Afrika’da iş yapmak ve Ebola…

    0
    120

    Arcelormittal’in Tokadeh demir cevheri madeni yöneticileri bu yıl temmuz ayında bir haftalığına kendilerini rahatlamış hissetselerdi, bu durum anlayışla karşılanabilirdi. 2013 yılı sonlarında bölgede Ebola salgını sanki hız kesmiş gibiydi. Altı hafta boyunca ülkede Ebola vakasına rastlanmamıştı. O zamandan beri yalnızca birkaç kilometre uzakta, az sayıda vaka görülmüştü ancak şirket işçilerini korumak için agresif önlemler almıştı; bu nedenle de, yöneticiler sıkıntılı değildi.
     
    ArcelorMittal 3 Temmuz’da, şirketin el koyduğu araziler için yeterince para ödemediği gerekçesiyle civar köylülerinin büyük bir protestosuyla da karşı karşıya kalmıştı. Hatta isyancılar gerilimin boyutunu tırmandırıp, şiddete dönüştürmüş, maden civarındaki tesisleri yağmalamışlar, ateşe vermişlerdi. Saldırı ürkütücü boyutlardaydı ancak isyancılar hemen tutuklandı. Şirket yöneticileri rahat bir nefes aldı.
     
    Bu olaydan günler sonra 9 Temmuz’da, Liberya Maliye Bakanlığı’na danışman olan ve aynı zamanda nisan ayında ArcelorMittal’de kamu sağlık yöneticisi olarak çalışmaya başlayan Liberya kökenli Amerikalı Patrick Sawyer iş arkadaşlarına kız kardeşinin öldüğünü bildirdi. Ölüm nedeni olarak Ebola’dan kuşkulanılıyordu nitekim daha sonra da Ebola olduğu kanıtlandı.
     
    Sawyer, virüsün bulaştığı kız kardeşiyle fazla teması olmadığını söyledi ama yine de ArcelorMittal onu 21 günlük bir karantina ve gözlem için Monrovia’daki Liberya Sağlık Bakanlığı’na gönderdi. Sawyer’ın maaşını ödemeyi sürdüren küresel çelik devinin yöneticileri bu sürede sürekli onunla temas halindeydi. Aynı zamanda işçilerin panik olmaması için de gelişmeleri hemen işçilere bildiriyorlardı.
     
    Şirket yetkililerin anlattıklarına göre, Sawyer dokuz gün boyunca ArcelorMittal’e Ebola semptomları göstermediğine dair güvence verdi. İyi olduğunu söyledi. Daha sonra ise ondan ses çıkmadı. İki gün sonra, şirket Sawyer’ın Liberya’dan ayrıldığını, Gana ve Togo yoluyla Nijerya’ya ulaştığını öğrendi. Lagos Havaalanı’na ulaştığında ölüm döşeğindeydi. Sawyer hemen hastaneye götürüldü ve üç gün sonra da burada öldü. Ancak onun ölümü kadar korkunç olan başka bir şey daha vardı: Sawyer hastalığı Nijerya’ya taşımıştı ve virüs kontrol altına alınmadan önce 19 kişiye bulaşmıştı.
     
    Bu süreç virüsün dikkatli ve titiz birisinin (bu durumda, ArceloMittal) savunmalarını bile nasıl çökertebileceğini ve epidemiyolojik virülansın insan zaafıyla birleşmesi halinde (bu durumda, Sawyer’ın karantina koşullarına uymaması) ne büyük yıkımlara ve ne kadar hızlı bir şekilde yol açabileceğini göstermişti. Bir süreliğine rahatlamış bir şirketin, uluslararası çapta virüs taşıyıcısına dönüşen bir çalışana sahip bir yapı haline gelmesi için birkaç gün yetmişti.
     
