRAHAM’IN TAKİPÇİLERİNDEN biri de Omaha’dan genç bir adamdı; bu genç adam Büyük Buhran zamanında doğmuş ama yetişkin bir insan olması Amerika’nın savaş sonrası parlak, umut dolu ekonomik büyüme yıllarına denk gelmişti. Warren Buffett henüz ergenlik yaşlarındayken grafikleri ve diğer teknik göstergeleri inceleyerek, borsayı anlamaya çalıştı; Graham’ın yazılarına denk geldiğinde kendisini “Şam’a giden Aziz Pavlus” gibi hissettiğini söylüyor. Buffett ülkenin doğusuna giderek işletme okulunda Graham’ın öğrencisi oldu; Graham o sırada Columbia’da ders veriyordu; Buffett mezun olduktan sonra kısa bir süre Graham’la çalıştı. Ancak klasik bir orta sınıf Amerikalı genç olarak kısa süre sonra New York’u terk edip, çok sevdiği doğum yeri olan şehre döndü.

Kendi ortaklığıyla 1950’li yılların ortalarındaki ekonomiyi gözlemleyen Buffett, Graham’ın gençken tanık olduğu ortamdan çok farklı bir tabloyla karşı karşıya olduğunu anladı. Dow Jones her ne kadar hâlâ sanayi şirketlerinin egemenliğinde olsa da, Procter & Gamble, Sears Roebuck ve General Foods gibi kuruluşlar da buraya girmişti. Bu şirketler temelde endüstriyel şirketten farklıydılar: İş değerini yaratan başlıca etkenin elle tutulur varlıklarla pek fazla ilgisi yoktu. Değer daha çok şirketin markalarıyla ilgiliydi; müşterilerin Ivory Soap ya da Jell-O jelatinine sadakatleri ve aşinalıklarıyla bağlantılı bir değer söz konusuydu. Kitlesel pazarlamanın teşvik ettiği ve pekiştirdiği bu duygusal bağlar şirketlerin görece sıradan ürünlere yüksek fiyatlar biçmesini sağlıyordu.    

Bu tür ticari faaliyetlerin revaçta olmasını sağlayan başlıca etken ise, hem bu tür bir iş ortamının yarattığı bir sonuç olan hem de homojenlik kültürünü güçlendiren ulusal televizyonun yükselişiydi. Pazara yön veren markalar ölçeği farklı ama imalat şirketlerinden daha az etkili olmayan bir şekilde kullandılar. Hakim pazar payı olan bir bira, şampuan ya da cola markası üç büyük TV kanalını  rakiplerine kıyasla daha fazla reklamla doldurabiliyor, bununla birlikte yine de rakiplerine göre çok daha az dolar harcayarak bu işi başarıyordu. Bu durum hem egemen markalar hem de daha az şanslı olanlar için bir kısır döngü yarattı. Budweiser gittikçe güçlendi; bir zamanlar New England’da en çok satan Narragansett birası gibi güçlü bölgesel markalar yavaş yavaş ama kesin olarak ortadan kalktı.

Buffett ortağı Charlie Munger’ın yardımıyla bu eko sistemi araştırdı ve derinlemesine anladı; şunu da ekleyelim ki, o zaman henüz ekosistem terimi de mevcut değildi. Böylece Buffett ve Munger gelecek on yıllarda markalı şirketlere, bu markaları sunan televizyon kanallarına ve reklam ajanslarına kârlı yatırımlar yaptılar. Graham’ın birkaç nefeste sönen sigaraya benzer yatırımları kısır bir ticaret yaratırken, Buffett asıl paranın başka yerde olduğunu anlamıştı. Nitekim 1967’de şunları yazacaktı: ”Her ne kadar kendimi birincil olarak niceliksel ekolde görsem de, yıllar içinde edindiğim ses getirici fikirler, sezgilerimin gerçekleşme olasılığının kuvvetli olduğu niteliksel taraftaydı. İşte, kasayı dolduran da bu yaklaşım oldu.”

