Bayer Türk CEO’su: İlaçta geri ödemeler yeniden düzenlenmeli

0
134

150 küsur yıl önce iş dünyasındaki serüvenine kimyasal ürünlerle başlayan Alman sağlık ve zirai ürünler devi Bayer, 2014 yılında çizdiği yol haritası doğrultusunda artık canlı organizma/ hücre bazında insan, hayvan ve bitkiler dünyasını bir bütün olarak kucaklayan bir “yaşam bilimleri” şirketine dönüşüyor. Bu doğrultuda “Material Science” (ileri teknoloji ürünleri) birimini elden çıkaran Bayer, 2016 yılı itibariyle farmasötikler (kronik hastalıklara yönelik ilaçlar), tüketici sağlığı (vitamin vs) ve tarım ürünleri (+hayvan sağlığı) kategorilerinde faaliyet gösterecek.

Fortune Türkiye’ye konuşan Bayer Türk CEO’su Hubert Braun, ister insan, hayvan ya da bitki olsun, sonuçta hepsinin temelinde yaşayan bir hücre, bir organizmanın söz konusu olduğunu ve bunun da inovasyon çalışmalarında daha bütüncül bir yaklaşımın önünü açabileceğini belirtiyor. Braun, bir canlı için ortaya konan bir mekanizmanın diğer türe de örnek oluşturabileceği, dolayısıyla Ar-Ge çalışmalarında ortak bir sinerji yaratılacağı ve buna bağlı olarak, mali kaynakların da daha verimli kullanılabileceği düşüncesinde. Satış gelirinin yaklaşık yüzde 18-20’sini “yaşam bilimleri” Ar-Ge faaliyetlerine ayıran Bayer Türk, Fortune 500 Türkiye’de de yer alıyor. Şirket 2015 listesinde, 972 milyon liralık gelirle 151’inci sıraya yerleşti.
 
Bayer kendisini “yaşam bilimleri” şirketi olarak tanımlıyor. Bu, son zamanlarda çok sık duyduğumuz bir kavram. “Yaşam bilimleri” nedir?
Sanırım önce biraz Bayer’in 150 yılı aşkın geçmişini anlatmak gerekiyor. Bu süreç kimyasal moleküllerle, yani kimyayla ilgili olan her şeyin geliştirilmesiyle başladı. Bayer bu arada otomotiv endüstrisi, konut vs. için izolasyon maddesi, elektrik vb. plastik malzemeler üreten imalat endüstrisine malzeme sağlayan büyük bir kimya şirketine dönüştü. Kısacası kimyayla ilgili her şeyin üretimi başladı ve tarım da kimyayla bağlantılı. Çünkü zirai ilaçlar, böcek ilaçları kimyayla ilgili; bunların tümü de doğrudan doğadan gelmiyorsa aslında bir tür tıbbi üründür, ilaçtır. Bu arada zaman ilerledikçe, 1900’lerde plastik gittikçe daha fazla gündeme damga vurmaya başladı ve Bayer ilk aşamada, daha standartlaşmış, daha emtiaya dayalı kimya işini Lanxess adı altında topladı. Bu kimya işini Bayer bünyesinden ayırıp, farklı bir birim haline getirmenin ilk adımıydı. Lanxess Türkiye’de de faal ve çok da başarılılar.

Endüstrinin bir diğer ayağı da polimer işiydi; polimer, daha çok otomobil izolasyonu gibi alanlarda kullanılan daha yüksek kaliteli kimyasal ürün işi. Ayrıca tarım ve sağlık birimlerimiz var. Daha sonraki yıllarda polimer işi daha da gelişti. Çin’de bu alanda patlama oldu. Herkes orada artan talebi karşılamak üzere imalat tesisi açmaya başladı. Bayer de bu trendi izledi ve ciddi yatırımlar yaptı. Çin’e milyarlarca euro’luk yatırım yaptık imalat kapasitesi için.