    Bu bir salgın sırasında hayatta kalabilme ve iş yapabilmenin hikayesi. Ebola’nın geçen yılın sonlarında Gine’de ortaya çıkıp, daha sonra Liberya ve Sierra Leone’ye yayılmasına kadarki sürede yaklaşık 5 bin kişi hayatını kaybetti; üstelik bu resmi rakamın gerçek sayının yalnızca üçte biri olduğu söyleniyor. Ebola’yla ilgili tahminler korkunç: Dünya Sağlık Örgütü’nün öngörülerine göre, yalnızca Liberya ve Sierra Leone’de enfeksiyon sayısı ocak ayına kadar 1,4 milyona çıkabilir. Dünya Bankası salgının Batı Afrika’nın yoksul ekonomilerinde 32,6 milyar dolarlık bir delik açacağını tahmin ediyor. Ebola hiçbir yerde, Liberya’daki kadar tahrip edici olmadı; ülkede şimdiye kadar 3 bin kişi hayatını kaybetti ve bu salgının kalbinde de, ArcelorMittal madencilik faaliyetlerini sürdürüyor. Ebola histerisi bütün dünyayı kasıp kavurmayı sürdürürken, 4 bin 500 Liberyalı ve 200 yabancı çalışan demir cevheri çıkarma, işleme ve taşıma işlerini devam ettiriyor. Yani faaliyet hemen hemen her zamanki gibi.
     
    Liberya’da iş yapmanın pek çok riski var ancak Ebola’nın onlardan biri olacağı düşünülmemişti. Daha önceki benzer salgınlar Kongo ve Uganda’daki uzak ve görece küçük topluluklarında meydana gelmişti. Hiçbir çok uluslu şirket daha önce bu derece büyük bir virüs salgınıyla karşı karşıya kalmamıştı.
     
    ArcelorMittal Madencilik’in CEO’su Bill Scotting, “Klasik bir siyah kuğu hikayesi” diyor. “Hepimiz potansiyel siyah kuğular hakkında konuşuruz ve neler olabileceği hakkında düşünerek kendi kendimize meydan okuruz ama Ebola tam bir sürpriz oldu.” Bill Scotting’e göre, salgın doğal bir felaket kadar ciddi ancak yol açtığı terör pek çok organizasyonu büyük bir kaçışa zorlayacak cinsten. 16 maden işletmesinden sorumlu olan Scotting küresel kargaşanın ne olduğunu iyi bilen birisi. Bu yılın başında çalışanlarından 278’i Ukrayna ordusuna yazıldı; dokuzu öldürüldü. Geçen yıl Meksika’da bir şirket yöneticisi bir uyuşturucu karteli tarafından vuruldu. Bununlar birlikte, Ebola’nın son aylarda zamanının üçte birini aldığına dikkat çekiyor.
     
    ArcelorMittal 2013 yılında 79 milyar dolar satış geliri elde etmiş devasa bir güç; bu rakam Liberya’nın GSYİH’sinin 40 katı. Dünyanın en büyük çelik şirketi ve 60 kadar ülkede faaliyeti var. Şirket henüz Mittal Steel iken 2005 yılında Liberya’ya geldi. Şirketleri hızla yutarak büyüdü; bu yuttuklarından biri de Bethlehem Steel’di. Demir cevherine olan açlığı, 4,2 milyon nüfusluk ülkede yaklaşık 200 bin yaşama mal olan ve ikincisi 2003 yılında sona eren iki iç savaşın tarumar ettiği Liberya’ya demir atmasını gerektirdi. Buraya bayrağını diktikten bir yıl sonra da şirket en büyük rakibi Arcelor’u satın aldı.
     
    ArcelorMittal savaştan sonraki Liberya’nın ilk en büyük yatırımcısı oldu; 60’lı ve 70’li yıllarda şimdi artık var olmayan Liberian-American-Swedish Minerals Co. tarafından işletilen bir sahayı yenilemek için 700 milyon dolar harcadı. ArcelorMittal’in Liberya hükümetinden 25 yıllığına kiraladığı alan ise devasa büyüklükte. Buchanan’daki limandan, ülkenin kuzeydoğusunda, Yekepa’daki madenin etrafında geniş bir araziye yayılan üç bölgeyi kapsıyor. Ülkede devlete ait ama şirket tarafından işletilen 240 km’lik demiryolu ArcelorMittal’in arazisinden geçmeden, kuzeyden güneye seyahati olanaksız kılıyor.
     