Böylece, Mass., Essex’in CEO’su, East Coast Asset Management’ta para yöneticisi Chris Begg’in ifadesiyle Değer 2.0 doğdu: Üstün bir iş bulma ve buna makul bir fiyat ödeme. Güvenlik marjı ise elle tutulur varlıklarda değil daha çok işin süreklilik kazanmasında yatıyordu. Bu “sezgilerin gerçekleşme olasılığının kuvvetli” olmasının anahtarı da şuydu: Şirket pazara o kadar egemen, geleceği o kadar istikrarlıydı ki, yapılan yatırım sadece mevcudu korumakla kalmayıp aynı zamanda büyüyen bir getiri de sağlayacaktı. O sırada sezgi devrimsel nitelikte olsa da, Buffett için bu yalnızca matematikten ibaretti: Gelecekti kâr ne kadar garantiyse, bugün ödeyeceğiniz fiyat da o kadar yüksek olabilirdi.

Bu durum Buffett’ın yıllarca teknoloji hisselerinden kaçınmasının nedenini de açıklıyor. Kuşkusuz, teknolojide büyüme vardı ama bunun süreceği pek kesin değildi. İşler çok çabuk değişti: Her patlamayı bir sönüş dönemi izledi. Böyle bir akışın ortasında kim gerçekleşme olasılığı yüksek bir sezgiden söz edebilirdi ki? Buffett 1967 yılında Polonya’ya özgü bir kınkanatlıya atıfta bulunarak şöyle demişti: “Bu böceğin çiftleşme alışkanlıklarından ne kadar haberdarsam yarı iletkenler veya entegre devreleri de o kadar biliyorum.” Otuz yıl sonra, kendisine Microsoft’a bakmasını salık veren bir arkadaşına cevap yazan Buffett, şirket her ne kadar uzuz vadeli bir büyüme perspektifi sunuyorsa da, “20 yıllık bir dönem için yüzde 80 ya yüzde 55 kesinlikle konuşmam delilik olur” demişti.

Ancak şimdi Apple Buffett’ın en büyük yatırımı. Nitekim değer olarak da, eski ekonominin yıldızı olan ve portföyündeki ikinci büyük yatırımı olan Bank of America’nınkinin iki katı.

Niçin? Nedeni Buffett’ın değişmesi değil. Dünyanın değişmesi.

Ve de her şey neredeyse birdenbire oldu: On yıl önce, piyasa değeri açısından dünyanın en büyük dört şirketi Exxon Mobil, PetroChina, General Electric ve Gazprom’du; yani üç enerji şirketi ve bir sanayi devi… Şimdi ise bu ilk dört sıradakilerin tümü de “teknoloji” –Apple, Amazon, Microsoft ve Alphabet-ama yarı iletkenlerin ve entegre devrenin teknoloji olmasına benzer bir yapıdan söz etmiyoruz. Bu işletmelerin daha çok savaş sonrası döneminin sürdürülebilir, egemen tüketim franchise’larıyla ortak yönleri var. Ürünleri ve hizmetleri milyarlarca insanın günlük yaşamlarının dokusuna işlenmiş bulunuyor. Günlük kullanım ve insanın iyi, eski biçim alışkanlığı sayesinde, bu içe içe geçmişlik zaman geçtikçe daha da derinleşecek.

Apple yatırımıyla ilgili CNBC’ye konuşan Buffett, torunlarının çocuklarını ve arkadaşlarını Dairy Queen’e götürdüğünde, nasıl bir bağlantı oluşturduğundan söz etti; çocuklar iPhone’larına o kadar dalmışlardı ki, ne tür bir dondurma istediklerini söylemeleri epey uzun sürdü.

Buffett 2018’deki yıllık toplantıda ise şunları dedi: “Apple teknoloji hissesi olduğu için yönelmedim. Apple’a, ekosistemlerinin değeri ve bu eko sistemin kalıcılığı için yöneldim.”

EĞER SAVAŞ SONRASI DÖNEM büyük ölçekli perakende markalarıyla anılıyorsa, 21.yüzyılın başlarını da dijital platformla tanımlayabiliriz. Dijital şirketler kendilerinden önceki markalı şirketler gibi, uzun vadeli değer yatırımı için gereken kalıcılık ve olasılığı sunabiliyorlar. İnovasyon alanında akademisyen Carlota Perez yeni teknolojilerin Batı uygarlığında önce büyük bir patlamaya ortaya çıkmak, sonra spekülatif bir çılgınlık sürecinden geçmek, sonra sönmek ve nihayet bu sallantıların ardından yatışarak uzun süreli bir istikrara kavuşmak suretiyle nasıl en az beş kez bu evrelerden geçtiğine dikkat çekiyor. İleri teknolojide patlamayı gördük, dotcom balon çılgınlığını gördük ve nihayet sönüş aşamasını da yaşadık. Şimdi ise Capitalism without Capital’in yazarları olan Jonathan Haskel ve Stian Westlake’in ifadesiyle ‘yerleşme’ aşamasındayız.