Öte yandan bu süreçte, özellikle de reçeteli ilaçlarda çok ciddi yatırımlar yapmak gerektiğini fark ettik. Bu alandaki bileşenleri klinik deney aşamasına taşımak gerekiyordu ve bildiğiniz gibi tek bir ilacın geliştirme maliyeti en az 1,3 milyar euro civarındadır. Bu da ciddi bir sermaye ihtiyacı doğuruyor. Tarım ilaçları belki o kadar değil ama orada da iyi bir üretim hattımız var ve bunları geliştirmek de önemli bir maliyet.
Ayrıca Çin’deki kimyasal üretim işine ciddi bir yatırım yapmak gerekiyordu. Ciddi bir geri dönüş sağlayacak olan tüm bu yatırımlarda çok önemli portföylere sahip olduğumuzu gördük. Ama bunların tümünü de besleyecek kadar para kaynağı bulmak zordu. Bunun üzerine neleri düzenleyebileceğimize dair bir strateji geliştirdik. Polimer işi borsaya açılıp sermaye sağlayabilirdi. 2014’te polimer işini ayrı bir birim haline getirme kararı alındı. Ve böylece sizin sorunuz olan “yaşam bilimleri”ne gelirsek, geçmişe kıyasla şu an sadece canlı varlıklara odaklandığımızı söyleyebiliriz: Hayvanlara, bitkilere ve insanlara ve bunların tümü de yaşayan hücreler. Bunu yaşam bilimleri olarak adlandırıyoruz ve burada önemli bir potansiyel, pek çok fırsat görüyoruz. Örneğin, bitkilerdeki bazı hastalıklarla mücadele ettiğinizde, bu mekanizma hayvan ve hatta insan sağlığında da kullanılabilir. Bir mekanizmayı yaşayan bir varlıktan bir diğer canlı varlığa aktarabilme söz konusu. Her şeyden önce bu özelliğiyle de, Ar-Ge düzeyinde bir sinerji potansiyeli yaratıyor. Sonuç olarak, ortak bir nokta bulunabiliyor çünkü hepsi de aslında yaşayan dünyanın bir parçası. Bu aynı zamanda “daha iyi bir yaşam için bilim” mottosuyla da uyumlu çünkü şimdi yaptığımız insanların, hayvanların sağlığı üzerinden yürümek ve bitkiler üzerinde çalışarak artan nüfusun besin ihtiyacını karşılamak.
 
Bayer’in yeni süreçteki faaliyet alanlarını bir kez daha toparlayabilir miyiz?
Kimya ve polimer işleri ayrı birimler halinde; kimya işi Covestro adı altında; Covestro Türk Kimya Ltd. unvanıyla ayrı bir birim olarak faaliyet gösteriyor ancak çoğunluk hissesi halen Bayer’in elinde. Çünkü borsada hisselerin satışıyla ilgili belli bir süre söz konusu ancak sanırım 2017 gibi Coverstro’daki hissemiz azınlık hissesi olacak ve ondan sonra tamamen bağımsız hale gelecek. Gerçi şimdi de ayrı bir birim, yönetimi bağımsız ama hisseler hâlâ Bayer’in elinde. Yeni süreçte Bayer, tüketici sağlığı (vitamin vs), farmasötikler (özel tedavi amaçlı, reçeteli ilaçlar) ve bitki ve hayvan sağlığı alanlarına yoğunlaşmış bir şirket konumunda.
 
2015 yılında büyük çaplı birleşmelere tanık olundu; buna ilaç sektörü de dahil. Yılın sonuna da, Pfizer’in Allergan’ı 160 milyar dolar gibi çarpıcı bir rakama satın alması damga vurdu. Sağlık/ilaç işi diğer sektörlere kıyasla çok daha inovatif ve dolayısıyla maliyetli bir iş. Siz 2016’da tabloyu nasıl görüyorsunuz? Bayer için herhangi bir satın alma söz konusu olabilir mi?
Evet haklısınız. İlaç işi bazı açılardan özel bir alan; satın alma ve birleşmelere yol açabilecek bazı dinamikler söz konusu. Her zaman yenilenme gerekiyor; yeni ürün ortaya çıkarmazsanız, bir süre sonra patent koruma süresi sona eriyor ve dışarıda kalmış oluyorsunuz. Bu nedenle de sürekli olarak inovasyon ortaya koymak zorundasınız. Ancak ilaç sektöründe kendi kendilerine inovasyon ortaya koyma konusunda sıkıntı yaşayan firmalar var. Ve bunlar da dışarıdan satın almalara yöneliyor. Bu şirketlerden bazılarının büyük portföyleri bulunuyor; 80-90 milyar dolarlara varan satın almalar yapılabiliyor. Bunlar sektörle ilgili söyleyebileceklerim.
Bayer’e gelince, bizler de önemli satın almalar yaptık. Son satın almamız -2014’ten önce- bir biyoteknoloji firmasıydı. Geçen yıl OTC (reçetesiz ilaç) alanında satın alma yaptık. Bu da önemli bir satın almaydı. Merck & Co’nun OTC (reçetesiz ilaç) işini satın aldık. Türkiye’de reçeteli ve reçetesiz ilaç kategorileri arasında ayrım yok. Ancak benim düşünceme göre, sağlık alanında mali anlamda sürdürülebilir olabilmek için bu ikisi arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Şimdi neyse ki, artık Bayer’in dışarıdan satın almalarla ilgilenmesi gereken bir durum yok çünkü çok güçlü bir üretim hattımız var; artık üründen çok inovasyon finansmanına odaklanmamız gerekiyor. Fazla moleküle sahip olmak iyi bir şey ama faz 2 ve faz 3 aşamalarına gelip de, klinik araştırmalara başladığınızda, bunlar yüzlerce milyon dolarlık bir finansman gerektiriyor. Bu durumda da, hem inovasyonu hem de bir yandan ürün portföyünü finanse edemezsiniz. Bir diğer sorun ise bütün bu inovasyonu nasıl pazara taşıyacağınızla ilgili. Bu nedenle, satın alma gündemimizde yok ama yine de bazı bölge ve ülkelerde tamamlayıcı olması açısında birtakım yerel çaplı satın almalar söz konusu olabilir. Ama büyük bir satın alma planda yok.
 