    ArcelorMittal ülkeye yeni geldiğinde, savaşın çalışmak için geriye pek bir şey bırakmadığını gördü: Demiryolu leş yiyen hayvanlarla doluydu ve her tarafı zaten ormanlar kaplamıştı. Buchanan limanında bir gemi çürümeye bırakılmıştı. Yekepa’da terk edilen evlere birileri rastgele gelip yerleşmişti, altyapı ise berbat haldeydi: Herhangi bir hastanede röntgen çektirmek isteyenin önce jeneratörü çalıştıracak bir bidon yakıtı yanında getirmesi gerekiyordu.
     
    ArcelorMittal 2011 yılında madenin restorasyonunu tamamladı ve halen Liberya’dan 5 milyon ton demir cevheri ihraç ediyor. Şirketin her yıl 70 milyon ton maden çıkardığı göz önüne alındığında, bu görece küçük bir rakam. Ancak şirket madenin genişletilmesi için 1,7 milyar dolarlık bir harcama yapıyor; bu çalışma tamamlandığında üretim üçe katlanacak. Proje hayati önemde: Şirket, 2015 yılında bu birimin planlanan şekilde büyüyebilmesi için gereken demir cevherinin üçte ikisini Liberya’dan temin edebileceğini hesaplıyor.
     
    Ebola sınırları kapattı. Uçuşları durdurdu. Virüsten kaynaklanan endişe erişim alanının çok ötelerine taştı. Ancak ArcelorMittal boyun eğmemekte kararlı: Şirket Liberya’da kalacak. Aldığı geniş çaplı önlemler sayesinde bu derece korkunç bir salgında yalnızca bir ölüm vakası meydana geldi: Liberya’da güvenlikle ilgili üç yıllık bir danışmanlık hizmetinin ardından eylül ayında şirketin global güvenliğinin sorumlusu olan Lee Pokorski, “Ebola’nın nasıl yönetilebileceğine dair herhangi bir belge mevcut değil” diyor. “Deneme yanılma yöntemini kullandık. Gerçekte çok fazla hata olmadı ama bu çetin bir öğrenme süreci.”
     
     
    İlkbahar aylarının başlarında, ArcelorMittal Madencilik’in global sağlık, güvenlik ve çevre sorumlusu olarak atandığı gün David Vint masanın üzerinde sıra dışı bir rapor gördü. Gine sınırına yakın bir yerde Ebola salgını görülmüştü. Liberya’nın batısındaki Lofa bölgesinde de bazı şüpheli vakalar vardı. Vint ilk başta şöyle düşündü: “Bu da ne böyle?” Unvanına rağmen virüsle ilgili hiçbir şey duymamıştı. Vint bu egzotik çağrışımlı hastalığın adını internette aradı. Bulduğu bilgiler onda ciddi bir infiale neden olmuştu.
     
    Vint’i ürküten nokta, şirketin acil eylem planında Ebola senaryosuyla ilgili ne kadar çok boşluk olduğunu keşfetmesiydi; üstelik tam da maden sahasının genişletilmesi için bir müteahhit ordusunu bölgeye taşımış olduğu bir sırada böyle bir şey gerçekleşmiş olması hoş bir durum değildi. ArcelorMittal’in maden sahası, şirketle hiçbir bağlantısı olmayan 25 bin Liberyalı arasında yer alan çalışan topluluğuyla bin 295 kilometrekarelik bir alan. Nimba bölgesinin en kuzey ucunda yer alan saha ticaretin gelişmeye başladığı Gine’yle de sınır. Merkezinde ise, Tokadeh maden sahasından 20 kilometre uzakta bir şehir olan ve şirketin merkezinin, bir hastane, kantin, açık hava tiyatrosu ve lojmanların bulunduğu Yekepa var. Açıkçası, alanı virüsten izole etmek mümkün değildi.
     