Markalaşan şirketlerden farklı olarak, dijital işler sıklıkla network etkilerinden yararlanıyorlar: Tüketicilerin tek bir platformda standartlaşma eğilimi hem tüketici tercihlerini hem de platformun değerini güçlendiriyor. Bundan dolayı da, bu platform şirketlerin pazar payları tüketici ürünleri devlerinkini gölgede bırakıyor; bu tür yazılım şirketleri genellikle “kazanan hepsini alır” ya da “kazanan çoğunu alır” dinamiğiyle özdeşleşmiştir. Üstelik bir de buna büyümek için sermayeye gerek duymadıkları ya da çok az sermayeye gerek duydukları faktörü eklendiğinde işte karşınızda Değer 3.0: Hem radikal olarak yeni hem de devasa değere sahip iş modelleri.

En önemli yatırımı Alphabet olan Oakmark Fonu’ndan Nygren, “geçmişte küresel bir ölçeğe ulaşabilmeniz için devasa miktarda sermayeye sahip olmanız gerekirdi” diyor. “Ancak bu şirketler yalnızca kod yazarak ve ‘gönder’ tuşuna basarak bunu başardılar” diyor.

Markalı halefleri gibi, platform şirketleri devasa kârlarını akıllıca davranarak yalnızca kendi ana işlerine değil bütünüyle yeni platformlara da yeniden yatırım olarak değerlendiriyorlar. Benim fonumun da sahip olduğu Alphabet’i ele alalım: İşe önce aramayla başladı, yani ürün ve hizmet bakan tüketicilerin kendilerine ulaşmak isteyen rekamverenlerle eşleştikleri, klasik, çift yönlü bir pazarla… Google üstün arama algoritması sayesinde bu alanda erkenden fark atmayı başardı; artık fiil olarak da kullanılan “Google” sözcüğü tüm mobil aramaların yüzde 95’ine hakim. Google aramadaki üstünlüğünü korumak için algoritmasını günde iki kez ayarlıyor; bu arada, bu varlık-sız platformun nakit akışı o kadar bol ki ana şirket ARGE’ye yılda 20 milyar dolar harcayabilir. Bu rakam, Coca-Cola ve American Express’in yıllık toplam kazancından çok daha fazla. Alphabet kendi ana franchise’ı dışında YouTube (kullanıcının yarattığı video içeriği), Android (akıllı telefon işletim sistemleri) ve Waymo (sürücüsüz araba) gibi yeni gelişmeye başlayan platformlara da nüfuz ediyor. Bu işlerden hiçbiri şimdilik çok fazla kazanmıyor ama yakında kârlı olabilirler; bunların hepsi de tamamen Google’ın arama platformu tarafından fonlanıyor. Amazon kurucusu Jeff Bezos’un bir defasında bir arkadaşına dile getirdiği şu düşüncesi de şaşırtıcı olmasa gerek: “Google’ı bir dağ gibi görün. Dağa tırmanabilirsiniz ama onu yerinden oynatamazsınız.”

Bu arada Bezos’un da kendisine ait bir ya da iki dağ yarattığını hatırlatalım. E-ticarete ilk büyük giren olarak halen iki günde ya da daha az bir sürede 100 milyonu aşkın Prime müşterisine kargo teslimatı yapabilen depo ve lojistik ağı oluşturdu. O da Amazon’dan elde ettiği kazancı çeşitli şekillerde işe yatırdı: Müşteriler için fiyat düşürdü, Prime Video gibi ek hizmetler ve gelecek kuşak dijital startup’lara yönelik outsource, servis sağlayıcısı olan Amazon Web Services gibi tamamen yeni girişimleri gündeme getirdi. Amazon’un halen ana işi olan perakende, 20 yıldır faaliyette olmasına rağmen ABD perakende pazarında yaklaşık yüzde 5’lik bir paya sahip. Amazon’un hissesi bugün aşırı değerlenmiş gözükebilir ancak devasa müşteri sadakati ve düşük maliyetli ürün ve hizmet sağlayıcı statüsü gibi başlıca iki dayanağı göz önüne alındığında, Amazon’un çok değerli olduğu tartışmasız bir gerçek.  