Reçeteli ve reçetesiz ilaç ayrımının mali boyutu konusuna değindiniz Türkiye için. Bunu biraz daha açabilir misiniz?
Bunu Türkiye’deki bakış açısıyla anlamak biraz zor çünkü Türkiye bu ayrımı yapmıyor. Ama normalde pek çok ülkede reçeteli ilaç ve reçetesiz ilaç ayrımı var. Doktora gidersiniz, doktor ilacı yazar ve sonra eczaneye gider ilacı alırsınız ve devlet de -hangi ülkede yaşadığınıza bağlı olarak- bunun bir kısmını geri öder. Ancak Türkiye’ye baktığımızda, devletin sağlıktaki uygulamasının fazla cömert olduğunu görüyoruz. Çünkü ilacın fiyatının hemen hemen hepsini ödüyor. Türkiye’de olmayan ve diğer OECD ülkelerinde olan şu ki, örneğin yalnızca soğuk algınlığı, öksürük gibi bir durumunuz varsa, doğrudan eczaneye gidersiniz, soğuk algınlığıyla ilgili bir ilaç alırsınız. Ama Türkiye’de bunun için doktora gidiyorsunuz, reçete yazdırıyorsunuz ve sonra eczaneye gidiyorsunuz. Ancak pek çok ülkede bu tür ilaçların kullanımı daha basit olduğu için eczacıya danışmanız yeterli. Eczacı öksürük için nasıl bir ilaç verebileceğine bakar ve siz de bunu cebinizden ödersiniz.
 
Ama bizler de genel olarak soğuk algınlığı gibi basit hastalıklar için doktora gitmeyiz, eczaneye gider ilaç alırız.
Bu resmi prosedür değil. Normalde doktora gidip, reçete yazdırılıyor. Doktora gitmeden doğrudan eczaneden satın alanlar da olabiliyor tabii ki. Bu biraz insanların ekonomik durumlarıyla bağlantılı. Farklı olan şu ki, Türkiye’de reçeteli ile reçetesiz ilaç arasında bir ayrım yapılmıyor. Reçetesiz ilaçlar daha basit rahatsızlıklar için kullanılan, kullanımı kolay ilaçlar; yani ilaç şirketi, hasta ve eczacı arasındaki ilişkiyle halledilebilen, doktor reçetesine gerek duyulmayan ilaç kategorisinden söz ediyorum. Bunlar Türkiye’de resmi olarak devletin geri ödeme sistemine dahil edilmiş olan ürünler. Oysa sağlık sistemi doktor, hastane ve diğer geri ödeme unsurları dahil kronik ve ciddi hastalıklara odaklanmak zorunda. Bunu söylerken, Bayer’in ürünlerinin geri ödeme sistemine dahil olmasından rahatsız olduğumu kastetmek istemiyorum. Sorun şu ki, sağlık harcamaları bütün bütçelerde gittikçe artan bir paya sahip. Bunu uzun vadede finanse edebilmek ve sürdürülebilirliği koruyabilmek zor. Türkiye’de de hükümet sanırım bu durumun farkında.
 