    Vint ve iş arkadaşları ArcelorMittal çalışanlarını Ebola’dan korumanın aynı zamanda etraftaki toplulukları da korumak anlamına geldiğini biliyorlardı. Böylece şirket Liberya’da birlikte çalıştığı International SOS’e başvurdu. ISOS şirketin her tesisinde tek bir giriş noktası oluşturmasını ve her girişte de el dezenfektanı ve termal kameralar bulundurmasını istedi. Böylece ArcelorMittal’e giren herkesin ateşi ölçülerek, Ebola virüsüne karşı önlem alınmış olacaktı. (Kişide virüs olsa bile, ateşi yükselmediği sürece bulaştırma riski yoktur.) Ateşi yükselenler kontrol için hastaneye gönderiyorlardı. Bu tarama sistemi, şirketin işbirliği yaptığı bazı yabancı müteahhitleri rahatlattı. O zamana dek yüksek ateş nedeniyle taranan kişilerde Ebola’dan çok, başta sıtma olmak üzere başka hastalıklar belirlenmişti.
     
    En büyük sorun Ebola’yla ilgili bilgi eksikliğiydi. Yerel halk arasında bunun organ çalmak için bir komplo ya da dış yardım almak için hükümetin bir yalanı olduğu dedikoduları dolaşmaya başlamıştı. Bu arada, yabancı çalışanlar ise internette okudukları yalan yanlış haberlerden dolayı paniğe kapılmış durumdaydılar. Yine bu noktada da, şüphecilik önemli bir sorundu. ArcelorMittal’in demir cevheri işinden sorumlu Kleber Silva, “En zor şey, burada olmayan bir salgına hazırlanmaktı” diyor.
     
    Bundan dolayı da, ArcelorMittal’deki yöneticiler Adriano Duse’ü -ya da şirketin ifadesiyle “Profesör Duse”- yaptıkları en iyi yatırım olarak tanımlıyorlar. Ebola ve diğer enfeksiyon hastalıklarında uzman olan Güney Afrikalı Duse nisan ayında şirkete geldi ve çalışanları, sağlık görevlilerini ve yöre insanlarını virüs hakkında bilgilendirmek üzere Liberya’da dört hafta geçirdi. Bu bilgilendirme seansları da mucizevi bir şekilde kalabalıkları eğlendiren saatlere dönüşmüştü.
     
    “Bizi kıkır kıkır güldürüyordu” diyen şirketin sağlık güvenliği ekibinden Ken Bradley, bir gün şirketin açık hava toplanma alanındayken Duse’ün orta yaşlı madencilerden oluşan kalabalığı ayağa kaldırıp el yıkama egzersizleri yaptırdığını gülerek anlatıyor. Duse virüsle ilgili yanlış bilgileri ortadan kaldırıp -özellikle kapı tokmaklarından ve tuvalet klozetlerinden virüs bulaşabileceğiyle ilgili inanışlar- çalışanlara, Ebola’nın “gerçekten peşinden gidilecek bir virüs” olduğuna dair sloganla güvence verdi.
     
    Duse Liberya’daki ArcelorMittal yönetimiyle düzenli olarak bir araya geldi ve salgın büyüdükçe, işi nasıl yönetebilecekleriyle ilgili bir strateji geliştirmeleri için onlara yardım etti. Tüm bu oturumların ürünü ise bir “harekete geçiren matriks”ti; bu bir dizi senaryoyu ve her senaryoya göre şirketin ne yapması gerektiğine dair alarm seviyelerini içeren ayrıntılı bir belgeydi.
     