BU PLATFORM ŞİRKETLERİ milyarlarca dolarlık değer yaratırken, eş zamanlı olarak da Buffett’ın anladığı ve para kazandığı savaş sonrası eko sisteminin de altını oyuyorlar. Şimdi ekonominin bütün alanları risk altında ve yatırımcıların da yalnızca Değer 3.0’ı geleceğe yönelik olarak değerlendirmekle kalmayıp aynı zamanda Değer 2.0 portföylerindeki kırılganlıkları hakkında da düşünmeleri gerekiyor.

Perakendeyi ilgilendirenler gibi bu risklerden bazıları açıkça ortada (Sears). Ancak daha da önemlisi, Medya-Tüketici Ürünleri Sanayi Kompleksi olarak tanımlayabileceğimiz yapı yavaş yavaş ama emin adımlarla küçülüyor, geri çekiliyor. Yaklaşık 20 yıl önce, büyük markalar Friends ve Home Improvement gibi şovları seyretmek için aynı anda televizyon başına geçen milyonlarca Amerikalıya ulaşmak amacıyla televizyon ağını kullanabiliyorlardı. Daha sonra televizyon yayıncılığını biraz darlaştıran özel kablolu ağlar devreye girdi. Şimdi ise Google ve Facebook reklamı tek bir kişiye hedefleyebiliyor; bu da demek oluyor ki, bir kuşaktan biraz daha fazla bir sürede yayıncılıktan dar yayıncılığa ve oradan da tek kişiye yayıncılık aşamasına geçtik.

Bunun sonucunda da, TV eko sisteminin network etkileri büyük ölçüde geçersizleşti. Bunun yalnızca medya şirketleri için değil bu yapı aracılığıyla gelişip büyüyen tüm markalar için de tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini hatırlatalım. Halen ABD’de en büyük demografik grubu oluşturan milenyum çağındakiler hem reklama dayalı televizyonu hem de mega markaları göz ardı ediyorlar. Bu arada, Amazon ve diğer internet perakendecileri ise fiyat şeffaflığı ve kolay seçim gibi avantajlar sunuyorlar. Amerikalılar daha sağlık odaklı ve daha yerel odaklı olmayı tercih ediyorlar; bu trendler de niş markalara yarıyor. Hatta Narragansett birası bile geri dönüyor. Hacim artışı, fiyatlama gücü ve hepsinden önemlisi bu markaların bir zamanlar üzerimizdeki etkileri gibi unsurlar artık şüpheyle değerlendirilirken, şunu sormak gerekiyor: Bir tüketici “franchise”ı için uygun fiyat nedir?

Şunu da belirtmek gerekir ki, dijital bozulmayla ilgili söylemlerden bazıları abartılı. Kripto para bankacılık sisteminin yerini mi alacak? Bu pek mümkün değil. David Einhorn Tesla ve Netflix’le ilgili olumsuz söylemlerinde haklı olabilir; bunun nedeni hisselerin pahalı olması değil artan bir rekabetle karşı karşıya kalmaları. Ve de otonom araçlarla ilgili bütün bu şaşaalı reklamlara rağmen henüz tam anlamıyla burada olduklarından söz edilemez. Ama yine de yarım kuşak sonrasında her şey değişebilir. Nitekim Google’da “Easter Day Parade, New York City 1900” (“Paskalya Bayramı Töreni, New York 1900) yazıp arama yaptığınızda ve daha sonra da, “Easter Day Parade, New York City 1913” (Paskalya Bayramı Töreni, New York 1913) yazıp arama yaptığınızda, resimlere bakarsanız ilkinde bütün arabaların atlar tarafından çekildiğini, ikincisinde ise, at arabasının neredeyse hiç olmadığını tümünün yerini otomobillerin aldığını göreceksiniz. Peki sürücüsüz arabalar geldiğinde otomotiv endüstrisine ne olacak? Ya da, hani değer yatırımcılarının kokteyl partilerindeki baş sohbet konusu olan, şu sevimli, sermaye yoğunluklu emtea işi araç sigortası sektörüne?..

Uzun vadeli yatırımcıların bu tür yön değişiklikleri hakkında düşünmeleri ve portföylerini de buna göre konumlandırmaları gerekiyor. Hem Amazon’u hem de Alphabet’i portföyünde bulunduran Markel fonundan Gayner Darwin’in sıklıkla yanlış anlaşıldığını söylüyor. “En fit olanın değil değişime en çok uyum sağlayabilenlerin varlığını sürdürmesi söz konusu” diyor. (Adam Seessel/ Fortune )