Türkiye’de ilaç ve bitki ilacı (+hayvan sağlığı) alanlarında faalsiniz. Cironuzda hangisi daha büyük bir paya sahip?
Bizim asıl işimiz farmasötik ürünler; daha sonra zirai ilaçlar ve tüketici sağlığı ürünleri geliyor. Ama bunlar aslında birbirine çok yakın. Özet olarak Türkiye’de çok güçlü üç faaliyet alanımız olduğunu ve bunların da pazarda, ilk üçte, beşte yer aldığını söyleyebiliriz. Tarım ilaçlarında pazar lideriyiz. Ayrıca bazı Ar-Ge ve üretim faaliyetlerimiz de var. Pratikte bütün ülkeye yayılmış durumdayız; Türkiye’de iyi yerleşmiş olan bir şirketiz.
 
Türkiye’de Topkapı ve Gebze’de olmak üzere iki tesisiniz var sanırım. Tesislerinizden ve buradaki üretim faaliyetlerinizden söz edebilir misiniz?
Bu iki tesisimizin yanı sıra bir de, yine üretim tesisi olarak adlandırabileceğimiz Antalya’daki seramız var; burada, Türk pazarı ve kısmen de ihracat için sebze tohumu ve sebze yetiştiriyoruz. Burada Ar-Ge istasyonumuz da var çünkü bu sebze tohumlarından bütün dünyaya yönelik sebzeler üretiyoruz. Bunlar arasında domates, biber ve salatalık sayılabilir. Topkapı tesisimize gelince; burası en eskisi, 60 yılı aşkın bir geçmişi var. Burada daha çok tüketici sağlığı ilaçları (vitamin vs.) üretiliyor. Ayrıca hayvan sağlığıyla ilgili ürünler de var. Buradaki üretim özellikle Türk pazarına yönelik; ama bu tesisin genişleme kapasitesi sınırlı. Bulunduğu bölge son yıllarda daha çok konut alanı olmaya başladı. Bu durumda da endüstriyel genişleme zorlaştı. Bundan dolayı ne yapacağımıza karar vermek zorundaydık. Böylece bir iş ortağı bulduk; Sanofi-Zentiva’yla stratejik bir işbirliğine gittik ve 2018 yılı itibariyle Topkapı’daki üretim faaliyetimizi Zentiva Lüleburgaz tesisine kaydıracağız. Topkapı’daki tesis 2018 itibariyle kapanıyor. Gebze’de ise zirai ilaç üretimi yapılıyor ve son derece ilginç bir tesis; orta ölçekli ama son derece esnek olmak gibi bir avantaja sahip. Bu avantajdan yararlanarak doğudaki ülkeler için bir üretim merkezine dönüşebiliyoruz. Özellikle Afrika ülkelerinin ihtiyacını karşılamada önemli. Bu ülkelerin çok fazla parası olmadığından çok büyük çaplı alımlar yapamıyorlar. Bu esnek yapıyla da onların çok büyük miktarlarda alım yapamamasını telafi etmiş oluyoruz. Kısacası burada hem Türk pazarı hem de özellikle son üç yılda çarpıcı artış kaydeden ihracat için üretim yapabiliyoruz.
 
CPhI Pharma Insights verilerine göre, Türkiye ilaç pazarı 2015’te yüzde 8.8 oranında büyüyüp, 14,6 milyar liralık bir hacme ulaştı. Sonuç itibariyle Türkiye ilaç pazarının birtakım sıkıntılara rağmen düzenli olarak büyüdüğünü görüyoruz. Ülke büyük bir nüfusa sahip; genç oranı yüksek ama yaşlı nüfus oranı da artıyor. Siz Türkiye ilaç pazarının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye pazarını umut verici görüyorum. “Yaşam bilimleri” şirketi olarak Bayer açısından da olumlu bakıyorum. Bu ülkenin çok iyi temel faktörleri var. Demografik faktörler pozitif. Türkiye’nin iyi bir sağlık sistemi de var. Paranız olmasa da tedavi olabiliyorsunuz ve bu iyi bir şey. Ama şu anda soru ve bizim de hükümetle görüştüğümüz konu, devletin yüzde 95’ini üstlendiği sağlık harcamalarının nasıl sürdürülebilir olacağı. Ancak biz potansiyelin farkındayız. Ayrıca Türkiye’nin özellikle kırsal bölgelerde sağlık sistemini daha da geliştirme potansiyeli var. Tarıma gelince, Türkiye çok verimli topraklara sahip. Burada da önemli bir potansiyel söz konusu. Hem nüfusu beslemek hem de ihracat yapma olanağı mevcut. Öte yandan, biz yalnızca ürün ortaya koymuyoruz, bunların nasıl kullanılacağı, nasıl daha verimli kılınacağı konusunda da insanları eğitiyoruz