    Harekete geçiren olaylar öngörülen olaylar değil. Ülkedeki Ebola vakalarının sayısı ya da ArcelorMittal’in tesislerine yakınlığıyla da ilgisi yok. Duse, “Etrafınızdaki insanların hasta olacakları yanlızca bir varsayım” diyor. “Eğer ‘tesisinizin bulunduğu yerde sekiz kilometrelik bir alanda iki vaka görülmüşse, alarm seviyesini artırmalısınız’ demeye başlarsanız, bunun iş ve operasyonel kararlar üzerinde çok çeşitli etkileri vardır ve herhangi bir anlamı da yoktur. Operasyonlarınızı güvenceye aldığınız ve iş gücünüzde hasta birisi olup olmadığını yakından takip ettiğiniz sürece iki, beş hatta 100 vakanın bile hiçbir önemi yok.” Harekete geçiren unsurlar daha çok sınır kapatma ya da acil durum gibi dış olaylar.
     
    Tabii ki, bahar aylarında bu noktada, “harekete geçiren olaylar” gittikçe azalmış, tansiyon düşmüştü. 13 Ebola vakasının ardından Liberya salgına hakim olmuş gözüküyordu. Scotting, “Hepimiz az çok rahatlamıştık” diyor.
     
    Şirket yine de önlemlerini sürdürdü -örneğin, termal kamera kaldırılmadı- ama Ebola pek çoklarının kafasında bir endişe olmaktan çıktı. Liberya hükümetinin bakanları temmuz ayındaki gösteriler sırasında şirketi ziyaret ettiklerinde, tesise girerken ateşleri ölçüldüğü için homurdanmışlardı. Ancak tüm dünyanın da bildiği gibi bu rahatlama hissi hemen ortadan kalkacaktı. Sawyer vakası Ebola’yı izole, uzak bir fenomen olmaktan çıkarıp, global bir kabusa dönüştürecekti.
     
    Patrick Sawyer hem Liberya hükümeti hem de ArcelorMittal için çalıştığından şirket o günlerde, medyada onunla ilişkilendirilmek istememişti. Sawyer’ın ölümü hâlâ Ebola’nın gerçekte var olup olmadığından şüphelenenler için güçlü ve korkunç bir kanıttı. Aynı zamanda, bu olay Liberya’da Ebola vakalarının tırmandığı bir döneme denk gelmişti; bu da şirketin tesislerini Ebola’dan uzak tutma planlarını daha da acil hale getirmişti.
     
    ArcelorMittal Liberya’daki hava böylece elle tutulur bir şekilde değişti. Çalışanlar, el sıkışmaktan kaçınır oldular. Ebola’yla ilgili espriler sona erdi; çok fazla insan arkadaşlarını ve ailesini kaybetmişti. Çalışanlardan biri, gruplar halinde toplanmak sakıncasız oluncaya kadar düğününü iptal edip etmemesi gerektiğini şirket yöneticilerinden birine danışmıştı. (Düğünü ertelemeye karar verdi.)
     
    Londra’daki şirket merkeziyle günde iki kez telekonferans görüşmelerinin yanı sıra Liberya’daki yetkililer, çalışanların Ebola’yla ilgili bilgileri paylaşabilecekleri ya da soru sorabilecekleri sabah toplantıları düzenlemeye başladılar. Bu yöntem belki fazla amatörce gözüküyordu ama yerel çalışanlardan çoğunun güvenilir bilgi alabileceği bir e-postası ya da benzer olanakları yoktu. Hastalığı ve neler olup bittiğini anlamak için toplantılar önemli bir forum haline gelmişti.
     
    Bunlar aynı zamanda çalışanları kontrol altına tutmayı da sağlıyordu. Sawyer’ın vakası, şirketin virüs bulaşmış birisiyle en ufak teması bile olan çalışanları izleme kararının haklılığını kanıtlamıştı. Şirket şimdi soru formları dağıtıyor ve çalışanlardan, Ebolalı hastalarla temas olup olmadığını ya da onlardan hastalık kapmış olma belirtilerini not etmelerini istiyor. Aynı zamanda, birbirleriyle ilgili endişelerini de paylaşmaları isteniyor.
     
    Şirket bu politikasına ciddiyetle eğiliyor. Silva, “Son derece netiz, gerçeği bilmek istiyoruz” diyor. Şimdiye kadar şirket ilaveten yalnızca 18 kişiyi gözlem altına aldı. İlk 15 çalışan iyileşti ve 21 gün sonra işe geri döndü; üçü karantinada kaldı.
     
    ArcelorMittal temmuz ayında, tesisini Ebola virüsünden arındırma çabalarını daha da artırıp, 30 kilometrelik bir tampon bölge oluşturdu. Ebola’yla ilgili eğitim vermek üzere yerel topluluklarla bağlantı kuran çalışanlar 50 topluluğa dağıtıldı; aynı şekilde, temmuz ayında salgın sonucu hükümetin okulları kapatmasıyla ArcelorMittal okul öğretmenleri de sağa sola gitti. Bu kişiler ilerlemeyi gördüler: Tetikte olma şüpheciliğin yerini almıştı. ArcelorMittal bu süreçte güven ve güçlü bilgi ağları kurmayı başarmıştı. Bazen yerel halk Ebola vakasından kuşkulandığında sağlık görevlileri yerine çelik üreticisi şirketi arıyor.
    Şirket aynı zamanda, yetkililere verdiği destek sayesinde hükümetten de istihbarat toplamada başarılı. (Şirket salgın başladığından beri Liberya’nın görev gücünde yer aldı.) ArcelorMittal pek çok bölgenin salgını yönetebilecek kapasitede olmadığını gördü; özellikle de, Ebola şüphesi olan vakaları belirleyebilecek ve izleyebilecek temas-izleme grupları eksikliği vardı. Bunun üzerine şirket bu tür ekipler sağlamayı öngören bir projeye fon sağladı.
     
    ArcelorMittal aynı zamanda en çok hangi çalışanların risk altında olduğunu belirlemek için personelinin ve birlikte çalıştığı yerel müteahhitlerin lojmanlarının haritasını çıkarmaya ve bölgelere ayırmaya başladı. Ancak bu kolay olmadı: Sokak adresleri ve hatta şehir isimleri bile Liberya’da standartlaştırılmış değildi. Örneğin, “Yekepa”nın altı farklı telaffuzu vardı.
     
    Öte yandan, şirket faaliyetlerini artırırken, kriz ağustos ayına gelindiğinde Liberya hükümetinin havlu atmasına neden olmuştu. Hemen hemen bütün sivil hizmet çalışanlarına üç hafta boyunca evlerinde kalmaları söylenmişti ve çoğu da hâlâ izinliydi. Şirket gümrük görevlilerinin ölümüne rağmen demir cevheri ve diğer tedarikleri limandan geçirecek yollar bulmalıydı. Ağustos ayı ortasında Liberya sokağa çıkma yasağı uyguladı. ArcelorMittal’in demir cevherini taşıması için araçlarıyla ilgili özel izinler alması gerekiyordu.
     
    En basit nakliyat işi bile ürkütücü bir hal almıştı. Ebola’dan önce şirket Gine’den muz, erik, et gibi taze gıdalar ithal ediyordu. Salgınla beraber çürük eriklerin Ebola’yı yayabileceği dedikoduları ortada dolaşmaya başladı. Yabani hayvan etleri için de benzer söylentiler vardı. Şirket bunların herhangi bir tehdit oluşturmadığından emindi ancak Gine’den yapacağı ithalat başka bir nedenden dolayı durdurulmuştu: Sınır kapalıydı. Bunun üzerine, ArcelorMittal yüzünü Monrovia’ya çevirdi ama burada da yiyecek yoktu. Şimdi şirket, örneğin 72 saatlik bir Ebola karantinası olması halinde, personelinin gereksinimlerini karşılayabilmek için yeterince taze gıda getirmek üzere büyük paralarla uçak kiralamak zorunda.
     
    Bu yap-boza şirketin en kötü senaryoları da -örneğin, çalışanları arasında başka bir Ebola vakası gibi- eklemesi gerekiyor. ArcelorMittal’in geçici koğuşları ve Ebola tedavi merkezleri var ancak virüsün bulaştığı yabancı bir çalışansa, bu durumda ideal olanı çalışanı ülkesine göndermek. Bunu yapabilmek için de zamanlamayı çok iyi yapmak ve hastayı kabul edecek ülkenin hükümetinin -hatta hastayı taşıyacak uçağın geçeceği ülkelerin- onayını almak gerekiyor. Ancak ülkelerin Ebola için karantina önlemlerini artırdıkları ve Batı Afrika’dan gelen insanları kabul etmede gittikçe daha isteksiz davrandıkları bir süreçte böyle bir operasyonu ayarlamak daha da zor hale geliyor. Şirket adına bu sürecin büyük bir bölümünün sorumluluğunu üstlenen ISOS’tan Dr.Andre Willemse, “Her gün durum değişiyor” diyor. “Ateşi olan bir hastayı uçurmak çok karmaşık bir hal aldı. Ebola’yla oyunun kuralları tamamen değişti.”
    Arcelormittal’in Liberya’daki işine en büyük darbe ne temmuz ayında tesislerine düzenlenen saldırı, ne çalışanlarından birinin ölümü ve hatta ne de tesislerinin bulunduğu yörede Ebola vakası sayısındaki endişe verici artıştı. İşe engel olan ağustos ayındaki bir dizi bildirimdi.
     
    Liberya 6 Ağustos’ta olağanüstü durum ilan etti. Büyük bir bölümü madenin genişletilmesine dahil olan ArcelorMittal’in müteahhitleri, kendilerine anlaşmaya uymama hakkı tanıyan force majeure maddelerini hemen gündeme getirdiler. Şirketle çalışan 2 bin 400 müteahhitten bazıları birkaç gün içinde ülkeyi terk etti. Bu kaçışların etkisi de hemen görüldü: Her ne kadar madeni faaliyette tutmak için yeteri sayıda çalışan kaldıysa da, genişleme projesi büyük ölçüde durduruldu.
     
    Ardından 17 Ağustos’ta, Kenya Havayolları Liberya’ya uçuşları durdurduğunu açıkladı. Bu karar, British Airways’in benzer bir açıklamasının hemen ardından gelmişti.
     
    Uçuşların iptali, 130 yabancı çalışanı ülkesine göndermek zorunda kalan ArcelorMittal için yeni bir dönüm noktasıydı; bu gelişmeler üzerine şirket alarm seviyesini kırmızıya çıkardı. Her ne kadar aradaki bağlantı bariz olmasa da, havayollarının kararının sonuçları önemliydi: Bu uçuşlar olmadan, herhangi bir acil boşaltma halinde şirketin bütün yabancı çalışanlarını Liberya dışına çıkaracak yeterince uçak koltuğu sayısını garanti altına almak mümkün değildi. Uçuş iptalleri aynı zamanda izlenen güzergahı da karmaşıklaştırmış ve her altı haftada bir, farklı yabancı çalışanları “dinlenme ve sakinleşmeye” göndermenin maliyetini artırmıştı. (BA en azından mart ayına kadar ülkeye uçmayacak. Kenya Havayolları ise henüz planını açıklamadı.)
     
    Moral bozukluğu ise şirketin elini kolunu bağlayan bir diğer unsurdu. Yerel çalışanlar sevdiklerini kaybediyorlar ve enfeksiyon kapma riskiyle yaşıyorlardı. ArcelorMittal’in Liberya’dan çekileceğinden korkuyorlardı. Şirketin demir cevheri sorumlusu Silva salt bu nedenle ülkeye yaptığı yolculukların sayısını artırmıştı. Kendisi, şirket ziyaretlerinin her defasında Liberyalı çalışanlar açısından hoş bir sürpriz olduğunu söylüyor.
     
    Öte yandan, yabancı çalışanlar ise, iş arkadaşlarının gitmesinin yarattığı yalnızlık duygusu ve ülkelerindeki ailelerinin geri dönmeleri için yaptığı baskı arasında sıkıştıklarını söylüyorlar. (Geride kalanların arasında oluşan derin bağların yalnızlık duygusunu dengelediğini belirtiyorlar.) ArcelorMittal uzman bir doktorla konuşmak isteyen aile üyeleri için acil bir telefon hattı da kurmuş. Bu arada, insanların bir araya gelmeleri tehlike arz ettiğinden, şirketin sahasında pek eğlence de kalmamış. Şirketin Liberya’daki yöre halkıyla ilgili çalışmalarını yürüten Tom Grant, “Hayat çalışma, yemek ve uykudan ibaret” diyor.
    Yaz ortasında en kaotik dönem yaşanırken, ArcelorMittal rakipleri bölgeye çağırmaya başladı. Şirketin hükümetle ilgili işlerinden sorumlu Joseph Mathews, “Hepimiz kendimizi biraz aciz hissettik” diyor. “İlk başta, amacımız yalnızca, doğru şeyleri yapıp yapamayacağımızı görmekti.”
     
    Şirket hükümetin kapasitesinin daha fazla şey yapmaya yeterli olmadığını ve bu konuda destek vermesi gerektiğini uzun süre önce anlamıştı. Temmuz ayında, Liberyalı personel yerel sivil toplum kuruluşlarını aramaya ve neye ihtiyaçları olduğunu sormaya başladı. Şirket, eldiven, klor ve kişisel korunma ekipmanları gibi başlıklarda belli bir süreliğine gereksinimi karşılamak şartıyla talepleri aldıktan sonra deponun kapılarını salgına karşı mücadele eden organizasyonlara açtı. Şimdi artık esas gereksinim duyduğu malzemeleri almalarına izin veriyor.
     
    ArcelorMittal hastanelerin yenilenmesine katkıda bulundu, ambulans bağışladı ve ülkenin Ebola testi yapan laboratuvarlarına elektrik sağlamak için jeneratör tedarik etti. Yardım görevlilerine destek oldu ve Amerikan ordusunun kurmayı planladığı mobil hastaneler için arazileri buldozerle düzeltti. Ülkedeki uluslararası havayolu ve limanına termal kameralar yerleştirmek üzere ISOS’la işbirliği yaptı. ArcelorMittal’in başı çektiği kurumsal grup, ülkede yine geniş çaplı varlığı olan bir başka çokuluslu şirket Firestone dahil 70 şirketlik bir yapıya dönüştü ve şimdi de bağışları koordine etmek amacıyla çalışıyor.
     
    Pokorski ve ekibi Ebola’yı artık kanıksamış durumda. Halen, genişleme projesini başlatmak için gereken 2 bin 700 kişilik personel ve müteahhidi rahatlıkla yerleştirebilecekleri koşullara odaklanmış durumdalar. Bu da tesisleri dikenli tellerle çevirmek, tecrit için daha fazla koğuş inşa etmek ve daha geniş çaplı bir iş gücü söz konusu olduğunda işe yarayıp yaramayacağını görmek için acil eylem planlarını test etmek anlamına geliyor.
     
    Madencilik sorumlusu Scotting ülkeden ayrılan şirket müteahhitlerinden bazılarıyla görüşmeye başladı ve aldığı tepkilerin olumlu olduğunu söylüyor. Hatta bazıları, halihazırda Liberya’da Ebola vakası sayısı ülkeyi terk ettikleri zamana göre çok daha fazla olmasına rağmen iş sözleşmesini yenilemeye sıcak bakıyorlar. İnanmak zor ama salgın birinci yılını tamamlamak üzere. ArcelorMittal en zor koşullarda çalışanlarını korumak suretiyle etkileyici bir iş yaptı. Şirket tabiri caizse, tehlikeye karşı çok yüksek bariyerler oluşturmayı başardı; şimdi sıra bunun işe yaramasına ümit etmekte…